Hükümet meseleyi tersten tutmuş

Yanlış teşhis tedaviye yardımcı olmadığı gibi çoğu kez yarayı azdırır. Hükümetin Doğu ve Güneydoğu meselesindeki yaklaşımı, problemi tanımı, aldığı tedbirler ve yaptığı açılımların ülkenin faydasına olmadığını ve sıkıntılarını arttırdığını neticeleri itibariyle görüyoruz.

Aktüel medyanın zihinlere —bize göre—dezenformasyonlarla doldurduğu düşüncelerle taban tabana zıt gelse de, yanlışların yapıldığı noktaları aşağıda arz edeceğiz:

1- Barış karşıtı Avrupa ve Amerika’nın seslendirdiği “Kürt probleminin” aslında 1980’lerden kalma ve şekil değiştirmiş bir dinsizlik ve komünizm meselesi olduğunu hükümet ortaya koymadı. Yaklaşık yarım asırdan bu yana seslendirilen ve yaşadığımız ihtilallerle kuvvet bulan bu dinsizlik cereyanının bugüne kadar kullandığı tüm isimlerin tahlilini yaptığınızda, hepsi komünizm çerçevesinde yerini buluyor: Kızıl bayraklar, propaganda ve örgütsel dökümanlar, okutulan kitaplar, örgütlerin ritüelleri, irtibat halinde oldukları dış kaynaklar ve doğudaki terör örgütlerinin tüm dinlere, geleneklere ve insanî değerlere isyanları onların eski komünist, bolşevik veya devrimcilerden farksız olduklarını ortaya koyuyor. Kürtlük meselesi yalnızca bir vitrindir. Kemalizm zemininde serpilen bu hareket, 1980 öncesinin genel devrimciliğinin bir devamıdır.

2- Savaş lobisinin örgütler aracılığıyla kullandıkları propaganda zeminini inşa eden ırkçı Kemalizmdir. Irkçı Kemalizmin bugüne kadar tüm Türkiye’ye yaptığı zulmü yalnızca Kürtlere has imiş gibi gösteren global dinsizlere karşı AKP hükümeti hiçbir zemin ve mahfili kullanmadı. Meselenin rejimden kaynaklandığını, demokrasi ile ilgili olduğunu ve ilâcının da temel hak-hürriyetlerdeki iyileşme olacağını bu hükümet maalesef dillendirmedi. Daha doğrusu bu hususta ne bir rapor, ne bir yol haritası ve ne de bir manifesto hazırlamadı. Müdafaadaki üslubu ile zımnî kabulü arasındaki çizgiler çok silik çıktı.

3- Meselenin tarihçesiyle ilgili hiçbir çalışma yapılmadı. 1985’te İsrail’in desteği ile harekete geçen Mustafa Barzani’den Abdullah Öcalan’a kadarki sürecin nasıl işlediğini, kimlerin hareketi finanse ettiğini, AB ve ABD’deki hangi medya kuruluşlarınca bu hareketin desteklendiğini ve uluslararası medyadaki hangi yazarlarca “kürtçülük meselesinin” gündeme taşındığını maalesef bu hükümet efkar-ı amme ile paylaşmadı. Bilhassa ANAP’ın takip ettiği yanlış yolu, 28 Şubat’tan sonra AKP aynı minval üzre takip edegeldi. 12 Eylül’ü başımıza saran Amerika ve İngiltere’deki çevrelerin baskısıyla gündeme gelen Talabani ve Barzani, birer eşkıya iken “saygın devlet başkanları” olarak kabul gördü.

Ortadoğu’yu bu tetikçilerce parçalayan Avrupalı Troçkistlerin, bu defa da “özerk bölge” iğfaliyle Türkiye’yi parçalamalarına maalesef mevcut hükümet zemin hazırlıyor. Şayet “özerk bölge” düşüncesi AKP’ce de benimsenirse, bunun “vatana ve İslâmiyete ihanet” olduğunu AKP’li idareciler henüz anlayabilmiş değiller…

4- Türkiye’nin tüm vilayet, kaza ve kasabalarındaki organizeleriyle milyarlarca dolarar varacak harcamayı BDP’nin derme-çatma kadrolarının nereden temin edildiğini AKP’liler elbette biliyorlar. Bırakınız ülkenin bütünlüğüne kasteden böyle bir yapılanmayı durdurmak, Avrupalı neoliberal dostlarıyla desteklediklerine dair medyada açıklamalar mevcut. Yalnızca bu devasa teşkilatlanmayı değil, terör örgütünün “sivil kaplarla” hergün kullandığı paraların nereden aktığını da hükümet biliyordur. Türikye’ye müdahale etmek isteyen dış güçlerin fonlarından gelen bu paraları BDP yerine AKP’ye akıtmayı bir başarı olarak düşünenlerin, Doğu meselesini ne kadar yanlış yerden tuttukları açık bir hakikat olsa gerek. Kürtçe konuşan şehir ve kasabalardaki STK’ların yapıları, çalışmaları, giriş ve çıkışları tedkik edildiğinde AKP’nin malesef derin bir gaflet içinde olduğunu daha net göreceğiz.

5- 12 Eylül ihtilalinin tahrib ettiği Doğu ve Güneydoğumuzdaki “sosyal dokuyu” tamire hiç yanaşmadılar.

Diyarbakır Cezaevini kenarından köşesinden seslendirirlerken, yine haricî müdahale planlarını esas aldılar, yani şarkın siyaseten ve diyaneten temayüz etmiş kişi ve ailelerini dışlama ve itibarsızlaştırma faaliyeti neredeyse devlet politikası haline geldi. Hükümetin “destekleyici zengin sınıfını kurma” projesi çerçevesinde dağıtılan ihaleler, rüşvetler ve rantlarla palazlanan “sonradan görmelerden” şark için yeni bir siyasî ekip çıkardı, AKP. Zira 12 Eylülcülerin, köylerini yıkarak göçe zorladıkları aileler ve köylere yönelik ciddî bir rehabilite çalışması yapılmadı. Şarkta izzet ve şerefiyle yaşayan insanlar, büyük şehirlerin varoşlarındaki hüsran ve sefaletteki hayatlarını devam etmeye mecbur bırakıldılar. Ülkenin en büyük rant kapısı haline getirilen TOKİ vasıtasıyla Kürt vatandaşlarımızın mağduriyetleri zamanında giderilmiş olsaydı, Komünist örgütler dindar Kürt bölgelerine giremezlerdi, denilebilir.

NETİCE:
Hükümet bir çok meselede olduğu gibi Doğu ve Güneydoğu meselesinde de bilinçli veya bilinçsiz hadiseyi tersten tutmuşa benziyor. İkinci Avrupa olarak nitelendirdiğimiz İslâmiyet ve Türkiye düşmanlarının tezlerine kuvvet verircesine icra edilen politikalar, sunî bir bölünmeye götürse ve Doğulu ve Güneydoğuluların ekserisi batıda yaşadıklarından, kaos ve gözyaşından başka bir şey, şu politikalardan hasıl olmaz, kanaatindeyiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*