Hür Adam ve Medeniyetler Çatışması

Hür Adam filmindeki en mühim sahne hiç kuşkusuz Bediüzzaman-Mustafa Kemal görüşmesinin canlandırıldığı sahnedir. Bu konudaki yoğun tartışmaları tetikleyen bu sahne olmuştur. İlk zamanlar resmi tarihin resmi bilim adamları böyle bir görüşmenin belgesi olmadığına dair bir fikirle görüşmenin vuku bulmadığını iddia ettiler. Ancak tarafsız tarihçiler tarafından açıklanan belgeler, resmi tarihçileri yine sessizliği tercih etmek zorunda bıraktı.

Zira böyle görüşme vardı, hatta filmdeki sahneden daha sert ve şiddetli bir karşılıklı mukabele söz konusu idi. Elbette ki bu tartışma sıradan bir tartışma değil,  ileride meydana gelecek ciddi bir mücadele ve çatışmanın ilk habercileri gibiydi.
Peki niçin böyle bir tartışma ve çatışma vuku bulmuştu? Sebepler ne idi? Tarafların ortaya koyduğu fikir ve argümanların istinat noktaları ne idi? Hadiseler ne tarafa doğru gidecekti?

Bu ve benzeri suallerin cevaplarını arama noktasında asıl tartışmaya neden olan ve Mecliste vekillere dağıtılan beyannamenin yedinci ve sekizini maddeleri bize mühim bir ipucu veriyor.

Şöyle ki:

“7. Alem-i küfür, bütün vesaitiyle ve medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle alem-i İslama hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, alem-i İslama dinen galebe edemedi. Ve dahili bütün firak-ı dalle-i İslamiye de, birer kemmiye-i kalile-i muzırra suretinde mahkum kaldığı ve İslamiyet, metanetini ve salabetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, laubaliyane Avrupa medeniyet-i habîsesinden süzülen bir cereyan-ı bid’akarane, sînesinde yer tutamaz. Demek, alem-i İslam içinde mühim ve inkılapvarî bir iş görmek, İslamiyetin desatirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz, hem olmamış; olmuş ise, çabuk ölüp, sönmüş.
8. Zaafı dîne sebep olan Avrupa medeniyeti sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyeti Kur’an’ın zaman-ı zuhuru geldiği bir anda, lakaydane ve ihmalkarane müsbet bir iş görülmez. Menfice, tahripkarane iş ise; bu kadar rahnelere maruz kalan İslam, zaten muhtaç değildir. (Tarihçe-i Hayat, s.126)”

Bu ifadelerden anlaşılan esas mesele bir medeniyetler çatışmasıdır. Zira Bediüzzaman, Ankara’da, cumhuriyetin öncü kadrosunda Batı medeniyetinin Müslüman bir ülkede uygulanma istek ve arzusunu görmüş, İslam Medeniyeti adına bu hareket ve düşünceye karşı çıkmıştır. Demek ki, tartışma iki şahsın tartışmasından öte bir medeniyetler çatışmasıdır. Batı medeniyeti veya  Avrupa medeniyeti dediğimiz medeniyet anlayışı ile İslam medeniyeti arasındaki bir tartışmadır. Taraflar şahısları itibari ile bu iki medeniyetin temsilcisi durumundadırlar.

Peki nasıl bir medeniyet çatışması vardı? Bediüzzaman’ın karşı çıktığı medeniyet nasıl bir medeniyetti. Bu medeniyete karşı uygulanmasını istediği İslam Medeniyetinin temel istinat noktaları nelerdi?

Bediüzzaman’ın karşı çıktığı medeniyet, kuvveti temel istinat noktası olarak kabul eden bir medeniyetti. Bu medeniyette kuvvet hakkın yerine geçmişti. Bu medeniyet şahısların hayat gayesini menfaat üzerine kurmuştu. Hayat mücadeledir deyip, ırk esası üzerine bir toplum tesis etmeyi amaçlıyordu. Cemiyette tüketim ve israf düşüncesini teşvik ederek, fertleri zevk ve sefa peşinde koşan, ahlaki değerleri ve fazilet duygularını geri plana iten bir medeniyet anlayışı idi bu. Üstelik Avrupa’nın fen ve tekniğini almak yerine, sefahate yol açan dans, müzik, eğlence, tiyatro gibi günlük ve anlık zevklerin esiri olmuş bir toplum tesis etmekteki bu medeniyeti tatbik etmeye çalışanların hedefi.
İşte Bediüzzaman böyle sefih bir medeniyet anlayışına karşı çıkıyordu.

Kabul ettiği ve uygulanması için gayret sarf ettiği İslam Medeniyeti ise kuvvet yerine hakka istinat ediyordu. İnsan hakları, adalet, eşitlik, kanun hakimiyeti, hukukun üstünlüğü gibi temel kavramları içinde barındıran ve hak üzere olan bir sistemde kişilerin menfaat yerine fazilet ve Allah rızası dairesinde hareket etmelerini istiyordu. Irkçılıktan uzak durup, din ve vatan ve sınıf birliği üzerine tesis edilmiş bir toplum, İslam medeniyetinin olmasını istediği bir husustu. Ahlaksızlık ve gayr-i meşru zevklerden uzak durarak faziletli ve vatana ve millete faydalı bir insan yetiştirmek de bu medeniyetin en temel hedefleri arasında idi.

Risale-i Nurda 12. Söz, 25. Söz ve 30.Söz ve Sünuahat ve diğer bazı bölümlerde genişçe izah edilen medeniyetler çatışması kısaca böyle idi. Sefih Batı medeniyetinin topluma bir fayda vermediği hem iki dünya savaşı, hem de yirmi yedi yıllık tek parti idaresi zamanında açıkça görüldü. O sefih medeniyet insanlık tarihinde öyle derin yaralar açtık ki, devletler elli yıldır bu yaraları tedavi etmekle meşgul. İnşallah yakın bir gelecekte bu yara tamamen tedavi edilecek ve İslam medeniyetinin her zaman tazeliğini muhafaza eden temel prensipleri tam olarak tatbik edilecek. İnsanlığın bu gün için başka çaresi kalmamıştır.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*