“Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz.”¹
Cehalet, hem din hem de fen ilimlerindeki bilgisizliği ifade ediyordu.
Âlem-i İslam’ın Avrupa karşısında fen ilimleri noktasından geri kalmasına işaret ediyordu.
Çünkü insanımız fenni fazla bilmediği gibi dininin de yabancısıydı.
Bu cehaleti gidermenin yolu ise fen ve din ilimlerinde gelişip bu ilimleri derinlemesine anlamaktan geçiyordu.
İlk düşmanımızı ancak marifet, yani öğrenim, eğitim ve tüm ilimleri araştırıp her birinde uzmanlaşarak yenebilmemiz mümkündü.
Okullar, üniversiteler ve diğer eğitim araçları gelişip kaliteli olmalı; fert, toplum, sivil örgütlenmeler ve devlet eğitime yatırım yapmalı; eğitimin gelişmesi için herkes üzerine düşen görevleri eksiksiz yerine getirmeliydi.
Zaruret ise, ihtiyaç içinde olmayı, fakirliği, yoksulluğu, fen ve teknikte geri kalmışlığı nazara veriyordu.
Milletimiz geçmişte uzun savaşlardan dolayı fakir düştüğü gibi; günümüzde de ülke kaynaklarının verimli kullanılarak üretimin arttırılamaması sebebiyle fakirleşmeye devam ediyordu.
İkinci düşmanımızı yenmenin yolu sanat, yani zanaat dedikleri belli alanlarda ustalaşma; sanayi ve teknolojide ileri seviyeyi yakalayıp; gerekli planlama, üretim ve pazarlama ile milletin refahını sağlamaktan geçiyordu.
Bu da, bir şahıs ya da topluluğun tek başına yapabileceği bir durum değildi. Bu gibi mücadeleler büyük çaplı planlamalar, projeler ve gayretlerle gerçekleşebilirdi.
Ancak devlet ve toplumun ortak aklı ile olabilecek işlerdi.
Üçüncü düşmanımız ihtilaf (anlaşmazlık, aykırılık, uyuşmazlık) en kötüsüydü. İttifakın zıddıydı.
İhtilaf insanları ayrıştıran, düşmanlaştıran, ötekileştiren en tehlikeli en sarsıcı en sinsi ve en yıkıcı bir toplum hastalığıydı.
Aslında tüm Müslümanları birbirine sımsıkı bağlayacak nurani bağlar dinimizde var iken, bunların bilinmemesi veya bilenlerce de uygulanmaması durumu kötüleştiriyordu.
Sadece toplumumuz değil, bütün İslam âlemi birbirine yabancı hatta bazen düşman hale gelmişti.
Bu sebeple, İslam dinindeki kardeşlik bağlarını artırıcı unsurlar aramızda yayılmalı ve kuvvetli bağlar kurulmalıydı.
İnsanları birbirine düşman edip ayrıştıran ırkçılık, tarafgirlik yerine birleştirip kaynaştıran din, vatan, kültür birliğini işlemek ve yaymak; hem fertlerin hem toplumun hem de devletin birer vazifesi olması gerekiyordu.
Fakat maalesef, ‘hür adam’ olan Bediüzzaman Hazretleri tarafından bin dokuz yüzlü yılların başında dile getirilen bu tespitler halen güncelliğini korumaktadır. Üç düşmanımıza karşı fert, millet ve devlet olarak tam bir başarı sağlanamamıştır.
Bir asır önceden ferasetiyle bizlere yol gösteren Bediüzzaman Hazretlerini vefatının 65. yılında rahmet, minnet ve hayırla yâd ediyor; Cenâb-ı Allah’tan bizleri istikamet üzere istihdam etmesini niyaz ediyorum.
Dipnotlar:
1- Risale-i Nur Külliyatı, Tarihçe-i Hayat, s.57.
Benzer konuda makaleler:
- Peygamber efendimizin iletişim tekniği
- Terörün çözümü Bediüzzaman’da
- İslam ve Demokrasi
- Mehmet Kutlular: Şahsa değil sisteme bağlıyız