‘Hür Adam’ı doğru tanı(t)mak

Yarın yüzlerce sinema salonunda gösterime girecek olan “Hür Adam” filmi, gündem oluşturmaya devam ediyor.
Bu filmde, Bediüzzaman Said Nursî’nin hayat ve fikriyatı, sinema diliyle anlatılmaya çalışılıyor.
Yaklaşık iki buçuk saat süren bu filmin hani belki iki buçuk dakikalık bir bölümü “hakikatin ruhu”nu inciten bir yama gibi görünmekle beraber, filmin genelinden en çok rahatsızlık duyanların başında, iflâh olmaz “Said Nursî muhalifi” kimselerin geldiği apaçık ortada.

 

Aynı zamanda “Atatürkçü” diye de geçinen bu kimseler, Said Nursî gerçeğini yeni nesillere anlatma çabasında olan bu filmin varlığından bile rahatsız olmuşlardır. Fakat, özellikle filmdeki Bediüzzaman ile M. Kemal’in karşılaşma sahnesini serrişte ederek, tepkilerini adeta isyan raddesine çıkarmış görünüyorlar.

Görünürde filme itiraz ediyorlar; ama, gerçekte bunlar müzmin Said Nursî düşmanı ve oldum olası Risâle–i Nur muarızı kimselerdir.

Nitekim, bu kesimden bazı şahısların aynı yöndeki tutum ve davranışlarına, evvelki akşam CNN Türk’te yayınlanan “Tarafsız Bölge” programında bir kez daha şahit olduk.
Programın moderatörü Ahmet Hakan’ın, işi idare etmede zaman zaman hayli zorlandığı görüldü.
Zira, karşısında prof. titrli koca koca adamlar/madamlar vardı ve bunlar Said Nursî’nin gerek hayatı, gerek eserleri ve gerekse fikirleri konusunda kelimenin tam anlamıyla cahil kimselerdi.
Buna rağmen, bunlar, milyonların seyrettiği ekranlardan atıp tutmaya, yer yer ahkâm kesmeye ve adeta ağız birliği etmişcesine—hiçbir suçunu, sâbıkasını gösteremedikleri—Said Nursî’yi karalamaya program boyunca devam ettiler.

Kadınlar “şefkat kahramanı”

Meselâ, o prof.’lardan biri patavatsızca konuştu ve Said Nursî’nin “Kadınlar şeytandır” dediğini iddia etti.
Tabiî, bu hezeyanı ile aynı anda gerçeği bilen milyonların gözünde tam bir maskara durumuna düştü.
Çünkü, Risâleleri okuyan hemen herkes biliyor ki, Nursî’nin böyle bir sözü yoktur. Tam aksine, Bediüzzaman kadınlara son derece hürmetkâr davranıyor ve onların birer “şefkat kahramanı” olduğunu eserlerinde defaatle tekrarlıyor.

İçki–kıyafet tartışması

Şöhretli ve medyatik bir prof. da, Hür Adam filminde nazara verilen Said Nursî ile M. Kemal arasındaki “içki–kıyafet” tartışmasına kafayı taktı.

O tarihte (1923) kıyafet meselesinin gündemde olmadığını, bu konuda aralarında bir tartışma varmış gibi göstermenin fâhiş bir hata olduğunu, dolayısıyla bu filmle anlatılmak istenenleri ciddiye almadığını söyledi. Ayrıca, Said Nursî’nin dini caminin dışına çıkarma çabasında olduğu için yanlış yaptığını, bu konuda M. Kemal’in haklı olduğunu her fırsatta vurgulamaya çalıştı.

Bu kerli–ferli prof’a göre, şayet M. Kemal dini camiyle sınırlamayıp sosyal hayata yansımasını engellemeye çalışmasaydı, bütün yaptıkları boşa gitmiş olacaktı.

Hemen ifade edelim ki, M. Kemal ile Said Nursî arasındaki tartışma, sadece kıyafet meselesiyle sınırlı değildir. Filmde de kısmen nazara verildiği gibi, söz konusu tartışma üç temel noktada olmuştur: İçki, kıyafet ve heykel…
Bakınız, bu sayın prof. da biliyor ki, kıyafet hususu, tâ Sultan II. Mahmut zamanında beri ülkenin en hassas konularından biridir. “İnkılâpçı Padişah” diye nâm salan II. Mahmud, kıyafet inkılâbı uğruna binlerce vatandaşın ölümüne siyaseten rıza göstermiştir.

1925’te kıyafet inkılâbı (şapka devrimi) yapan M. Kemal’in de, bu işi iki yıl önce (1923’te) düşünmüş, tasarlamış ve Said Nursî’den de bu konuda bir fetvâ istemiş olması gayet normal değil midir?
İçki konusu ise, zaten o dönemde de gündemin hararetle tartışılan maddeleri arasında olduğu izahtan vârestedir.
Öyle ki, bu konu Meclis çatısı altında 1920’de de tartışılmış ve çok az bir oy farkıyla aynı yılın 14 Eylül’ünde “Men–i Müskirat Kànunu” çıkartılmıştır.

Bu konudaki tartışmanın en şiddetlisi de, o günlerde M. Kemal ile Ali Şükrü Bey arasında yaşanmıştır. Ali Şükrü Beyin katlinden (Mart 1923) sonra ise, bu kànun yürürlükten kaldırılmıştır.
Haliyle, bu konularda M. Kemal ile Said Nursî’nin tartışması son derece normal karşılanması lâzım.
Ne var ki, “Kraldan fazla kralcı” kesilen bazı şahıslar, yani aslen Türk olmadığı halde kaskatı “Atatürkçü” kesilen bazı prof’lar, cerbeze sanatını da kullanarak, illâ ki Said Nursî’yi yerme cihetine saparlar. Eminiz ki, normal şartlarda hakiki bir Türk, böylesi davranışlara tevessül etmez.

Herkes Türk olmak veya öyle görünmek zorunda değil. Allah, kimi nasıl yarattıysa, buna rıza getirilmeli ve O’nun takdirine boyun eğmeli.
Bunun aksine giden ve asla Türk olmadığı halde tutup Türkçülük yapanlar var ki, bu ülkede en muzır, en tehlikeli kimseler bunlardır.

Beşinci Şuâ ne zaman yazıldı?

Seyrettiğimiz tartışma programına katılan bir başka profesör de, kendince “Beşinci Şuâ”dan iktibaslar okudu.
Okuduğu metinde, Said Nursî’nin M. Kemal’e “İslâm Deccali” dediğini iddia edip durdu.
Ahmet Hakan, bu noktada müdahale edip sordu: “Hocam, o metinde M. Kemal adı geçiyor mu?”
Hoca, şu karşılığı verdi: “Hayır, isim belirtmiyor, ancak adres veriyor.”
Seyircilerin nazarında yine gülünç duruma düştüler.
Fakat, bu konuda hayretimize giden bir nokta şu oldu: Programda sayıları yarım düzineyi aşan katılımcılarından hiçbiri çıkıp da Beşinci Şuânın aslının 1920’den evvel, yani tâ Meşrûtiyet yıllarında yazıldığını hatırlatmadı.
Şayet bu bahis hakkıyla ve yerinden okunsaydı, şüphesiz bu husus da hatırlanır veya hatırlatılırdı.
Bediüzzaman, Beşinci Şuâ’da—bir rivâyete dayanarak—âhirzamanda dine zararlı bir adam çıkacağını yazmış, ancak bu şahsın M. Kemal olduğunu belirtmemiş. İsim belirtenler, geçmişte bazı savcılar olmuş; bugün ise, Kemalist geçinen bazı akademisyenler…
Onların bu noktada yanılıp yanılmadığı hususu, öncelikle yine kendilerini ilgilendirir.
M. Kemal ile Said Nursî’nin karşılaşmaları, tartışmaları, restleşmeleri ve bilhassa gündemdeki 10 maddelik Mektup/Beyanname ile ilgili dikkat çekici hususları, inşaallah bir sonraki yazıda ele almaya çalışalım.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*