EURONUR ÖZEL

Hür olduğumuzun farkında mıyız?

Hür olmak insanın yaratılıştan gelen temel bir duygusudur

Özel Makale | Hür

Hür olmak seçme hakkına sahip olmak demektir.

Ortada seçilecek bir şey yoksa hür olmanın ne manası olurdu ki?

Hür seçim ise, irade kullanarak doğruya ulaşma çabasıdır.

Yanlış seçim insanı hüsrana götürür.

Doğru kararı verebilmek ancak adaletli olmakla mümkündür.

Adalet ise, her hak sahibine hakkını verebilmeyi, ölçülü ve dengeli olmayı gerektirir.

Adaletsiz hürriyet insanı zulme götürür.

Başkalarının hürriyetini gasp ettirir.

Haksız davranmaya, zorbalığa, diktatörlüğe yol açar.

Demek ki, ‘hür olmak’ kolay bir şey değildir.

İrade, seçim, adalet ve doğru karar verme gibi unsurlar insanı ‘sorumluluk’ almaya zorlar.

Meşhur İrlandalı yazar, siyaset bilimci, düşünür George Bernard Shaw:

“Özgürlük sorumluluk demektir. Bu durum; neden birçok insanın ondan korktuğunu açıklıyor.” demiştir.

Hür olmak insanın yaratılıştan gelen temel bir duygusudur.

Hiçbir şekilde engellenemez.

Suyun yaratılışında olan donma vasfıyla çelik varilleri parçalaması gibi.

İnsanın, seçim yapabilecek iradesini kullanabilmesi için Yaratıcı tarafından verilen ve her türlü müdahaleye karşı korunan bir vasıftır.

İmtihan için dünyaya gönderilen ve kendisine sorumluluk manasında özgürlük verilen insan; hür olarak ilk seçimini yapacak Rabbini kabul edecek veya etmeyecektir.

Yani ‘iman’ hür iradenin kullanılmasıyla gerçekleşen bir seçimdir.

Bu seçimde o derece hür bırakılmıştır ki, ‘imansız’ dünya hayatını tamamlayabilir.

Yaratıcısını kabul etmeyip; O’na isyan edebilir.

Bu konuda peygamberlere dahi rehberlik yapmaktan; yani tebliğ görevinden daha ileri bir vazife verilmemiştir.

Adaletli bir seçim; her hak sahibine hakkını vermeyi gerektireceğinden; Yaratıcıya iman etmeyi zorunlu kılar.

Çünkü bir iğnenin bile ustasız yapılamayacağını idrak edecek şuura sahip olan insan; müthiş ve muhteşem bir tasarım ve planlamayla her an düzen, denge, intizamlı hareketi ile kudret tecellisi olan kâinatı ve çeşit çeşit canlılarla şenlendirilen dünyayı ustasız, sanatkârsız kabul edemez.

Bir ülkede iki hükümdarın olamayacağını tarihin şehadetiyle bilen bir insanın; her şeyin bir tek kudret elinden çıkmadığını kabul etmenin kâinat dolusu ilahları kabul etmeye yol açacağını bilmemesi düşünülemez.

Aksi halde her bir mahlûkun; ekolojik dengeyi sağlamak için birbirine muhtaç olması sebebiyle; birbirine hem hâkim hem mahkûm olması gerektiğinden; yani sayısız ilahın birbiriyle geçinememesinden karışıklık, kaos olacak ve hayat devam etmeyecekti.

Ayrıca hürriyeti kullanarak kabul edilen ‘iman’; aynı zamanda hürriyeti ‘imanın hassası’ haline getirmektedir.

İmanla bütünleşmekte ve en önemli özelliği olmaktadır.

Yani hür iradesiyle, Yaratıcısına iman eden bir insan; Allah’tan başka hiç kimseye boyun eğmeme duruşunu ve mahlûkatına da zulmetmeme şefkatini kazanmaktadır.

İşte bu kazanım hürriyetin ‘denge’ halidir.

Ve ancak iman ile mümkündür.

Adeta iman eşittir hürriyet derecesindedir.

İmansız hürriyet bir derece mümkün iken; hürriyetsiz iman mümkün değildir veya imanın zayıflığına delildir.

Günümüz demokrasilerinde hürriyet; kişinin hal, hareket ve fikirlerinde serbest olması olarak tanımlanır.

Genel olarak başkasının hürriyetinin başladığı yerde kişinin hürriyeti biter denilmiştir.

Yani kendinden başkasına zarar vermeyecek serbestlikte davranmaktır.

Bediüzzaman Hazretleri bu tarifi tadil ederek “kişinin ne kendine, ne de gayra zarar vermeden davranışlarında şahane serbest olması” şeklinde düzeltmiştir.

Çünkü insanlar hür de olsalar; Cenab-ı Allah’ın kuludurlar.

Hakikî mülk sahibi, O olduğu için; kendilerine de zarar veremezler.

Peki, insanlar neden hür olduklarının farkına varmazlar?

Bunun iki sebebi vardır.

Birincisi sorumluluktan kaçmaya çalışmaları ki; yol iki olduğundan kaçış yoktur.

Ya hür iradesiyle; Yaratıcısına iman edip ebedi hayatı kazanarak mükâfatlandırılacak; ya da imansız kabre girerek cezalandırılacaktır.

İkincisi ise, cehaletleridir ki, bu cehaletlerini gidermek için, rehberlik yapan peygamberler gönderilmiştir.

Hatta peygamber gönderilmeyen kavimler; Yaratıcının eşsiz adaletiyle sorumlu tutulmamışlardır.

Ne dersiniz; acaba biz de “Ekmeksiz yaşarım, fakat hürriyetsiz yaşayamam” diyerek; iman-hürriyet mücadelesi için; ömrünü zindan ve sürgün yerlerinde geçirmek zorunda kalan Bediüzzaman Hazretleri kadar hür olduğumuzun farkında mıyız?

Benzer konuda makaleler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu