Hüsmen Hüseyin Duran ve Bediüzzaman

Hüsmen Hüseyin Duran, Risale-i Nurlar’ı tanıyıp okuduktan sonra Bediüzzaman’ı görmek için Konya’dan Isparta’ya yola çıktığında elinde hiçbir adres yoktu.

Isparta’ya vardığında nereye gideceğini bilmez bir halde dolanırken kendini Ulu Cami’nin önünde bulur. Adresi birisine sorarım ümidiyle camiye bahçe kapısından içeri girer. Şadırvanda birisinin abdest aldığını görünce ona yanaşır ve sessiz bir şekilde “Bediüzzaman’ı nasıl bulabilirim?” diye sorar. Abdest alan kişi “Siz Bediüzzaman’ı nereden tanıyorsunuz?” der. Hüseyin, “Kitaplarını okuyorum” diye cevap verir. Camideki kişi “Hangi kitaplarını okudun?” diye sorar. Hüseyin, “Lem’alar, Şuâlar, Mektubat kitaplarını okudum.” der. “Siz Sıddık Süleyman diye birisini duydunuz mu?” dedi. Hüseyin, “Evet, duydum.” deyince Sıddık Süleyman denilen kişi benim, diye söyler.

Tanışma faslından sonra birlikte Bediüzzaman’ın evine vardıklarında Sıddık Süleyman ona “Siz merdivende bekleyin, ben Üstada haber vereyim. Yalnız, Üstad anlatacaklarını anlatır, konuşması bittiği zaman gitmenizi isteyince ‘esselâmu aleyküm’ der, siz de ‘aleykümselâm’ dersiniz çıkarsınız.” dedikten sonra Sıddık Süleyman Bediüzzaman’ın odasına gidip kısa bir süre sonra geri dönerek Hüseyin’i yukarıya çağırır.

Hüseyin merdivenlerden hızlı adımlarla yukarı kata çıktı. Oda kapısının önünde biraz bekledikten sonra büyük bir arzu ve istekle içeri girdi. Gösterilen yere diz üstü oturdu. Bediüzzaman yatakta ve hastaydı. Sesi zor çıktığından Zübeyir Gündüzalp konuşmalarını tekrar ediyordu. Bediüzzaman, Hüseyin’in Hafız olduğunu öğrenince “Kur’ân’ı ezberleyen gözleri öpeyim!” dedikten sonra Hüseyin’i gözlerinden öper. Sohbet bir müddet devam ettikten sonra Bediüzzaman “esselâmu aleyküm” deyince Hüseyin sohbetin bittiğini anladı ve “aleykümselâm” dedikten sonra ayağa kalktı. Hüseyin odadan çıkarken, Bediüzzaman Hazretleri ailemden niye bahsetmedi diye içinden geçirirken Bediüzzaman, “Annen, baban var mı?’ diye sorar. Hüseyin “var” cevabını verir. Bediüzzaman “Madem onlar seni yetiştirmiş, sen benim talebem olduğun gibi, onları da talebe olarak kabul ediyorum ve her sabah duâlarıma ortaktırlar. Mademki sen beni ziyarete geldin, senin yol paranı benim vermem lâzım!” deyince Hüseyin “Ben almam!” der. Hâlbuki Hüseyin’in yola çıkarken cüzdanında 10 lira parası vardı ve bunu harcamıştı. Daha sonra cüzdanına baktığında 10 lira olduğu gibi yerinde durduğunu görünce şaşırıp kalmıştı. Ayrıca Konya’dan gelirken Bediüzzaman’a vermek üzere birisi pasta göndermişti. Hüseyin pastayı Bediüzzaman’a uzatınca; Bediüzzaman “Ben karşılıksız bir şey almam” dedikten sonra hatırı kırılmasın diye pastayı aldı ve karşılığında ona bir lira verdi. Hüseyin o bir lirayı hayatının sonuna kadar sakladı.

Hüseyin, Isparta’dan ayrılırken huzur içinde Konya’ya döndü. On beş gün sonra tekrar Bediüzzaman’ın yanına gidince ona “Kardeşim daha on beş gün oldu görüşeli, niye tekrar geldin?” deyince Hüseyin, “Üstadım artık sizin hizmetinizde kalmak istiyorum.” diye cevap verdi. Bediüzzaman “Kardeşim git, Konya’da hizmet et!” der. Böylece Hüseyin, Konya’ya geri döner ve orada hocalık yapmaya başlar. Bir ara da Eğirdir’de Risale-i Nurlar’ı almaya gittiğinde bir kere daha Bediüzzaman’ı ziyaret etme fırsatı bulur. Hüseyin bu gidişinde Bediüzzaman bir liste çıkarmıştı. Listede “Mesnevî-i Nuriye” kitabının gönderileceği ülkelerin isimleri yazılıydı. Bu listede adını hiç duymadığı ülkeler olduğunu görünce şaşkınlığını gizleyemedi. Bediüzaman Hüseyin’e Arapça bilip bilmediğini sorar. Hüseyin “Bilmiyorum, ama öğrenmek istiyorum.” deyince Bediüzzaman, “Mesnevî-i Nuriye’yi getir Zübeyir!” der. Zübeyir Gündüzalp hemen Arapça Mesnevî-i Nuriye’yi getirir. Bediüzzaman kitaptan birkaç satır okuyup tercüme ettikten sonra “Bunu sana hediye ediyorum. Konya’da kardeşim Abdülmecid Efendi var; ona götür sana ders versin.” der.

Hüseyin Konya’ya döndüğünde Abdülmecid Nursî’ye gider ve kitabı ona götürür. Abdulmecid Nursî kitaba bakar “Ben de anlamıyorum.” der. Bediüzzaman bir sene sonra Hüseyin’e ve Abdülmecid Nursî’ye birer mektup daha yazar. Hüseyin’e gönderdiği mektubunda “Kardeşim Hüseyin, sana verdiğim Mesnevî’yi Abdülmecid Efendiye ver, tercüme etsin.” Abdülmecid Nursî’ye yazdığı mektubunda “Mesnevî-i Nuriye’yi Hüseyin’den al, tercüme et!” diye yazar. Mektubu alan Hüseyin, kitabı aldığı gibi Abdülmecid Nursî’ye götürür. Abdülmecid Nursî, “Mesnevî-i Nuriye” kitabını alır ve okumaya başlar. Abdülmecid Nursî Hüseyin’e “Anlamadığım kitabı anlamaya başladım. Demek Üstad bana sevap kazanayım diye bu tercümeyi yaptırıyor, önceden anlamıyordum, bak şimdi anlatmaya başladım.” der.

Hüsmen Hüseyin Duran, son nefesine kadar Risale-i Nur dairesinden hiç ayrılmadı. Ömrü boyunca Bediüzzaman Said Nursî’nin dâvâsının takipçisi olmaya gayret etti. Hayata daima Risale-i Nur penceresinden bakmaya çalıştı. Bediüzzaman Said Nursî’ye severek isteyerek talebelik ederken ağır bedeller ödedi, ama her halinden memnun olduğunu bütün sohbetlerinde söyledi.

Hüsmen Hüseyin Duran 1932 yılında Konya’da doğmuştur. 3 Aralık 2017 tarihinde vefat etmiş ve Konya Üçler Mezarlığına defnedilmiştir.

Kaynak:

Necmeddin ŞAHİNER, Son Şahitler-IV

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*