Hüsn-ü zan, ama mümkün olduğu kadar

Biliyorum, başlıktaki cümlemin devrik olduğunu, tıpkı bu cümlemin devrik olduğu gibi. Ama maksadım devrik cümle kurmaktan ziyade bir meramımı paylaşmaktır sizinle, dikkatinizi çekmektir sadece. Üstadım ısrarla mümkün olduğu kadar hüsn-ü zan etmemizi ister ve sık sık mektuplarında bahseder. Bu hususiyet hayatımızda fevkalâde mühimdir.

Hüsn-ü zannın mümkün olduğu yerde yapılması ile adem-i itimadın karıştırılmaması gerekir. Adem-i itimad işin sağlama alınması vs. noktasında lâzımdır. O ayrı bir konu.

Kırk yıldır bir cemaat içerisindesinizdir, zaman zaman sizce makul gerekçelerinizden dolayı sohbete veya toplantıya gidememeniz durumunda arkadaşlarınızdan hüsn-ü zan beklemek sizin hakkınız olduğu gibi Risâle-i Nur’dan aldığımız ders mucibince hüsn-ü zan etmek, onların da vazifesidir. “Bu kardeşimiz gelemediğine göre bir mani hali olmalı, arayalım, hâlini hatırını soralım, yardımcı olabileceğimiz bir husus varsa yardımcı olalım.” demek mü’minin uhuvvet anlayışının eseri olmalı. Bu cümleden hareketle değerli büyüğüm Ali Vapurlu’nun İzmir’e konferans vermeye geldiğinde beni göremeyince telefon açarak hâlimi hatrımı sorması bu konuya güzel bir numune oldu. Kendisine hasta ve yatakta olduğumu, beni mazur görmesini, duâ etmesini rica ettim.

Hüsn-ü zan, aile içerisinde de çok elzemdir. Siz bir harekette veya ifadede bulunursunuz. Bunu yılların getirdiği tecrübeye de dayanarak yaparsınız. Ancak evlâdınız, gelininiz ve damadınız bunu yanlış anlayabilirler. Halbuki, yapmaları gereken evvelâ hüsn-ü zandır. “Yıllardır hayırhahımız olan babamızı, bu ifade veya davranışa iten bir sebep olmalı, bunun sebep ve hikmetini anlamak için Anadolu tabiriyle dobra dobra konuşmak en güzelidir” demeliler. Konuşurken, yine Anadolu tabiriyle davulun kasnağına vurmadan, sorgulama havası vermeden, yanlış anlamış olabileceğini ifade ederek, düzeltme ve açıklık getirmek niyetiyle sorduğunu rahatlıkla söylemeli. Hem bu çeşit hareket inanan insanın, medenî hareketidir. Böylece taraflar memnun kalır, karşılıklı gönüller alınır, tatlıya bağlanır. Siz, herşeyi kendi anladığınıza mahkûm edemezsiniz. Bir noktada yanılıyor olamaz mısınız? Sonunda üzülmek, mahcup olmak yerine başında iken samimî bir şekilde konuşup, tashih yapmak, aile içindeki en isabetli olanıdır. Esasında meşveretlerdeki görüşmelerle tatlıya bağlama kerâmeti de bu olsa gerek.

İş hayatında da fevkalâde mühimdir, hüsn-ü zan. Bulunduğunuz makamınız gereği karşınızdakine bir muamelede bulunabilirsiniz. Muhatabınız buna bir anlam veremeyebilir, belki de ters anlar. Burada da durum ve çözüm aynı olmalı. Evet, iş dünyası kısmen ciddiyet vs. gibi farklılık gösterse de, nihayetinde insanın bulunduğu yerde yine hüsn-ü zan, olmazsa olmazı olmalı. Muhatabınıza üslûbunca, niyetinizin yanlış anlamaya meydan verilmemesi olduğunu ifade ile helâlleşmek, vs olduğu ifade edilerek anlatılabilir.

Kaldı ki bütün bunları ‘karşı tarafın bizim hakkımızda yapması gerekenler’ diye anlarsak, yine hüsn-ü zannı yanlış, eksik anlamış oluruz. Onların bizim hakkımızda hüsn-ü zan etmelerini beklerken biz niye onların, anlayamadığımız hareket ve ifadelerine hüsn-ü zanda bulunmayalım? İğneyi evvelâ kendimize batırmalıyız. Hatayı nefsimizde aramak şiârımız idi. Evet, “Bu muhatabım, bu hareket ve ifadesi ile, benim yanlış anladığım gibi harekette bulunmuş olamaz. Ben yanlış anlamış olabilirim. En iyisi kısa zaman içerisinde kendisi ile görüşerek, aradaki yanlış anlaşılmanın tashihine çalışmalıyım ve münasebetimizi müsbet olarak devam ettirmeliyiz” olmalı.

Hayata “Güzel gören, güzel düşünür; güzel düşünen hayatından lezzet alır” düsturuyla bakarsak, halledilmedik hiçbir sıkıntı, yanlış anlama kalmaz, Allah’ın izniyle.

Ne dersiniz, bu vesile ile şu ana kadar olan yanlış anlamaları tashih ederek, yeniden uhuvvete yaklaşma adına, hüsn-ü zannı, güzel taraflarını görerek değerlendirmeyi hayatımıza esas alalım mı? Bu dünya, aklı başında olanlara bir lezzet vermiyor ve nizâya değmiyor. Önceki niza yapanlar, neyi halletti de gitti? Evvelkiler hayatın tadını kardeşleriyle müfritane irtibat ile çıkardılar. Bunlar bize çok uzak şeyler olmamalı. Arada mesafe varsa, mesafeyi açan bizizdir, hüsn-ü zan ederek, hatayı kendimizde arayarak evvela kendi nefsimizi ıslâh etmeliyiz. Sevabın, takdirin; tashih adına ilk hareket edende olacağını inşâallah hatırlıyorsunuzdur.

Sokağın temizliği, kapımızın önünün temizliğinden geçmektedir vesselâm.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*