Hutbe-i Şamiye’den demokratik cumhuriyete

Bediüzzaman Said Nursî’nin 51. vefat yıldönümü, İslâm milletinin Arap kesiminde büyük değişimlerin yaşandığı ve AB adayı Türkiye’nin, demokrasisiyle Arap ülkelerine örnek gösterildiği bir döneme rastlıyor.

Ve senelerdir Üstadın vefat yıldönümlerinde okuyucularına özel çalışmalar sunmayı gelenek haline getirmiş olan Yeni Asya’nın 51. yıl için yaptığı, birbirini tamamlayan iki çalışma, belirttiğimiz bu iki olguya tam tevafuk ediyor.

 

Çalışmalardan ilki, Risale-i Nur Enstitüsünün Şam’da düzenlediği Hutbe-i Şamiye konulu kongrede yapılan müzakere ve değerlendirmeler.
Üstadın 1911’de Şam’daki Emevî Camiinde Arapça olarak irad edip, 1951’de Türkçeye çevirerek, hayattaki yakın talebelerinden muhterem Abdullah Yeğin’in aktardığına göre, “Bu kitap benim siyasetimdir” diye neşrettiği Hutbe-i Şamiye’deki mesajlar hâlâ geçerliliğini koruyor.
“Benim siyasetimdir” dediği mesajlar tamamen imanî, ilmî ve ahlâkî bir muhtevaya sahip.
Muhatapları 1911’de, Emevî Camiinde toplanıp onu can kulağıyla dinleyen on bin kişilik cemaatin şahsında, Osmanlı çatısı altında bir araya gelen İslâm kavimleri ve özellikle Araplardı.
1951’de ise, Üstadın ifadesiyle, “âlem-i İslâm camiinde üç yüz yetmiş milyon bir cemaat.”
Yani o tarihte dünyada yaşayan Müslümanlar.
Altmış yıl sonra 2011’de muhatapların toplam nüfusu ise bir buçuk milyarı geçmiş durumda.
Ve bunların içinde yine çok özel konumlarıyla yer alan Araplar, bugünlerde yaşanan mâlûm olaylarla dünya gündeminin baş sırasına oturmuş durumda. Kurtulmaya çalıştıkları sıkıntılardan çıkışları ise Bediüzzaman’ın sunduğu formülde.
Özellikle Hutbe-i Şamiye’de vurgulanan iman, ilim, akıl, ümit, şevk, sevgi, şefkat, şehamet, izzet, müsbet hareket, diğergâmlık, doğruluk, sadakat, hürriyet, meşveret gibi değerlerde.
Üstadın Şam hitabesindeki “İslâmiyet milliyetinin sadefi ve kal’ası hükmünde Arap ve Türk hakikî iki kardeş, o kal’a-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar” ifadesi (Eski Said Dönemi Eserleri, Hutbe-i Şamiye, s. 350), İslâm milletinin iki büyük unsuruna kaderin yüklediği ortak tarihî vazifenin bugün de devam ettiğine dikkat çekiyor.
Bu görevin lâyıkıyla ifa edilebilmesi için ise, önündeki tüm engellerin kaldırılması gerekiyor.
Ümitsizliği derinleştirip ilerleme şevkini kıran, kendi bekasını ihtilâfları körüklemekte arayan, yalanlarla ayakta kalmaya çalışan ve toplumsal ahlâkı bozan çeşit çeşit istibdatlar, bunların başında geliyor. Ki, Arap âlemi şimdilerde bunlardan kurtulmanın sancılarını yaşamakta.
Ama bunun için gösterilen çabaların da haklı bir zeminde doğru metodlarla yürütülmesi şart.
Risale-i Nur’da bunun ölçüleri de mevcut.
Türkiye bugün Arap halklarının kurtulmaya çalıştıkları baskıcı yönetimlerden çok daha katı ve despot bir rejimi kansız ve barışçı bir süreçle aşıp demokrasi ve özgürlükler açısından kayda değer bir mesafe kat ettiyse, bunu Said Nursî ve talebelerinin yaptığı hizmetlere borçlu.
Bu sayede Türkiye oralara örnek gösteriliyor.
Bediüzzaman ta Osmanlı döneminden itibaren, İslâm âleminin ve Asya’nın hürriyetinin Türklere bağlı olduğunu; burada hürriyetçi bir rejimin hakim ve başarılı olması durumunda, diğer İslâm ve Asya ülkelerindeki özgürlükleri bağlayan kayıtların da açılacağını vurgulamıştı.
Onun için gözler şimdi de Türkiye’ye çevrili.
Ama Türkiye’deki demokrasinin de hâlâ çok önemli sorunları var ve bunları aşabilmesi için bazı temel kavramların doğru yorumlanmasına dayanan köklü bir zihniyet değişimi gerekiyor.
İşte, Yeni Asya’nın bu yılki 23 Mart ilâvesine konu olan “cumhuriyetin temel niteliklerinin doğru anlaşılması ve Said Nursî’nin görüşlerinin buna yapacağı katkı,” bu bağlamda çok önemli.
Demokratik cumhuriyet kavramının içi, Bediüzzaman’ın yorumlarına uygun tanımlarla doldurulmalı ki, Türkiye Arap âlemi ve bütün dünya için gerçek anlamda bir örnek ülke olabilsin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*