Huyların efendisi

Dilimi yalana eyleme âlet, Ya hakkı söylet ya dilimi lâl et.

İnsana verilen nimetlerin en büyüklerinden birisi, konuşma nimetidir. İnsanlar arasındaki iletişimin en büyük aracı, dildir. Onun için dil, en değerli uzuvlarımızdan birisidir. Dilin değeri, ağızdan çıkan sözlerin değerine göre şekillenir. Ne var ki, insanın ağzından her zaman güzel ve faydalı sözler çıkmaz. Dilden dökülen fena bir sözün tahribatı ise çok fazla olduğundan, büyük insanlar az konuşmaya çok önem vermişlerdir.

Ashab-ı Kiram hep hayır konuştukları halde, çok konuşmaktan çok imtina ederlerdi. Yanlış konuşmaktan değil, boş söz sarf etmekten korkarlardı. Onun için Hz. Ebubekir (ra), ağzına çakıl taşı koyar, dilini göstererek, “Başa gelen bütün felâketler bundandır” buyururdu.

Hazret-i Ali efendimiz (ra) ise, “Senden soruluncaya kadar susmak, susturuluncaya kadar konuşmaktan daha hayırlıdır” diyerek, susmanın ne kadar önemli olduğunu belirtmiştir.

Az konuşmak hakkında pek çok hadis-i şerif vardır. Bunlardan birisi de, “Huyların efendisi az konuşmaktır” şeklindeki hadis-i şeriftir. Az konuşmak, Peygamber Efendimizin (asm) bir hasletidir. Efendimiz (asm) boş lâf konuşmaz, şaka yaparken bile bir hakikati dile getirirlerdi.

Çok konuşmak sığlık, suskunluk ise derinliktir. Bu hakikati Şems-i Tebrizî şöyle ifade ediyor: “Sığ suları en hafif rüzgârlar bile coşturabiliyor. Derin denizleri ise ancak derin sevdalar. Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her sey susuyor. Anladım ki susan her şey derin ve heybetlidir.”

Çok konuşmak, çok hata yapma riski taşıdığından, az konuşan daha az hata yapacaktır. Böylece insanın maddî ve manevî olarak zarar etme riski azalacaktır. “Ben dilime hâkim olurum, benden fenâ söz sudur etmez” demek, şeytanın tuzağına düşmektir. Zira insanlarda bazı duygular tahdit edilmemiş, serbest bırakılmıştır. Konuşma arzusu da tahdit edilmemiş duygulardandır. İnsan konuştukça kendisini dinleyenler tarafından takdir edildiğini düşünür. Daha fazla konuşmak ister. Ama ağızdan çıkan her söz doğru ve zararsız olmayabilir. Çok konuşan insanın hatalı söz söyleme ihtimali de artar. Onun için atalarımız, “Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz” demişlerdir. Ayrıca, “Söz gümüşse, sükut altındır” sözü de, altın değerinde bir atasözüdür. Ne var ki, insanlar altın yerine genellikle gümüşü tercih ediyorlar.

Bugün gerek aile içinde, gerekse sosyal hayatta, insanlar arasındaki geçimsizliğin, dargınlığın ve hattâ kavgaların büyük çoğunluğu gereksiz ve fazla sözlerden kaynaklanmaktadır. Aile içinde özellikle karı koca arasında meydana gelen tatsızlıkların sebebi, çevreden intikal eden dedikodular, ağızdan çıkan kırıcı sözler ve tartışmaların gereksiz yere uzatılmasıdır. Ufak bir tartışma, bir tarafın susmasıyla sona erecek iken, her söz yeni bir tartışmanın kapısını açar ve böylece münakaşalar ve kavgalar meydana gelir. Hâlbuki bir taraf biraz fedakârlık yaparak susmasını bilse, belki karşı taraf da aynı olgunluğu gösterecek ve tartışmalar tatlıya bağlanarak kavgalar önlenecektir.

Bu konuda Mevlâna Hazretlerinin gösterdiği bir davranış, insanlık için ibret alınacak bir hikâye teşkil etmektedir. Hz. Mevlâna, Konya çarşısında dolaşırken, sinirli bir esnafın bir müşterisiyle tartıştığını duymuş. Esnaf, tartıştığı adama, “Bana bak, bana bir söylersen benden bin işitirsin” diye bağırıyormuş. Mevlâna Hazretleri dükkânın kapısına varmış, esnafın gözlerinin içine bakarak, “Bana bak, bana bin söylesen, benden bir bile işitemezsin” demiş. Bunun üzerine, az evvel bin cevap vereceğini söyleyen adam, başını önüne eğmiş, bir tek cevap bile verememiş.

İnsanın çok söz söylemeye gücü yeter ama, ağızdan çıkan bir tek sözü geri getirmeye gücü yetmez. Zira ağızdan çıkan bir söz, namludan çıkan kurşun gibidir. Onu geri döndürmek mümkün olmaz. Bu söz, zararlı bir söz ise, vardığı hedefte kurşundan daha fazla bir tahribata neden olabilir. Konuşmaya başlarken bu gerçeği düşünsek, her halde bu kadar rahat ve pervasız konuşamazdık. Konuşurken de yüreğimiz titrerdi.

Güzel söz söylemek bir sanat olduğu gibi, güzelce susmasını bilmek de bir sanattır. Nitekim eskiden “suskunlar meclisi” adı altında dernekler kurulmuştur. Orada selâm bile işaretle verilmiş, gözlerle ve gönüllerle sohbetler edilmiştir.

Az konuşmanın önemi hakkında ne kadar çok söz söylense ve yazı yazılsa yine de azdır. Nitekim bir konuşmacı, az konuşmanın faziletleri hakkında konferans verirken, sözlerini şu cümle ile bitiriyor: “Az konuşmanın fazileti hakkında günlerce konuşabilirim.”

Ben de az konuşmanın önemi hakkında makale yazarken yazıyı uzatıp kendimle ters düşmek istemiyorum. “Huyların efendisi” olan az konuşmanın, aynı zamanda efendilerin bir huyu olduğunu belirtmek istiyorum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*