Hz. Ali (r.a.), Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yakını, Âl-i Beyt’in mümessili, harikulâde bir cesaret sahibi, ilim şehrinin kapısı olduğu halde neden hilâfet sırasında en sona kaldı? Hâlbuki hilâfete lâyık idi. Neden en önce değil de en son halife oldu?
Bu önemli sorunun cevabını yine Âl-i Beyt’ten bir kutb-u a’zam şöyle vermiştir:
“Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali’nin (r.a.) hilâfetini arzu etmiş, fakat gaipten ona bildirilmiş ki, murad-ı İlâhî başkadır. O da arzusunu bırakıp murad-ı İlâhî’ye tâbi olmuş.” (Ramuzu’l-Ehadis, s. 293; Nursi, Bediüzzaman Said, Mektubat, Risale, s. 147)
Peygamber Efendimize (a.s.m.) arzusunu bıraktıran bu önemli sır ne olabilir?
Bunu da Üstad Said Nursi şöyle ifade ediyor: Peygamberimizin (a.s.m.) vefatından sonra sahabeler ittifak ve ittihada çok muhtaç idiler. Hz. Ali (r.a.), kimseye boyun eğmeyen, korkusuz, ibadetine aşırı düşkün, müstağni tavrı, herkes tarafından kabul edilen kahramanlığı itibariyle bazı kimselerde ve kabilelerde rekabet damarını harekete geçirip tefrikaya sebebiyet vermesi ihtimal dahilinde idi. Bu durum, ittihat ve ittifaka zarar verebilirdi.
(Nursi, Bediüzzaman Said, Mektubat, Risale, s. 147)
Hz. Ali’nin (r.a.) rivayet ettiği şu Hadis-i Şerif de kendisinden sonra Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) geleceğini ifade buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Hz. Ali’ye (r.a.) şöyle buyurur:
“Aziz ve Celil olan Allah’tan seni takdim etmesini (önce hilâfete geçmeni) üç kere istedim, kabul etmedi. Ancak Ebû Bekir’i kabul etti.” (Ramuzu’l-Ehadis, s. 293)
Kur’an’ın toplanıp bir kitap hâline getirilmesi çok önemli bir konu olarak önlerindeydi. Ayrıca, yalancı peygamberler ortaya çıkmış, onlarla mücadele edilmesi gerekiyordu. Bunlar için birlik ve beraberliğe şiddetle ihtiyaç vardı.
Hz. Ebû Bekir (r.a.), hem Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mağara arkadaşı, hicrette yoldaşı olması hasebiyle bu birlik ve beraberliği sağlamaya daha uygundu. “Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer’in yolu üzere gidin.” (Tirmizî, Menâkıb: 16, 37; İbn Mâce, Mukaddime: 11) Hadis-i Şerifi, bu ikisinin kendisinden sonraya kalacaklarını, Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) önce halife olacağını, ondan sonra Hz. Ömer’in (r.a.) halife seçileceğini işaret etmektedir. Dolayısıyla bunlara uyulmasını Peygamber Efendimiz (a.s.m.) tavsiye ve teşvik etmektedir.
Bir başka sebep de, Hz. Ali (r.a.) döneminde yetmiş üç fırkanın fikirleri ortaya çıkmıştır. Bunların karşısında, dayanabilecek olan, hem Âl-i Beyt, hem zâhid, bir gecede bin rekât namaz kılan, hem harika bir ilim sahibi olmalı ki, o bid’at ve sapık fikirlere karşı koyabilsin. Sözü ve tavrı hüccet olabilsin. Peygamberimizi (a.s.m.) haber verdiği gibi: “Ben Kur’ân’ın tenzili için harp ettim. Sen de tevili için harp edeceksin.” (el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:244; Müsned, 3:31, 33, 82)
O fikrî kargaşanın içinde ancak böyle bir zat dayanabilirdi. Dayandı da.
(Nursi, Bediüzzaman Said, Mektubat, Risale, s. 147)
Benzer konuda makaleler:
- Peygamber efendimizin iletişim tekniği
- Mehmet Kutlular: Bir nur talebesinin siyasetteki istikameti
- Zaferler içre büyüyen Bekir Berk
- Bediüzzaman Said Nursi
- Said Nursi ve Tecdid Geleneği
- Risale-i Nur´un Metod ve Gayesi
- İslam ve Demokrasi