Hz. Peygamber’i (asm) anlamadan, cehaletimiz ortadan kalkmayacak

alt

Ne diyor bu adam? Nedir bu adam? Ve yaşananlar nedendir?
Sorular uzayıp gidiyor.

İnsanın önünde modeller varken yolunu şaşırması düşünülemez. Aklı başında olan rehbere itimat eder ve onu takip eder.

60’lı yaşlarda beyefendi. Görüntüye bakıldığında giyim kuşam gayet güzel ve yerinde. Hatta giyimdeki renk uyumu bile hissedilir cinsten belirgin. Yüz hatlarına bakıldığında yeme içmesi de yerinde, bakımlı beyefendi. Bir ilçe şartlarında yaşıyor.

Diyeceğim o ki, belki de ilçe şartlarında ilçenin tanınan ailelerinden. -Tabiî dileğim o ki, ilçenin ileri gelenlerinden olmasın-

Günlük tıraşını olmuş. Şu hâliyle bir oturuma girse kendini dinletir. Dış görüntü kurtarıyor.

Niye bu kadar bu detaylardan bahsediyorum? Çünkü toplum olarak bizim adamlık kalitemizin temelini bu bakış açısı ve bakış unsurları oluşturuyor. Ama bu doğru değil. Adamlık kalitesi, giyimde, kuşamda, görüntüde aranmamalıdır.

Dışla değerlendirmek, yüzeylerle uğraşmak bir bitmişlik göstergesidir.
Oysa ‘dış içe bir çevrilsek’ diye bir kavram var.
İnsan sûretinde canavarlar ile insan elbisesi giymiş melekleri belirleyen şey; dış değil, içtir.

Neyse konumuza dönelim.
Adam(!), dört beş kişinin bulunduğu oturuma yaklaştı. Yaklaştı, ama oturumumuzdaki insanlarda bir tedirginlik başladı. Hatta oturumdakilerden birisi, ‘geldi bizim belâlı’ diye bir cümle de mırıldandı.

Ben de, bir misafir olarak kimin kim olduğunu bilmiyorum.
Neyse, hoş beşten sonra… Tokalaşıldı ve oturuma buyur edildi.
Önce biraz ‘Nasılsınız, iyi misiniz?’ muhabbetinden sonra, yavaş yavaş konuşulan konular derinleşiyordu.
Bizim oturumda olmamızdan olsa gerek, konu döndü dolaştı eğitime geldi. Aile üzerine birkaç soru soruldu. Tabiî ortamı, kişileri çok bilmeyince konuşmak bir iyi, bir de kötü oluyor. Ama şartlar ne olursa olsun, doğrunun hatırını da âlî tutmak gerektiğini biliyorum. Yani birileri memnun olsun diye, hakkın hatırını yok etmek, hakka karşı bir hürmetsizlik olacaktır.

Her doğruyu söylemenin, herkesin her zaman, hakkı olmadığını da biliyorum.

Adam(!) bana soru soruyor.
-Hocam, benim bir kızım var. Liseye gidiyor. Bir iki kezdir sınava giriyor, ama hiç doğru dürüst bir sonuç yok. Arkadaşlarının aldığı puanı o alamıyor. Bu da bizim damarımıza dokunuyor. Bizim aile ilçede bilinir, tanınır. Onun için aileye yakışmayan bir görüntü taşıyınca en son ben de bugün, iyice bir dayak attım. Neredeyse ayağa kalkacak hali kalmadı. Ağzından burnundan kan geldi. Adam olsun bu çocuklar. Yoksa biz ailemizin üzerine bir söz söyletmeyiz. Yani falancanın kızı başarısız olmuş, falancanın kızı falancanın kızından daha iyi sonuçlar almış denilsin istemeyiz. Hocam yanlış mı düşünüyorum?

Adam katlanılacak gibi değil. O konuşurken birkaç kişi kalktı gitti. Adam yaptığının doğruluğuna inanmış. Attığı dayağı ballandıra ballandıra anlatıyor.

Benim ülkemin zavallı gençleri!
Gerçekten o kadar çok şeylere katlanıyorlar ki.
Baba(!)’nın cümleleri beni etkiledi. Duygulandım. Kendimi yirmi yaşında bir kız çocuğunun yerine koydum. Yumrukları suratıma inen bir baba, tekmeleri vücuduma gelen bir baba manzarası karşısında gerçekten irkildim. Adam anlattıkça sanki tokatlar suratıma iniyordu. Gözyaşlarımı tutamadım.

Ağladım, ağladım, ağladım…
Gözyaşlarımı adama göstermemeye çalıştım. O ise sürekli konuşuyor ve kendi kendine sorular üretiyor.
Oysa ortamın ne tadı ne tuzu kalmıştı. Peşpeşe dört beş tane soru daha sordu. Ama bütün soruların cevabı yoktu.
Aslında cevap aramak için sorular değildi bunlar. Sadece—kendi kendine verdiği—haklılığını pekiştirecek, destek arayışı idi.

Benimle birlikte genç güvenlikçi beyefendi de ağlamaya başladı.
Gözyaşlarımızı gören baba, durumu geç fark etti ve donup kaldı.
O, bir baba olarak genç kızına attığı dayağı anlatıyor, kendisi ve kızıyla-–iman kardeşi olmanın dışında—bir bağı olmayan iki kişi gözyaşları döküyordu. Özellikle beni duygulandıran, ‘Ayağa kalkacak hali kalmadı’ cümlesi oldu. Yani bir baba, nasıl gençlik dönemindeki bir çocuğunu, bir okul başarısı beklentisi için bu derece döver ve bunu da böbürlene böbürlene anlatır?

Böyle bir ruh haline nasıl ‘baba’ denir, nasıl ‘insan’ denir?

Evlâtların, babalarına zerre kadar saygısızlığını kaldıramam. Dinimizin ‘‘öf’ bile demeyiniz”ini böyle anlıyorum. Ama gençlik yaşlarındaki bir kız evlâdı, bir erkek evlâdı ayağa kalkamayacak kadar dövmeyi de yine en az diğeri kadar anlamsız buluyorum. İkisi de dini anlayamamanın bir göstergesidir. Tam bir cehalet yansımasıdır.

Neyse ki, sonra sonra epeyce konuştuk.
Kendimizi zor da olsa toparlayarak, bize bir görevin düştüğünü anlamıştık.
Ebu’l-Vefa Hazretlerini anlattım ona. Çocuğunun problemini kendinde arayan, kendinin ihmalinde arayan, kendinin rızkına haram karışmasında arayan bir baba örneğini paylaştım.

Evet, bütün mesele, çocuklarda, gençlerde bir problem ortaya çıktığında, o problemin anne babanın bir ekimi olduğunu unutmamaktır.

Adam, neden sonra kendine gelebildi. Bu sefer dövünmeye başladı. Evet, adamın kurduğu cümlelerden içinde olduğu durum net anlaşılıyordu.

“Cahiliz biz. Peygamber nere, biz nere kardeşim. ‘Ne diyecek komşular, insanlar?’ diye yaşıyoruz her şeyi. Beni çok etkilediniz. Bu durumu düşüneceğim. Kızımla konuşacağım. Ondan özür dileyeceğim. Benim kızım için siz ağlıyorsunuz, bu nasıl bir şeydir? Haydin hoşça kalın.”

Doğrusu bu cümleleri yazarken de, tutamadım kendimi. Ağladım, ağladım.
Yazımı oluştururken dökülen gözyaşlarımı yan masamdaki hocam hissetti, ama ona söyleyemedim.
Yirmili yaşlarda bir kız evlâdını bir baba ayağa kalkamayacak şekilde nasıl döver? Ben halen bunu anlayabilmiş değilim.
Küçük kızını evinin kapısında ayakta karşılayan ve içeri girdiğinde onu alnından öpen bir Peygamberin (asm) ümmeti böyle mi olmalıydı?

Yani masum, güçsüz, mübarek olan kız çocuklarına nasıl el kalkar?
Bu ne kadar yakışır bir babaya? Bu tek başına bir kıyamet! Evet, anlaşılan daha çok çalışmalıyız. Daha çok anlatmalıyız Peygamberimizi (asm).

Ve daha çok ilgi göstermeliyiz çocuklarımıza, kızlarımıza.
O modeli (asm) tam anlamadan, cehaletimiz ortadan kalkmayacak.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*