İbadetler ilâç gibidir

İnsanı Rabbine muhatap eder,
Mahbup ile muhabbettir ibadet.
İnsan kul olmanın zevkine erer,
Hem sıhhat hem saadettir ibadet.
A.Y.

Bedenimiz rahatsız olduğu zaman hemen hekime başvururuz. “Aman doktor çok ağrım var, derdime bir çare” diye şifa ararız. Doktor da gerekli muayene ve tetkikleri yaptıktan sonra bir reçete yazarak elimize verir. “Bunları kullan, şu kadar zaman sonra kontrol için tekrar gel” der.

Hastalığımızın iyileşmesi için verilen ilâçları düzenli ve dikkatli bir şekilde kullanmaya çalışırız. “Sabah, öğle, akşam, tok olarak” diyorsa, günde üç defa yemeklerden sonra ilâçlarımızı alırız. Hatta biz unutsak bile, evde bulunan eşimiz, oğlumuz veya kızımız, bizi uyarır, kendi elleri ile ilâçlarımızı içirmeye çalışırlar. Çünkü onlar da bir an evvel bizim iyileşmemizi isterler. Bir evde bir kişi hasta olsa, bütün aile bundan dolayı rahatsız olur, acı çeker.

Bilindiği gibi, insan sadece bedenden ibaret bir varlık değildir. Beden hânesinde ruh diye bir misafiri mevcuttur. O misafir, ömür denilen süre içinde orada konaklayacak, barınacak, misafirliği bittiği zaman da asıl memleketine dönecektir. Ama bu zaman zarfında ruhun beslenmeye ve barınmaya ihtiyacı olduğu gibi, hastalıklara ve musîbetlere karşı da korunmaya ihtiyacı vardır. İşte bu ihtiyaç, iman ve ibadet dairesinden karşılanır.

Başımız ağrıdığı zaman hemen bir ağrı kesici alırız. Bir an önce rahatlamak isteriz. Kalbimiz daraldığı, ruhumuz sıkıldığı zaman da, bir abdest alıp iki rekât namaz kılsak, içimizin rahatladığını, sıkıntımızın sona erdiğini görürüz. Bir musîbete maruz kaldığımızda, elimizi açıp duâ ettiğimiz zaman, o musîbetin verdiği sıkıntı binden bire iner. Böylece manevî rahatsızlıklarımızdan kurtuluruz.

Ruhun gıdası iman, ilâcı da ibadettir. İnsanın ruhu da aç kalır, hasta olur, yorulur, üzülür. Vücudun mucidi olan Cenâb-ı Hak, ruhumuzun da Yaratıcısıdır. Onun nasıl besleneceğini, hastalandığında nasıl tedavi edileceğini insanlara bildirmiştir. İbadetlerin belli aralıklarla düzenli bir şekilde yapılması gerektiğini emretmiş, ruhun tedavi yollarını göstermiştir. İyi beslenmeyen ve temiz tutulmayan beden çabuk hasta olduğu gibi, gerekli bakımı, önleyici ve koruyucu tedavisi ihmal edilen ruh da hemen hastalanır, insanın ebedî hayatını karartır.

Cenâb-ı Hak, insan ruhunun ne kadar hassas ve ne kadar hastalıklara müptelâ olduğunu bildiği için, ruhlara hem gıda, hem aşı, hem de şifa olarak ibadet nimetini vermiştir. İbadetler hastalıklarımıza karşı da bir ilâç olarak ihsan edilmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi, bizim ibadetimize hiç ihtiyacı yoktur.

“Evet, Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; mânen hastasın. İbadet ise, mânevî yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risâlelerde ispat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: ‘Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?’ Ne kadar mânâsız olduğunu anlarsın.” (23. Lem’a)

İşte insanın en büyük yanılgısı burada ortaya çıkıyor. Yani manen hasta olduğunu bilmiyor. Kalbindeki yaraların, ruhundaki marazların farkında değil. Tıpkı zil zurna sarhoş bir sürücünün, alkol muâyenesi yapmak isteyen polislere peltek bir dil ve zor anlaşılır bir konuşma ile “Ben sarhoş değilim” dediği gibi, gafletten sarhoş olmuş bir insan da mânen hasta olduğunu kabul etmiyor. Onun için ibadetin önemini ve kıymetini bilmiyor. Ama ayık olanların sarhoşlara yardım etmesi, onları o bataklıktan kurtarmaya çalışması da bir insanlık görevidir.

“Allah’a inanıyorum, Peygamberi tanıyorum, bu bana yeter” diyerek ibadet etmeye ihtiyaç duymayan insanlar da, bir yönüyle sokaklarda sızıp kalmış sarhoşlardan farksızdırlar. Onlara kızmak, “Beter ol” diye bedduâ etmek yerine, acımak ve yardım etmek gerekir. İbadetin ne büyük bir nimet ve  ne şifalı bir ilâç olduğunu anlatmak, onların da manevî yaralarına şifa olmaya çalışmak, hem dinî hem de vicdanî bir vazifedir.

Evvelâ kendi ruh sağlığımızı korumaya, ibadetlerimizi devamlı ve düzenli bir şekilde ifa etmeye çalışmalıyız. Sonra da evimizde namaz kılmayan aile fertleri varsa, onları bu gaflet uykusundan uyandırmak birinci vazifemiz olmalıdır. Nasıl ki hasta olan bir evlâdımızın bir an önce iyileşmesi için ilâçlarını zamanında kullanmasına yardımcı oluyorsak, namazını kılmaktan gaflet eden çocuğumuza da namaz vakitlerini hatırlatıp, kılmalarına yardımcı olmalıyız. Onların manevî ilâçlarını düzenli bir şekilde almalarını sağlamalıyız. Daha sonra da çevremizdeki insanlara aynı şekilde yardımcı olmaya çalışmalıyız.

İşte o zaman hem bedenen, hem de manen sağlam insanlardan meydana gelen bir toplum ortaya çıkacak, insanlığın kalitesi yükselecektir inşâallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*