İbn Kayyim El-Cevzi (1292-1350)

Bediüzzaman Said Nursi tarafından, şiddetli münekkit-muhakkik olarak tarif edilen, İslam ilimlerinin bir çok dalında eser veren ve Hanbeli mezhebinin meşhur alimlerinden olan İbn Kayyim, 1292 yılında Dımaşk’ta doğdu. İbn Kayyim lakabıyla meşhur oldu. Dımaşk’taki Cevziyye medresesinin kayyimi (medrese ve cami hizmetini gören kimseler için kullanılan isim) olan babası Ebu Bekir’in bu özelliğinden dolayı, kendisi “İbn Kayyim” olarak tanındı.

Künyesi, Ebu Abdullah Şemseddin Muhammed bin Ebu Bekir bin Eyyüb ez-Zürai ed-Dımaşki el-Hanbeli şeklindedir.

İlk derslerini babasından aldı. Arap dili ve edebiyatı alanında Mecdüddin Ebu Bekir bin Muhammed et-Tunisi ve Muhammed bin Ebü’l-Feth el-Balebekki’den kelam ve usul alanında, Şafii usul alimi Safiyüddin el-Hindi’den fıkıh alanında, Mecdüddin İsmail bin Muhammed el-Harrani ve Takıyüddin İbn Teymiyye’den çeşitli İslami ilimler alanında ders aldı.

İbn Kayyim, 1336 yılından itibaren imamlık ve hatiplik yaptı. İbn Teymiyye’nin vefatından sonra Sadriyye Medresesinde ders vermeye başladı. Bu hocalık vazifesini vefatına kadar sürdürdü ve çok sayıda talebe yetiştirdi. Yetiştirdiği talebeleri kendisinden sonra söz konusu medresede ders verdiler.

Memluk idaresinin, hocası İbn Teymiyye’ye uyguladıkları baskıdan İbn Kayyim de nasibini aldı. Hazreti İbrahim’in kabrinin ziyareti için yapılan yolculuğa karşı çıkması, hapse atılmasına sebep oldu. Bunun dışında hocası ile beraber Dımaşk Kalesinde hapsedildi ve İbn Teymiyye’nin vefatından sonra serbest bırakıldı. Bir çok kişiden ders aldığı halde en fazla etkilendiği kişi olan İbn Teymiyye’den hiç ayrılmadı. Bu sebepledir ki, çoğu zaman isimleri beraber anıldı.

Kitaba olan merakından dolayı çok sayıda eser toplayarak zengin bir kütüphane vücuda getirdiği rivayet edilmektedir. Hac farizası için birkaç kez Mekke’ye seyahat etti. Bunun dışında Kahire, Kudüs ve Nablus gibi şehirleri de ziyaret etti. 1350 yılında memleketi Dımaşk’ta Hakk’ın rahmetine kavuştu. Cenazesi Babüssagir Mezarlığına, annesinin yanına defnedildi.

İbn Kayyim, genel olarak usulde Hanbeli mezhebi çerçevesinde hareket etti. İbn Teymiyye ile birlikte Selefiyye ekolünün ileri gelenlerinden biri olarak kabul edilir. Hocasının fikirlerini en fazla yayanlardandır. Çalışmalarında adalet ve toplum yararı için dini ve sosyal ıslah projeleri üzerinde fikirlerini beyan etti. Şeriatın ruhunu anlayarak, toplumsal olayları bu çerçevede değerlendirmeye çalıştı. Taklidin sebep olduğu fikri durgunlukla mücadele etti.

İbn Kayyim, bir kabrin özel bir sebeple ziyaret edilemeyeceğini savundu. Çok teferruatlı ve çok yönlü bir alim olmakla birlikte, ifrata kaçtığı durumlar da oldu. Vehhabilerin büyük imamlarından olup, Muhyiddin-i Arabi (ks) gibi büyük zatlara karşı fazla hücumda bulundu. İbn Teymiyye ile beraber Şialara karşı Ehl-i Sünnetin görüşlerini ifadede gösterdikleri tutum tenkit edildi. Bu ekol mensupları, Hazreti Ebubekir’in (ra) Hazreti Ali’den üstünlüğünü müdafaa edelim derken, Hazreti Ali’nin kıymetini düşürdüler. Harika faziletlerini sıradan hale indirgediler. Bir çok evliyayı inkar ve tekfir ettiler. (Mektubat, s. 353)

İfrata kaçan fikirlerinin yanında, Risale-i Nur’da, tahkik ve tenkit yönlerine de dikkat çekildiğini görüyoruz. Mesela; hadislerin çok ince bir çalışmanın sonucu olarak tetkik edilip, sahih olanla olmayanın birbirinden ayırt edilmesinde önemli katkılarda bulundu. Bu meyanda şu tespitin yapıldığını görüyoruz; “İbn Cevzî gibi şiddetli binler münekkitler çıkıp, bazı mülhidlerin veya fikirsiz veya hıfzsız veya nâdanların karıştırdıkları mevzu ehadisi tefrik ettiler, gösterdiler.” (Mektubat, s. 113) Yine hadis konusunda, tetkik ve incelemenin boyutlarının da aşıldığı gözlenmiştir. Bediüzzaman Hazretleri bu konuda da şu ifadelere yer vermektedir: “İbn-i Cevzî gibi bazı muhakkikler, tenkitte ifrat edip, bazı ehadis-i sahihaya da mevzu demişler. Fakat her mevzu şeyin manası yanlıştır demek değildir; belki ‘Bu söz hadis değildir’ demektir.” ( Mektubat, s. 95)

Hadis alanında yaptığı çalışmaları değerlendirilirken ise; “… meşhur allâmelerden ve tashihte çok müşkülpesent, hatta çok sahihlere mevzu deyip kabul etmeyen İbn Cevzî …” (Mektubat, s. 125) ifadeleri kullanılmıştır. Hatta bazı hadislere mevzu demesi taaccüple karşılanmıştır. Dikkat edilmesi gereken husus, her zayıf veya mevzu hadisin manasının yanlış olmadığıdır. Bir hadisin ananevi senedi ve sahihliği kesin olmayabilir ancak, manası hak ve hakikat olabilir. (Şualar, s. 364)

İbn Kayyim, belli bir mezhebe bağlanmanın gerekmediği görüşündedir. Ona göre bir mezhebe bağlanmak, doğrudan doğruya sahabe ve tabiine ulaşma, başvurma imkanını ortadan kaldıracak, bazı sahabelerin görüşlerinin safdışı kalmasını netice verecektir. Buradan hareketle, devlet adamlarının belli bir mezhebin görüşüne göre hareket edecek bir kadıyı atayamayacağını savunur.

İbn Kayyim, herkesin içtihat edemeyeceği görüşündedir. Taklit edilmesi caiz olan birinin taklit edilebileceğini savunur. Ancak, taklit eden kişinin, uyduğu görüşü diğer görüşlerden daha doğru saymaya hakkının olmadığını belirtir. Siyasi konularda ise dine aykırılık/uygunluk ölçüsüyle hareket etmiştir. Herhangi bir durum hakkında vahiy inmemiş ve Hazreti Muhammed’in (asm) sünneti içinde yer almamışsa, toplum düzenini sağlayıcı ve insanların durumlarına uygun kural ve tedbirler siyaset dairesi içinde yer alabilir, demektedir.

Akıl ve vahyin çatışmadığını savunur. Dinin amacının bizzat Allah’ı tanıma, O’nu sevme, O’na itaat etme ve yakınlaşma olduğunu dile getirir. Allah marufu emreder, münkeri nehy eder ifadesini; akıl ve fıtrata uygun olanı emreder, aykırı olanı yasaklar şeklinde izah eder. Vahyin, akıl ve fıtratta var olanı açıklayıcı, onaylayıcı ve hatırlatıcı olarak geldiğini, belirtir. “Peygamberlerin tebliğleri ile selim fıtratlar birleştirerek sahih akılların temize çıkardığı güzel ameller vücuda geldi. amellerin güzelliği neticesinde de din, fıtrat ve akıl buluşarak ittifak etmiştir.” der.

İbn Kayyim, Allah’ın Peygamber Efendimiz’e (asm) “neyi kast ettiğini açıklama” yetkisini verdiği görüşündedir. Ona göre Hz. Peygamber, Allah adına hüküm koyabilir. Resulullah, Allah’ın özel ve genel ifadelerle kast ettiği anlamı açıklar; hüküm ve fetvaları da kitap kaynaklıdır. Dolayısıyla, Peygamberimizin bütün sözleri Allah adına yapılmış açıklamalardır. Bu sebepledir ki, Peygamberimizden sahih olarak gelen bir söz, hiç bir insanın sözü sebebiyle terk edilemez.

Ona göre, sahabeler, ümmetin en fakihi, en alimi, dini hükümlerin maksat ve hikmetlerini en iyi bilen kişileridir. Sahabeler içtihat yaparken hata da isabet de edebilirler. Her iki halde de ecir kazanırlar. Sahabelerin bilgileriyle sonrakilerin bilgileri arasındaki fark, her iki gurubun faziletleri arasındaki fark gibidir. Bunun yanında; “Sahabe ve tabiinin rehberliğinden daha mükemmel yoktur” demek suretiyle, tabiinin görüşlerini de yüceltmiştir. (H. Yunus Apaydın; “İbn Kayyim el-Cevziyye”, TDVİA., XX. Cilt, s. 114)

İtikadi konularda Selefiye anlayışına mensup olup, kelamcıları aşırı şekilde eleştirmiştir. Hazreti Muhammed (asm) ile ashabının gittiği yolu gerçek anlamda Selefiyye alimlerinin temsil ettiğini savunmuştur. Diğer mezheplerin, kendilerine uymayan görüşleri tevil adı altında tahrif ettiklerini, kendi kanaatlerinin mutlak doğruluğuna inandıklarını iddia etmiştir. Tasavvuf mensuplarını da eleştirerek, onların görüşlerinin Kur’an ve Sünnet ile karşılaştırılıp, uygun olmayanların reddedilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu meyanda, İslam anlayışındaki gerçek bilginin delile dayandırılması gereğine vurgu yapmıştır.

Çok yönlü bir alim olan İbn Kayyim, yüze yakın eser bırakmıştır. Akaid, ahlak, tasavvuf, tefsir gibi değişik dallarda eser kaleme almıştır. Hayatı ve görüşleri, yaşadığı zamandan itibaren dikkat çektiğinden, kendisi ve eserleri ile ilgili olarak çok sayıda çalışma yapılmıştır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*