İftar telâşesi ve sevinci

Milletimizin nezdinde, Ramazanların ihyası bir başka olur. Ramazanı meydana getiren her cüz milletimizin arasında çok değer verilen şeyler arasındadır. Cumhuriyetten bu tarafa, din cahili bırakılmalarına rağmen, yine de ihlâsla, Ramazan ayını çok iyi geçirirler. “Ramazanın cüzleri” dedik. Yani; terâvihi, sahuru, imsakı, orucu, iftarı ile Ramazanı meydana getiren ve hepsi de birer ibadet olan o güzel amellerin yanına bir de, Kur’ân hatimleri, zekât, fitre vs. de ilâve edilince, bu urlu ay bambaşka bir havaya bürünür.

İşte, Ramazan boyunca, Allah nasib ederse, makalelerimizde bu mübarek ayın cüzlerinin, halk nezdinde yaşanan hâllerini, sizlere yazmaya çalışacağız inşâallah!
Ramazanı meydana getiren cüzler, parçalardan iftar ile başlayalım dedik. Evet, iftarlar bizim milletimiz nazarında çok renkli, heyecanlı ve güzel geçen anlardır. Saatler öncesinden başlayan iftar telâşesi, en nihayetinde oruçların açılmasıyla, yerini iftar sevincine bırakır. İftar sevinci diyoruz ya, bu öyle sıradan bir sevinç değil. Lâfın gelişi olarak da söylemiyoruz. Bunu, bakınız Peygamberimiz (asm) nasıl ifade ediyor: “Oruçlunun iki sevinci vardır: Birinci sevinç, iftar ettiği zaman, ikinci sevinç de Rabbine kavuştuğu zamandır.“

Bu sözleri, bu hadis-i şerif ışığında söylüyoruz. İftar telâşesinden, iftar sevincine işte böyle geçiş yapılıyor. Ne kadar güzel! Allah’a kavuşmaya denk bir sevinç olan iftar sevinci…

İftar telâşesini, hanımlar evde bir ayrı yaşar. Yemek yapmanın, hele de her gün değişik ve taze yemek çeşidi hazırlamanın telâşesi, heyecanı başkadır. Akşam eve gelen herkes yemek soracaktır. Çocukluğunda kış, gençliğinde yaz, orta yaşlılıkta tekrar kış ve nihayet şimdilerde yaşlılığında yine yaz Ramazanlarını yaşamış olarak, her bir mevsimde ayrı iftar telâşeleri yaşamışızdır. Okurken ve çalışırken, kış mevsimlerine denk gelen Ramazanların iftar saatlerinde eve yetişmenin telâşı herkesi sarar. Bazen, bu şeytandan olan aceleden dolayı da, insanların başına bazı tatsız hâller de gelir. Bir de, bazı densizlerin ihdas ettiği “oruç başına vurmuş” saçmalığı ile birbirine girmeler, kavgalar gibi hiç hoş olmayan ve orucun, Ramazan’ın özüne yakışmayan hâller görürüz, işitiriz.

Gerçi, kaza vs. gibi tatsız olmayan hâller güzeldir de. Pide kuyruğunda beklemenin özellik ve güzelliğini başka milletler tadar mı bilmem? Bunun yanında, eve yetişme duygusu ile vasıtalara yetişmeye çalışanların o hızlı hareketlerini görmek çok güzel oluyor. Emekli olmadan önce mesai 17.30’da biterken, iftar 17.25’te oluyordu. Ramazandan önce, idaremdeki şubede bulunan personelin evine yetişmeleri için Başmüdürün yanına giderek, personelin iftara rahat yetişebilmeleri için onları biraz erken göndereceğimi söyledim. Başmüdür de, “Her gün bir kişiyi nöbetçi bırakıp vaziyeti idare et” dedi. Kendi kendime “Acaba diğer personeli her gün yollayıp, mühendisleri mi nöbete bırakayım?” diye düşünürken, aklıma daha değişik bir fikir geldi ve personeli toplayıp bunları anlatırken başmüdürden onlar için izin istediğimi söyleyerek; “durum böyle, sizleri yarım saat, kırk beş dakika önce yollayacağım. Her gün bir kişi nöbetçi bırakacaktım, ama ondan da vazgeçtim. Her gün nöbetçi olarak ben kalacağım, siz hepiniz gidin” dedim. Tabiî bu duruma çok sevindiler. Onlar iftardan önce gittiler. Ben de, vakit girer girmez hemen suyla orucumu açıp, mescidde namazımı kılarak yola çıkıyordum. Aman Allah’ım! Yarım saat önceki trafik keşmekeşi, telâşesinden eser kalmamış, yollar bomboş. Arabaya atladığım gibi, kırk beş dakikada ancak evlerine gidenlere bedel ben, on-on beş dakikada evde oluyor, daha hane halkı sofradayken yetişiyordum. Ertesi gün personelden, çok sıkıntıyla evlerine yetiştiklerini, benim durumumun daha iyi olduğunu işitiyordum. İşte bu da geçmişten size naklettiğim tatlı bir iftar hatırası.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*