İğtinâm-ı fırsat

İğtinâm-ı fırsat; fırsatı ganimet bilmek, fırsatı kaçırmamak, fırsattan istifâde etmektir. Esâsında hayat büyük bir nimettir. Zaman ise o nimeti gayatü’l-gâyata sevk etmekte istimâl edilecek en önemli zemberektir.

“Fırsatlar stok edilmez” önemli bir hakîkattir. O halde hayatımızın en önemli gâyesi Kur’ân ve sünnet-i Resûlullah’ı (asm) asrımıza en eşmel ve mükemmel bir sûrette tefsîr eden Risâle-i Nûrları okumak, anlamak, idrâk edip tatbîk etmek olmalıdır. Bu noktada Risâle-i Nûrları okumayı iğtinâm-ı fırsat bilmek gerekir. Çünkü kâinatta Risâle-i Nûr’un dâvâsından dahâ büyük ve ehemmiyetli bir dâvâ yoktur. Risâle-i Nûrların iştigâl ettiği dâvâ, îmân ve Kur’ân dâvâsıdır. Öyleyse en büyük iğtinâm-ı fırsat Risâle-i Nûrlar ile iştigâl etmektir diyebiliriz.

O halde bütün hayatımızı o dâvâya sarf etsek yine de az düşer. Çünkü mukâbilinde büyük bir fiyat alıyoruz. “Risâle-i Nûr dairesine ihlâs, sadâkat ve tesânüd sıfatları ile dâhil olanlar ve iştirak edenler îmân ile kabre girecektir” diye işârât-ı Kur’ânîye olduğunu Bedîüzzamân Hazretleri beyan eder. Bu fırsatları kaçırmak istemediğimiz içindir ki, acele ediyoruz. Nûrlara koşuyoruz, Nûrları yaşıyoruz ve Nûrlarla soluyoruz. Ubûdiyetin iktizâ ettiği ve bu Nûrlardan aldığımız derslerin delâlet ettiği vecihle bütün kusûrları, fenâlıkları nefsimizden ve iyilikleri, iyi şeyleri Allah’tan biliyoruz. Nûrlara ve Kur’ân’a hizmeti hasbî olarak arzu ediyoruz ve neşrine muvaffak olamadığımız için ve yeterince hizmet edemediğimizden mü’minler hesâbına çok müteessir oluyoruz. Bu halimize de şükürler olsun diyoruz. Çünkü onlardan nasipleniyoruz ve feyizyâb oluyoruz.

Öyleyse bu fırsatı kaçırırsak, dünyamız ağladığı gibi âhiretimiz dahi ağlayacak “O dünyada da, âhirette de ziyana uğramıştır” 1 âyetinin tokadını yiyeceğiz ihtarından da korkuyoruz. Kevser-i Kur’âniye havuzu olan şahs-ı mânevîyeden ümîtvârız. Biliyoruz ki o şahs-ı mânevîyeye kusûrlar dahil olmuyor, haseneler ise aynı misliyle bütün olarak ihlâs ve sadâkatle iştirak edip sebat edenlerin defter-i a’mâline bitamâmiha geçiyor.

Bu hakîkat karşısında bizler de demeliyiz ki; “Öyleyse, asıl üstâd Kur’ân’dır. Üstâd-ı muhteremimiz, elyak ve elhak muarrifi, mübelliği ve müderrisidir. Biz muhtaçlar fırsatı ganimet bilmeli, cevherleri almalı, kalbimize, dimağımıza nakşetmek, dâreynde medar-ı saâdetimiz olacak olan bu Nûrları alâ kadri’t-tâka neşre çalışarak muhafazasını kuvvetleştirmeliyiz.” 2

Hem de “Âdeta, fetret devri denmeye sezâ olan bu zamanda, irsiyet-i Nübüvvet makâmında, i’lâ-yı kelimetullah uğrunda maddeten uğraşan seyl-i dalâletle kapanmış olan râh-ı Hakka çığır açan bir recül-ü fedâkâra iltihak ve muavenet etmek ve bu vesîleyle fırsatı ganimet bilerek, zulümattan nûra mazhar olmak lüzûmunu his ve intikal ettim.” 3 diyebilmeliyiz.

Dipnotlar:
1- Hac Sûresi, 22:11.
2- Barla Lâhikası, s. 60.
3- Barla Lâhikası, s. 375.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*