İhlâsı anlamak ve yaşamak üzerine

(Bu konuyu benden rica eden eğitimci meslektaş kardeşime ithafen…)

Alemlerin Efendisi Hz. Muhammed’in (asm) mübarek ömrü “ihlâsın” en yüce mertebeleriyle doludur.

Yüz yirmi dört binden fazla peygamber (as) silsilesinin hepsinin ömrü her türlü zorluk ve ağır şartlara rağmen “ihlâsın” hassasiyetle yaşandığı hayat kareleridir.

Onların yolundan giden sahabelerin, tabiinin, ulemanın, kutupların, evliyanın, Allah dostu nice gönül erlerinin yaşayışları, gayeleri ve amelleri hep bu “ihlâs” sırrının harika kareleriyle doludur.

Ve modern çağın, âhir zamanın müceddidi, Nebiy-yi Zîşanın varisi Hz. Bediüzzaman; İslâmiyetin özü ve Kur’ân’ın en büyük şiarlarından olan “ihlâsı” hem usûlüne uygun tarif etmiş, hem de tam manasıyla bir asra yakın mübarek hayatıyla yaşayarak kudsî hizmetin şahs-ı manevisine miras bırakmıştır.  

Şimdi, Risale-i Nur Külliyatı ve Hz. Bediüzzaman’dan bu örneklemelere bir göz atıp dersimizi almaya ve değerlendirmeye çalışalım. Risale-i Nur Külliyatının önemli eserlerini tarayarak bu konuda çıkardığım hakikatlerle siz dostlarımı başbaşa bırakıyorum.

İşte “ihlâsın” öne çıkan tarif, konu, başlık ve hakikatlerinden bazıları:

İHLÂS;

Ağızdan çıkan mübarek kelimelerin, zîşuurun kulaklarına girip, nurlandırıp sevap kazandırmasıdır.

Allah’ın rızasından başka kudsî hizmeti hiçbir şeye âlet etmemenin istikametli ve sağlam duruşudur.

Âmî ve ümmî adamların dayanışmasının, bir velâyet hassası ve manevî kuvvetinin tezahürüdür.

Bir tek hakikat-i imaniyeyi dünya saltanatıyla değiştirmemenin sağlam duruşudur.  

Bütün kuvvetini, hakta bilmenin idrakidir.  

Büyük ve bâkî hakikatlerin, fâni ve âciz şahsiyetlere bina edilemeyeceğinin idraki ve yaşanmasıdır.

Cenâb-ı Hakk’ın rızasının sayı çokluğuyla, fazla başarıyla değil, bu sırla kazanıldığının şuuru ve idrakidir.   

Dini siyasete âlet yapmaktan daima kaçınmanın dikkati ve hassaslığıdır.

Duâ, ibadet, neşriyat ve hizmetlerle birbirine “iştirâk-i a’mâl-i uhrevî” düsturuyla amel defterine hasenat yazdırmanın en kısa ve kârlı yoludur.

Ehl-i dalâlete karşı mağlûp olmamak için fedakârlığın, metanetin, sadakatin sırrıdır.

Gerçek kurtuluş reçetesinin yolu ve sırrıdır.

Hakikî Nurculardaki sadakatin, tesanüdün, musîbetlere karşı metanetli duruşun, fakirliklerine rağmen âzamî iktisat, kanaat, sabırla insanlardan istiğna ve yalnız hizmet-i Kur’âniyeyi yaşama mesleği ve yoludur.

Hakperestliği nefisperestliğe tercih etmenin demokratlığı ve adaletperverliğidir.

Harp içinde, avcı hattında, düşmanın top gülleleri arasında Kur’ân-ı Hakîm’in tek bir âyetini, harfini, nüktesini atlamadan at üstünde tefsir yazdırmanın mümtaz örneğidir.

Herşeyde O’nun varlığını tam olarak hissedip inanmanın şuurudur.

Hiçbir felsefenin eli yetişmediği noktaları ve hakikatleri insanlığa ders verip, menfi plânları tesirsiz bırakmanın ilmidir.

Hizmet-i Kur’âniyedeki şahsî hata ve kusurları kabullenip, sırf Allah rızası için itiraf etmektir.   

İbadetin ruhunun, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılması lâzım geldiğini, başka bir hikmet ve faydanın ibadete illet gösterilmesinin, o ibadeti batıl ettiğini anlamaktır.

İnsanların minnetini almamak için elbisesini ve lüzumlu eşyasını bile satabilme mertliğini göstermektir.

İslâmiyetin, Kur’ân’ın, imanın en büyük bir sırr-ı esası olduğunun idrakidir.

Kader-i İlâhînin, Nurdaki hakikî sırrı kırmamak için gelecek şefkatli tokatlarına katlanabilmektir.

Kendi şahsî istirahatı ve dünya hayatının zahmetsizliği uğruna, kudsî hizmeti âlet yapmamaktır.

Kur’ân’ın mu’cizevî tefsiri olan Risale-i Nur’un neşrine zarar gelmemek için kale gibi metin bir şahs-ı mânevî meydana getirip, onun hatırına “eneleri, egoları” yere vurup mahviyet ve tevazuun yaşanmasıdır.

Küfr-ü mutlak ve anarşîliğe karşı ümmet için bütün kuvvetiyle iman hizmetinde fani olmaktır.

Maddî menfaati ve rekabeti; kudsî hizmeti zedelememek için ötelemenin basireti ve fedakârlığıdır.

Muhaliflerin yaptığı zulmü bile maneviyat için bir vasıta olarak kabullenmek ve şikâyette bulunmamaktır.

Niyetin bir ruh olduğunu, o ruhun ruhunun da “o sır” (ihlâs) olduğunu idrak etmektir.

Onunla şereflenen bir adamın yirmi adam kadar fayda verdiğini bilmektir.

Risale-i Nur mesleğindeki terk-i enâniyet, zahmette rahmeti, elemlerde bâki lezzetleri hissetmektir.

Risale-i Nur’u kendi şahsî menfaatine, mânevî kemâlâtına, belâlardan ve muzır şeylerden kurtulmaya âlet yapmamanın idraki, feraseti ve feragatıdır.

Risale-i Nur’un hakîki şâkirtlerine “Nurların” kâfi olduğunu, başka şereflere, mânevî, maddî menfaatlere göz dikmenin zarar getireceğini miras bırakmaktır.

Said’e “zamanın Abdülkadir’i olmasının şifresi” olduğu gibi, fakirliğine rağmen geçimini düşünmemesi, insanlardan minnet almaması; isminin ‘Said’ olması gibi hâl ve yaşayışının da o sırra uygunluğunun ‘mutluluğu ve mesudluğu’dur.

Tarafgirlik damarına girmeden, dâhilden ve hariçten gelen fırtınalı cereyanlara hiç temas etmemek, bu konuda mübarek kardeşleri de zaman zaman îkaz etmektir.

Bu mübarek Ramazan-ı Şerif’te “ihlâslı” yaşamayı ve istikametli kalmayı Cenâb-ı Hak’tan niyaz edelim. (Âmin).

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*