İhlâsın kelime manası; arıtma, saflaştırma, ayırma, katışığını giderme manasına gelmektedir.
İhlâs; ferdin, ibadet ve taatinde Cenâb-ı Hakk’ın emir, istek ve ihsanlarına uymaktır. Abd ve Mabud münasebetlerinde sır tutucu olması, tabiri diğerle, vazife ve sorumluluklarını O emrettiği için yerine getirmesi, yerine getirirken de O’nun hoşnutluğunu hedeflemesi ve O’nun uhrevî teveccühlerine yönelmesinden ibarettir. Ki, saflardan saf sadıkların en önemli vasıflarından biri sayılır.
İhlâs, kul ile Mabud arasında bir sırdır ve bu sırrı Allah, sevdiklerinin kalbine koymuştur.
İnsanın ihlâsı gerçek manasıyla yaşayabilmesi için, öncelikle ihlâsın neden bu kadar önemli olduğunu kavraması ve bu iman seviyesine ulaşabilmeyi içten arzu etmesi gerekmektedir. Çünkü ihlâsın önemini kavramamış olan insanlar güç ve kudreti dünyevî değerlerde arayabilmekte, toplum içinde yer edinebilmek için bunların peşinde koşabilmektedirler. Şan, şöhret, zenginlik, güzellik, akademik kariyer ya da itibar sahibi olmak, bu düşünceye kapılan insanların ardı sıra sürüklendikleri özelliklerdir. Oysa bunların hiçbiri insana ne dünya hayatında ne de ahirette gerçek anlamda kalıcı bir güç ya da itibar kazandıramaz.
Bediüzzaman Said Nursî de, “Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz. Kuvvet haktadır ve ihlâstadır.” (bk. Lem’alar, Yirmi Birinci Lem’a) sözleriyle, mü’minin hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında güç ve kuvveti ancak ihlâsla kazanabileceğini hatırlatmaktadır.
İhlâsı kazanmak ve onu korumak için yapılması gerekenlerden bazıları:
Allah korkusu, insanın ihlâsını arttırmasını sağlayan en önemli yoldur. Allah’ın büyüklüğünü, O’ndan başka bir kuvvet olmadığını, kâinatı yoktan yaratan, bütün canlıları gözeten ve rahmet edenin sadece Allah olduğunu kavrayan insan derin bir sevgiyle Allah’a bağlanır. Dünyada ve ahirette gerçek dostunun yalnızca Allah olduğunu, dolayısıyla rızası aranacak olanın da ancak O olduğunu anlar. Bu güçlü sevginin yanı sıra Allah’tan şiddetle korkar.
İhlâsı kazanmak isteyen bir insan, şu gerçeğin kesin olarak bilincine varmalıdır; insan dünya hayatında yaptıklarının karşılığını ancak ve ancak Allah’tan beklemelidir. Kişinin yaptığı işi Allah’ın rızası, rahmeti dışında herhangi bir karşılık umarak yapması ihlâsı kırıp, kişiyi samimiyetsizliğe sürükler. Çünkü Allah’ın vereceğinin dışında, insanlardan maddî ve manevî menfaatler besleyerek yapılan bir iyilik insana kazançtan ziyade kayıp getirir. İnsan bu düşünceyle yıllarca Allah yolunda hizmet etse bile, bu yaptıklarını sadece Allah’ı razı etmek için yapmadığı sürece, gerçek anlamda ihlâsı kazanmamış demektir. Ancak niyetine Allah’ın rızası dışında bir şey katmadan yaptığı ibadetler kişiye büyük bir ecir ve sevap kazandırabilir.
Bediüzzaman Hazretleri de, ihlâsın, insanın sadece Allah’ın kendisine verdikleriyle sevinip bunlara kanaat göstermesiyle elde edilebileceğine dikkat çekmiştir:
“…Sahabelerin Kur’ân’da övgüye mazhar olan ‘cömertlik-isar’ kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek hasletini kendine rehber etmek! Yani, hediye ve sadâkanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve dine hizmetin karşılığında gelen maddî çıkarları istemeden ve kalben talep etmeden, sırf Allah’ın ihsanı bilerek, insanlardan minnet almayarak ve dine hizmetin karşılığında da almamaktır…”
“Bu dünya hizmet yurdudur, ücret almak yeri değildir. Salih amellerin ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirettedir. O bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, âhireti dünyaya tâbi’ etmek demektir. O salih amelin ihlâsı kırılır, nuru gider. Evet o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder.” (Lem’alar, Yirmi Birinci Lem’a)
Doğrudan doğruya yalnız Allah’ın rızasını esas almak gerektir. Bütün insanlar bir kişiye karşı cephe alsa, hiçbiri ondan razı olmasa, Allah razı olduktan sonra hiçbir önemi yoktur. Çünkü bütün bu insanların kalbi zaten Allah’ın kontrolündedir; Allah dilerse onların hepsini razı eder.
Bunun yanında gösterdiği bir tavırdan dolayı eğer Allah bu kişiden razı olmayacaksa, bütün dünya ondan razı olsa, ona minnet duysa bunun hiçbir önemi olmaz. İnanan bir kimse, bunun Allah katında hiçbir kıymeti olmadığını ve Allah razı olmadığı sürece insanların razı olmuş olmasının ahiretten yana kendisine bir şey kazandırmayacağını bilir. Rızasını kazanacağı güruh sayıca kalabalık, mal ya da makamca güçlü bir kitleden oluşuyor olabilir. Ancak bunların her biri de Allah’ın izni ile hayat bulmuş ve bir gün toprağın altında çürüyüp bütün güç ve kudretlerini kaybedecek olan aciz varlıklardır. Bu sebeple ahirette ne kalabalığın, ne sağladıkları desteğin, ne de dile getirilen takdirlerin hiçbir faydası olmayacaktır. Baki olan ve rızası kazanılmaya asıl lâyık olan sadece Allah’tır. İnsana daimî bir ihlâs anlayışını kazandıracak olan da işte bu gerçeği kavrayarak, ‘insanların rızasından sıyrılıp, sadece Allah’ın rızasını kazanmaya yönelmek’tir.
Allah’ım sen bizi ihlâslı olan kullarından eyle Aminn…
Hesna Nur Erdoğdu
Benzer konuda makaleler:
- Amelleri Koruyan İhlâs
- İhlâs ve uhuvveti yaşayabilmek
- İhlâs ve helâlleşme
- Sırrın ölçüsü nedir?
- İhlâs iddia ile değil, talim ve terbiye ile kazanılır
- Baş ile yapılan secde
- Asrın hastalığı: Nefisperestlik
- Sebepler, Hayat ve Cennet
- Helâl nimet ve şükür
- Hastalığın suretine değil, manasına bak
“Asrın müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin telif ettiği Risale-i Nur’ların medyadaki katıksız dili olmaya özen gösteren Yeni Asya, sağduyulu çizgisinden ödün vermeden ‘doğrunun yanında haklının sesi’ olarak milletimizin gönlünde taht kurmuş bir misyon gazetesidir.”
İlk yorum yapan olun