İstihdam, bir kimseyi bir hizmette kullanma, bir işte çalıştırma; yani, hizmet ettirmedir. Bu, karşı taraf için böyle. Kendi cephemizden baktığımızda ise, bir şeyde çalışıyor, bir maksada hizmet ediyor olmamız mânâsına gelir istihdam.
İstihdam-ı Rahmânî ise, çok şefkatli, çok merhametli ve çok keremkâr Rabbimizin bizleri mükâfaten bir maksatta, bir işte; O’nun rızasına muvafık bir hizmette çalıştırmasıdır. Yani, hakkımızda bir ikram-ı İlâhidir.
Yoksa, hayırlı olmayan, hayra vesile olmayan çok şeylerde çalışıyor insanlar. Bu durum, faydasız bir çalışma olur; ziyan olur emekler!
İhsan-ı İlâhî olarak muhatabı bulunduğumuz hizmetlerde samimî olmalı, sebat etmeli ve hırs göstermemeli; “ene”lere ise, asla paye vermemeli.
İhtiras göstermemeli! Zira ihtiras, bir şeyi aşırı istemektir; aşırı tutkudur; hırs göstermektir. Bunun, hizmet etmek adına da olsa, “istihdam olunuyorum” zannıyla da olsa akıbeti hüsrandır.
Birçoğumuzun malûmu olduğu gibi, Üstadımız: “Ehl-i hidayeti, uluvv-ü himmetten sû-i istimâle ve dolayısıyla ihtilâfa ve rekabete sevk eden, âhiret nokta-i nazarında bir haslet-i memdûha sayılan hırs-ı sevap ve vazife-i uhreviyede kanaatsizlik cihetinden ileri geliyor” ikazında bulunuyor.1
Bunda makam, mevki fark etmez. Kim olursa olsun, bazen hırs, aşırı ihtiras insanın gözünü kör edebiliyor. İnsanı rotasından çıkarabiliyor. Her ne kadar sûret-i haktan görünse de, birtakım talepleri hırsa dönüyor; o kimsenin gözleri hakikati görmüyor. Bu uğurda, eziyor geçiyor; siliyor, süpürüyor! “Benden sonra tufan”; ya da, “Ben olmazsam, dünya yanar, yıkılır” anlayışıyla, kendinden başkasına hakk-ı hayat tanımıyor âdeta.
Bunun, toplumdaki örnekleri haddinden fazla mevcut.
İnsan, bulunduğu konuma nereden geldiğini, nasıl geldiğini; buraya ne maksatla getirildiğini göz ardı etmemeli. Bir diğer husus:
Belli bir görevde tavzif edilen âdemoğlu, aslî görevinden şaşmamalı, haddini de aşmamalı. Aksi hâlde, her yerde olmak, her yerde bulunmak ihtirası, toplumun selâmetine ciddî rahneler açar!
Toplumun rahatına, istirahatına; işleyen düzenine zarar vermek zulümdür. Zulüm, sadece fiilî taciz, fizikî tecavüzden ibaret değil ki. Huzuru harap etmek, problemler üretmek zülüm değilse nedir?
Cenâb-ı Hak: “Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder)” 2 buyurmaktadır.
Demek insan, hayatın her safhasında kametini, kıymetini tartmalı; tenzile düşmemeli.
Aksi hâlde ne olur?
“Keskin sirke, küpüne zarar verir!”
Şu hâlde, “gönlü bol” olmak, gönüllere yol bulmak yolların en doğrusu.
İhtirastan sıyrılmaksa, “er” kişinin işidir…
İhsan-ı İlâhî olarak muhatabı bulunduğumuz hizmetlerde samimî olmalı, sebat etmeli ve hırs göstermemeli; “ene”lere ise, asla paye vermemeli.
İhtiras göstermemeli! Zira ihtiras, bir şeyi aşırı istemektir; aşırı tutkudur; hırs göstermektir. Bunun, hizmet etmek adına da olsa, “istihdam olunuyorum” zannıyla da olsa akıbeti hüsrandır.
Birçoğumuzun malûmu olduğu gibi, Üstadımız: “Ehl-i hidayeti, uluvv-ü himmetten sû-i istimâle ve dolayısıyla ihtilâfa ve rekabete sevk eden, âhiret nokta-i nazarında bir haslet-i memdûha sayılan hırs-ı sevap ve vazife-i uhreviyede kanaatsizlik cihetinden ileri geliyor” ikazında bulunuyor.1
Bunda makam, mevki fark etmez. Kim olursa olsun, bazen hırs, aşırı ihtiras insanın gözünü kör edebiliyor. İnsanı rotasından çıkarabiliyor. Her ne kadar sûret-i haktan görünse de, birtakım talepleri hırsa dönüyor; o kimsenin gözleri hakikati görmüyor. Bu uğurda, eziyor geçiyor; siliyor, süpürüyor! “Benden sonra tufan”; ya da, “Ben olmazsam, dünya yanar, yıkılır” anlayışıyla, kendinden başkasına hakk-ı hayat tanımıyor âdeta.
Bunun, toplumdaki örnekleri haddinden fazla mevcut.
İnsan, bulunduğu konuma nereden geldiğini, nasıl geldiğini; buraya ne maksatla getirildiğini göz ardı etmemeli. Bir diğer husus:
Belli bir görevde tavzif edilen âdemoğlu, aslî görevinden şaşmamalı, haddini de aşmamalı. Aksi hâlde, her yerde olmak, her yerde bulunmak ihtirası, toplumun selâmetine ciddî rahneler açar!
Toplumun rahatına, istirahatına; işleyen düzenine zarar vermek zulümdür. Zulüm, sadece fiilî taciz, fizikî tecavüzden ibaret değil ki. Huzuru harap etmek, problemler üretmek zülüm değilse nedir?
Cenâb-ı Hak: “Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder)” 2 buyurmaktadır.
Demek insan, hayatın her safhasında kametini, kıymetini tartmalı; tenzile düşmemeli.
Aksi hâlde ne olur?
“Keskin sirke, küpüne zarar verir!”
Şu hâlde, “gönlü bol” olmak, gönüllere yol bulmak yolların en doğrusu.
İhtirastan sıyrılmaksa, “er” kişinin işidir…
Dipnotlar:
1- Said Nursî, Lem’alar (yt), 155.
2- Enfâl Sûresi, 25.
Benzer konuda makaleler:
- Azla yetinmek
- “Taallüm-ü Siyaset siyaset değildir”
- İbadet (Üçüncü Söz)
- Hırs ve tamah
- Vazifemizi yapıp, vazife-i İlâhiyeye karışmamalıyız
- Hatıra, kaderidir insanın
- Hayata, hayat katmak!
- Son pişmanlıklar
- Gençlerle hasbihal
- İmtihanın renkleri
İlk yorum yapan olun