Sosyolog Müfid Yüksel: İhvan, Bediüzzaman’ı örnek almalı

Bediüzzaman’ın tabiriyle “İslâmın zeki bir mahdumu olan Mısır”da yaşananları değerlendiren sosyolog-yazar Müfit Yüksel, Darbenin yapılış gerekçelerini, İhvan hareketini ve siyasetteki yerini anlatırken, “İhvân, zamanında ideolojik selefîliğin etkisi ile oluşan metodun öteden beri yarar getirmediğini fark etti. Buda İhvân’ı Bediüzzaman’ın “Müsbet Hareket” metoduna yakınlaştıracak. Asıl itibarıyla İhvân’ın Bediüzzaman’ı ve Risâle-i Nur’u yeterince tanıması, keşfetmesi, onlarla buluşması sağlanabilmeli. Bu sağlanabilirse İhvân hareketi, İslâm dünyasında, İttihâd-ı İslâm yolunda çok büyük bir dinamizm oluşturabilir” diye konuştu.

Sosyolog Müfid Yüksel: İhvan, Bediüzzaman’ı örnek almalı

Muhammed Mursî, Mısır’da Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesinin ardından 2011 yılında yapılan seçimlerde devlet başkanı seçildi. Önceki rejim döneminde muhalif kanadı oluşturan ve bu yüzden ağır bedeller ödeyen İhvan hareketinin desteğini alarak işbaşına gelen Mursî, toplumun önemli bir kesimini rahatsız etti. Ordu da bu tepkileri bahane göstererek yaptığı dış destekli darbe ile Mursî’yi, iktidarının 1. yılında devirdi. Darbe sonrası Mursî yanlıları da, darbeye sevinenler de sokağa döküldü. Ordu da darbe karşıtlarının gösterilerine ateşle karşılık verdi ve yüzlerce kişi öldü. Biz de Bediüzzaman’ın tabiriyle “İslâmın zeki bir mahdumu olan Mısır’da neler oluyor”u, Ortadoğu’yu iyi analiz eden sosyolog-yazar Müfit Yüksel’e sorduk.

Mısır’daki İhvan hareketini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İhvan geleneği yekpare, bütüncül bir yapıdan oluşmuyor, homojen bir yapı değil. 85 yıllık bir yapı. Çok aşırı uçları da var. Seyyid Kutup’un çok fazla ideolojik yüklü söylemlerini, soğuk savaş dönemlerinin sert ideolojik yapısına tekabül eden söylemlerini, hatta ideolojik selefiliğini de bulabiliriz. İhvan’ın içinde bir kesim var ki, metoduna baktığımız zaman biraz daha Bediüzzaman’ın metoduna bir yakınlık görüyoruz. İhvanın bu yüzü de var. İhvan sadece Seyyid Kutup ve Salih Seriyye’den oluşmuyor. Hasan El-Hudaybi (1891-1973), Ömer Et-Tilmisânî çok önemli simalar İhvân içerisinde. Hasan El-Hudaybî’nin, “Dâvetçiyiz, Yargılayıcı Değiliz” adlı önemli bir eseri var. Hintli mütefekkir Ebu’l-A’la El-Mevdûdî’nin Tekfirci/Hâricî akaidi çağrıştıran “Kur’ân-ı Kerîme Göre Dört Terim” adlı eserini referans aldıklarını iddia eden Et-Tekfir Ve’l-Hicre grubuna ve Mevdûdî’nin eserine cevap/reddiye mahiyetinde kaleme alınmış. Bu hareket, 85 yıl içerisinde çok farklı mecralarda bulundu. 85 yılda oluşan literatür kendi farklılıkları içerisinde çevreyi ve İslâm dünyasını da etkiliyor aynı zamanda. Meselâ İhvân’ın literatürünü, Seyyid Kutub’un eserleri başta olmak üzere, 1960’lardan itibaren Türkiye’ye taşıyan, Salih Özcan’ın Hilâl Yayınlarıydı.

Mısır’daki askerî darbenin asıl hedefi ne?

Bu darbe, Mursî’yi hedefleyen bir operasyon, bir hareket değil. Tümü ile İhvân’ı ve etkisini hedefleyen bir darbe. Mısır’da seküler/laik bir toplum yapısı yok. Cami hâlâ toplumsal hayatın tam merkezinde. Dinî hayat Türkiye kadar dayak yememiş toplumsal anlamda. Halkının büyük çoğunluğu dindar olan, namaz kılma oranı nerdeyse yüzde 80’lerde olan bir ülke Mısır. Orada en laik bilinen insanlar bile dine karşı değildir. Böyle bir durum söz konusu. Orduya baktığımızda, ordu, giysilerine kadar Amerika’ya, Pentagona bağlı durumda. Nâsır döneminde ise  Sovyetlere yakındı. Buna rağmen ordunun iç yapısı gayet dindar görünümde. Namaz kılmayan subay neredeyse yok. Türkiye’de namaz kılan subay yok neredeyse, orada ise namaz kılmayan subay yok gibi. Ama siyasal anlamda değişebiliyor. Sosyalist Parti başkanı hacca, umreye gidebiliyor meselâ.

Mısır ordusu ekonominin büyük bir bölümünü elinde bulunduruyor. Nil kıyısındaki nerdeyse bütün iyi binalar, önemli tesisler askeriyenin elinde. Beyaz eşya üretimi dahil Sanayi ve ticaretin de büyük bölümü ellerinde. İthalât ve ihracâtta da aynı şekilde, generaller Mısır’ın bütün uluslar arası şirketlerinin tabiî ortakları gibi. Bu bakımdan ordu bu konumu bırakmak istemedi.

Son darbe için bir nevi vesayet darbesi diyebilir miyiz?

Tabiî. Ordu bu konumunu bırakmak istemediği için Kuzey Atlantik’in iki yakasının desteği ile bu darbeyi yaptı. Bir de 1954’ten beri rakip olarak gördükleri İhvân hareketinin büyük halk desteği ile iktidara gelmesine asla tahammül edemediler.

Ordu’nun iç yapısında ciddî bir dindarlık var, subayların çoğu tarikatlara bağlı, fakat siyasal olarak İhvan geleneğine karşı son derece acımasızlar.

Buradan baktığımız zaman, toplumsal olarak dinî alan olabildiğince özerk bırakılmış. Müdahaleden uzak tutulmuş. Siyasal uzanımı/uzantısı olmayan bütün dinî faaliyetler orada olabildiğince serbest. Fakat en ufak bir siyasî çağrıştırma korkunç, acımasız bir tepkiyle karşılaşıyor. Mısır’da devletin iç siyasetini böyle betimlemek lâzım.

Arap ülkelerinin desteklemesinin sebebi nedir ve bu darbe bir demokrasi istemi mi?

Demokrasi meselesi falan değil. Seçimle iş başına gelen Mursî’nin bazı sözleri, söylemleri stratejik olarak belki pek doğru görünmeyebilir de. Ama hiçbir zaman stratejik olarak bu tarz söylenmiş sözler, bir askerî darbeyi asla meşrû kılamaz. Bir senelik yol boyunca önüne sürekli takozlar konmuş bir hükümetin elini kolunu bağlayacaksınız, caddeleri, sokakları bile süpürmesine, temizlemesine izin vermeyeceksiniz… Nisan ayında Mısır’a gittiğimde her yer çöp içindeydi. Bizde de 12 Eylül öncesinde ordu darbesine zemin hazırlamak için bir çok strateji takip edilmişti.

Siyasî hükümet her anlamda engellenmiş. Ciddî bir darbe hazırlık  projesi uygulanmış. Burada da aynı şekilde çeşitli bahanelerle hazırlık yaparak darbe yaptılar. Batıdan yükselen son tepkiler ise, halkın öfkesini dindirip evlerine dönmesini sağlamaya, halkın direncini kırmaya yönelik ataklardır. Mısır’ın şöyle bir durumu var. Sokaklara kolay kolay çıkacak, isyankâr bir halk değil aslında. Sokağa çıktıklarında da aylarca, yıllarca evine dönmeyen bir halk. Fâtımiler devrinden beri bu şekilde. Cin şişeden çıktı artık. Çok büyük değişikler olmadığı sürece Mısır halkı kolay kolay evlerine dönmez. Cadde ve sokaklardan çekilmez. Zaten iklim gereği böyle bir zorunlulukları da yok.

Mısır’da çatışma dinî alanda değil, siyasî alanda.

Yalnız şöyle bir gerçek de mevcut. Halk inanılmaz derecede fakir, yoksulluk çok çok had safhada. 60 yıllık askerî dönem yaşandı Mısır’da. 1952’de darbe ile Kavalalı-Hidiv hanedanının son halkası olan Kral Faruk devrildi. Askerî idare geldi. General Necib’in 1-5 yıllık idaresi sonrasında, Abdunnasır ve halefleri geldi. Soğuk savaş dönemi ideolojileri, Sovyet tonlu,  sosyalizm soslu bir Arap milliyetçiliği, yani Nâsırcılık. Bu süreç Mısır’ı iyice yoksullaştırdı. Mısır bütün değerlerini bir anlamda yitirdi. Ekonomik olarak da çöktü. Eskiden Mısır belli zenginlikleri olan, deniz ticareti güçlü olan bir ülkeydi. Otuzlu yıllarda bile Kahire, İstanbul’a beş basardı, ama şimdi Kahire’ye baktığımız zaman, Mısır’ın askerî idaresi elinde adeta felç edilmiş, koca şehir yerlerde sürünüyor. Yoksulluk o kadar fazla ki, nüfusun yarısı sokakta, caddede, camide dileniyor. 80 milyonluk nüfusun, yaklaşık kırk milyonu dileniyor, sadaka, bahşiş talep ediyor. Mezar evlerde yaşıyor. Canı yanıyor insanların ve can havliyle bağırıyor. Mursî gelir gelmez ne istediler, hemen her şey bir anda sihirli bir değnekle düzelsin istediler. Mursî’ye zaman vermek gibi bir lüksleri de yoktu kendilerince. 30 Haziran’da en ufak bir hareketle dışarı çıkabilmelerinin sebebi de buydu. Ama sonra ne oldu? Tekrar taraf değiştirdiler. Ama onlara istedikleri bu ani çözümleri sunacak hiçbir hükümet yoktu. Bu talepler bir yıllık Mursî idaresi için imkânsız bir şeydi. 60 yıllık bir hırpalanma var Mısır’da. Bu açıdan bakıldığında yoksulluk Mısır halkının reflekslerini belirleme açısından son derece önemli. Mısır halkı yoksulluk içinde istikamet göstermekte zorlanıyor. Sadece Mısır’ın içinde değil, Mısır vatandaşı olup diğer ülkelerde yaşayanların durumları da içler acısı. Mısırlılar en asgarî ücretlerde çalıştırılırlar. Düşünün Mısırlı bir şoför, Suudi Arabistan’da 600 riyal, yani 300 lira maaş alıyor. Mısırlı işçi vs. çalışanların Hicâz’da Suûdilerin nasıl hakaretlerine maruz kaldıklarına da bizzat şahit oldum. Hatta bu sene Suûdî polisini, Kâ’be-i Muazzama’nın önünde bir Mısırlıyı, Harem-i Şerif’in sıyânetini gözetmeden, döverken gördüm. Bu açıdan Mısır içte ve dışta harap hale getirilmiş. Bîtâb ve ayağa düşürülmüş. Ortadoğu coğrafyasında çok büyük potansiyele, zengin bir tarih ve kültür birikimine sahip bir ülke olmasına rağmen Mısır harap ve perişan durumda. Kahire’de birçok semtte su akmıyor, su şebekeleri olmayan mahalleler bile var. Dünyanın en uzun nehri (Nil Nehri) üzerindesiniz, o zaman neden su yok diye sorgularsınız. Bu, bir anda düzelecek bir şey değil.

İslâmcılık düşüncesi ve Siyasal İslâm hareketinin bu darbedeki rolü nedir?

Siyasal İslâm, İslâmcılık dediğimiz şey üzerinde en fazla durulması gereken noktalardan bir tanesi de bu. Modernleşme hareketi Mısır’da başladı. Modernleşmeci akımlara baktığımız zaman, Ezher’in durumuna baktığımız zaman, 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyılın ilk yarısında modernleşmeci akımların merkezi gibiydi. Ezher, şimdi ise Şâfiî-Eş’arî ve tasavvuf çizgisinde. Ezher Şeyhi aynı zamanda Şâzeliyye tarikatı şeyhi. Belki, Ezher’i siyasetten uzak tutmak için, özellikle bu çizgiye yöneltildi. O anlamda Ezher’i askerî diktatörlük siyasetten uzak tuttu. O çizgide siyasallaşma korkusu taşındığı için ordu Ezher’i o çizgiden uzaklaştırdı. Ezher geleneksel İslâmî çizgide durdu. Bu, kanaatimce Ezher için  hayırlı oldu. Ezher’in M. Abduh döneminde olduğunun aksine, ideolojik Selefî ve modernleşmeci bir çizgide durmamasını sağlıklı buluyorum. Çünkü ideolojik selefî ve modernleşmeci çizgi ve akımlar geçmişte Ezher başta olmak üzere İslâm âleminde günümüze değin zarardan/ziyandan başka bir sonuca yol açmadı. İhvan’ın şöyle bir özelliği de var. İhvan da modernleşmeci ve ideolojik selefî akımların etkisi altında kaldı. Suudi Arabistan’daki Suud  hareketi de 1920’li yıllarda kendilerine İhvan hareketi, İhvân Fırkası diyordu. Kardeşlik hareketi diyordu.  İlk Suûd Kralı Abdülaziz bin Abdirrahman 1924’te böyle bir örgütlenme ile Hicaz’ı ele geçirip Suudi Krallığını kurdu.

Onların üzerine yazılmış kitaplar da var. 1924’te Ankara’da Osmanlı Türkçesiyle İhvan Fırkası diye bir kitap da basılmıştır. Türkiye’ye de model olarak Necd’deki İhvân hareketini  model olarak öneriyor. Kitabın müellifi, M. M. Futeyh “Bakın bunlar kendi aralarında kardeşlik ve dayanışmaya dayalı adil bir sistem tesis ettiler. Bunları örnek alın” şeklinde öneri getiriyor yeni Ankara hükümetine. Mısır’daki İhvan hareketi 1928’de Hasan El-Bennâ ve arkadaşlarınca kurulurken oradan da ilham aldılar. Sonradan ise bir kısım tekfirci/selefi gruplar İhvan’dan ayrıldılar, farklılaştılar. Mustafa Şükrî’nin ve Salih Seriyye’nin Cemaatu’Tekfir Ve’l-Hicresi gibi. El-Cema’a’l-İslâmiyye gibi. Onların başında da Ömer Abdurrahman vardı. Selefî Nur Partisi ise darbecilerle birlikte hareket etti. Onların yanında yer aldı.

Suudi Arabistan dışarıya çok fazla para dağıtan bir ülke. İnanılmaz derecede para dağıtıyor, Bu olay tam bir kırılma noktası. Irak işgali karşısındaki tutumu ile de İslâm âlemindeki prestijini bayağı kaybetti. Suudi Arabistan şöyle görüyor bütün eksikliklerine rağmen, ciddî bir kadrolaşmasının olmamasına, ilmî alt yapısının yetersizliğine rağmen İhvan’ı kendilerine tehdit olarak algılıyor. Alternatif olarak algılıyorlar, bunun önünü kesmeye çalışıyorlar. Çünkü merkez Mısır. Mısır Arap dünyasının lideri, ne dersek diyelim. Selefî Nur Partisi Suudi Arabistan finanslı bir parti… Selefî Nur Partisi’nin darbecilerle birlikte hareket etmesi tamamen bir kırılmaya yol açtı. Artık bundan sonra Müslüman Kardeşlerin Selefilerle yolları kesin bir biçimde ayrıldı. Dindar halkı da tümü ile kapsayan bir etki alanı oluşturabilirler artık. Geleneksel İslâmla iyice barışacak. İhvan ideolojik Selefiliğin etkisinden kurtulma anlamında olumlu bir çizgiye yanaşıyor. İdeolojik selefîliğin etkisiyle dindar halkla arasına koyduğu mesafeyi büyük ölçüde kapatıyor. İdeolojik Selefiliğin hatırına biraz elitist davrandığı camideki dindar halkın kendisine teveccühünü seçimlerde gördü. İhvân, zamanında ideolojik selefiliğin etkisi ile oluşan metodun öteden beri yarar getirmediğini fark etti. Bu da İhvân’ı Bediüzzaman’ın “Müsbet Hareket” metoduna yakınlaştıracak. Asıl itibarıyla İhvân’ın Bediüzzaman’ı ve Risâle-i Nur’u yeterince tanıması, keşfetmesi, onlarla buluşması sağlanabilmeli. Bu sağlanabilirse İhvân hareketi, İslâm dünyasında, İttihâd-ı İslâm yolunda çok büyük bir dinamizm oluşturabilir.

Bu sürecin sonunda Ortadoğu’yu nasıl bir gelecek bekler?

Anglosakson güç merkezi neyi planlıyor, neyi öngörüyor, neyi amaçlıyor?

ABD’de Obama’nın siyasî manevra alanının ciddî olarak daraldığı bir durum söz konusu. Telekulak krizi falan gibi… O anlamda, neyi getirecek? İngiltere’nin bu konuda rolü ne? Anglosakson güç merkezleri, İsrail lobisinin ikna etmesiyle Mısır’da bu darbeyi yaptırdı. Ama hangi kanadı bunu istiyordu? Lobiler arasındaki çelişki bundan sonra biraz ortalığı rahatlatacak mı, yoksa daha çok kaos mu doğuracak? Amerika’da büyük kartelleri oluşturan Yahudi lobileri, dev şirketler. Onlara baktığımız zaman, uluslar arası dev yatırımlar onların kontrolünde. Amerika’da entelektüel, yazar çizer, bürokrat, daha orta sınıf Musevilere baktığımız zaman ise biraz daha terbiye edilmiş bir İsrail istiyorlar Ortadoğu ülkelerine açılabilmek için.

Ortadoğu’da Müslüman Kardeşler’den başka mevcut yönetimlere alternatif siyasal bir örgütlenme yok. “Bu gidişle, böyle süregelirse, Ortadoğu bir İslâm denizi, şeriat denizi olacak aman bunu engelleyelim” diyerek bir kısım İsrail lobileri Atlantik’in iki yakasını Mısır’da darbe yapılması konusunda ikna etmiş olabilirler. .

Arap baharı bitti diyebilir miyiz?

Arap baharı meselesi zaten kendi içinde sorunluydu. Suriye’de tosladı. Bugün, geriye döndürmeye yönelik faaliyetler var gibi… Mısır’da darbe oldu, Tunus’taki Nahda hareketinin durumu kritik. Yemen’de ise geçiş hükümeti var. Mezhebî ve aşiret konfederasyonlarının çatışmalarının yoğun olduğu bir yer Yemen. Yemen’de sular kolay kolay durulacağa benzemiyor. Mısır’da yüzde onluk Hıristiyan-Kıptî nüfusu çıkardığımız zaman yekpare bir Müslüman nüfus var. Lobiler var, ama onlar bu kadar ciddî bir sorun teşkil etmiyor. Mısır’da bir kaos ortamı ilka edip Mısır’ın ayağa kalkmasını önleyebilirler. Mısır’da henüz bir belirsizlik süreci var.
(Genç Yorum, Ağustos-2013 sayısından alınmıştır.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*