İki Said’in içtihad farkı

Yakın Tarihten Günümüze

Burada günlerdir işlediğimiz konuya en aykırı cepheden bakan, en şiddetli itirazlarda bulunanlar dahi Üstad Bediüzzaman’ın 1913’teki Bitlis Hadisesiyle ilgili olarak sarf ettiği şu sözleri inkâr etmiyor:

“Eski Harb-i Umumîden biraz evvel, ben Van’da iken, bazı dindar ve müttakî zatlar yanıma geldiler. Dediler ki: ‘Bazı kumandanlarda dinsizlik oluyor. Gel, bize iştirak et. Biz bu reislere isyan edeceğiz.’

“Ben de dedim: ‘O fenalıklar ve o dinsizlikler, o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu onunla mes’ul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya karşı kılıç çekmem ve size iştirak etmem.’” (Şuâlar, s. 315)

Evet, bu sözlerin Bediüzzaman Hazretlerine ait olduğunu inkâr edenlere pek rastlanılmadığı gibi, bu ifadelerdeki fikriyata itiraz edenlerin sayısıda pek azdır.

Ağırlığını dindar Kürtlerin teşkil ettiği ve Said Nursî’den ziyade Şeyh Said bağlısı olan kimselerin bu konudaki itirazvari iddiaları ise, büyük çapta aşağıdaki gibidir:

“Bediüzzaman Said Nursî’nin neticesiz Bitlis Hadisesine dair sarf etmiş olduğu bu sözlerin mânâsı gibi ölçüsü de o zamanla (1913) ve o hadise ile sınırlıdır. O sözlerdeki ölçü ve kıstas sonraki zamanlar için—hele ki Şeyh Said Hadisesi için— geçerli değildir. Zira, Üstad Bediüzzaman, burada ‘Türk milleti, Türk ordusu’ demiyor ‘Osmanlı ordusu’ diyor. Üstad, Birinci Dünya ve ardından İstiklâl Harbine iştirak ederek yüz binler şehit veren bu ordunun bakiyesi hakkında ‘Yağı alınmış bir ayrana döndü’ ifadesini kullanıyor. (*)

“Dolayısıyla, o eski ordunun ismi ve mânevî kıvamı değiştiği için, tıpkı Şeyh Said gibi—hâşâ ki—Üstad’a göre de bu ‘Türk ordusu’na kılıç çekilebilir.”

Bu tarz iddialarda bulunanların itiraz ettikleri bir diğer nokta da şudur: Onlara göre, Şeyh Said ile Said Nursî arasında herhangi bir mektuplaşma hadisesi, hele hele Üstad Bediüzzaman’ın “Türk milletinin torunlarına kılıç çekilmez; siz de çekmeyiniz” şeklinde bir tavsiyesi vaki değildir.

Dahası, yine aynı kesimin iddiasına göre, şayet imkân-fırsat bulsaymış, Üstad Bediüzzaman da Şeyh Said’in kıyam hareketine destek olup iştirak edecekmiş.

İşte, işi inada bindirmiş olan bu tür iddia sahiplerini, ne yazık ki hiçbir şey kesmiyor. Hiçbir delil, hiçbir bilgi-belge onları tatmin etmiyor. Hakka, hakikate isabet eden hiçbir söz, hiçbir düstûr, onların umurunda bile değil.

Onların ezber ettikleri bir tek nakarat var: Şeyh Said’in silâhlı kıyamı doğru bir hareket idi. Dolayısıyla, Said Nursî de ona iştirak etmek istedi; veyahut, ona iştirak etmeliydi. Başka türlüsünü kabul etmiyoruz. Vesaire…

Kusura bakılmasın, hak ve hakikat inhisar altına alınamaz. Keza, “hakiki vukuâtı kayd eden tarih”, şahısların hissiyatı, menfaatı veya arzusu istikametinde değişmez ve değiştirilemez.

O halde, biz de inatçı fikr-i sâbit sahiplerine değil, belki hakikati olduğu gibi bilmek, öğrenmek isteyenlere yönelik hizmetimize hiç fütûr getirmeden—kaynak ismi de vererek— bu istikametteki delilleri sıralamaya devam edelim…

Bütün sözler aynı kapıya çıkıyor

Acaba, hiç mümkün müdür ki: Üstad Bediüzzaman, dahildeki muarızlarına karşı talabelerini silâhla, kılıçla mukabeleye sevk etmek istesin?

Acaba, hiç mümkün müdür ki: “Türk milleti, Kur’ân’ın bayraktarı ve senâ-i Kur’âniyeye mazhar olduğu için” o milleti çok sevdiğini (Şuâlar, s. 327) söyleyen Bediüzzaman Hazretleri, tutup onların aleyhinde söz söylesin, hele hele kanlarının dökülmesine taraftar olsun?

Acaba, hiç mümkün müdür ki: “En sâdık ve en hâlis kardeşlerim Türklerden çıkmış” diyen Hazret-i Üstad, bir taraftan da Kürt kardeşlerinin onlarla savaşmasını istesin?

Bu tarz acabaları çoğaltmak pekâlâ mümkün. Fakat, bu kadarı da maksadın hâsıl olmasına kâfidir.

Şimdi de, ana konumuzla bağlantılı olarak tamamı aynı kapıya çıkan ve bütünüyle aynı mânâ hakikatine parmak basan muhtelif kaynaklardan delillerden bir demet sunalım…
* * *
“Türk milleti asırlardan beri İslâmiyete hizmet etmiş ve çok velîler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez; siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir.” (Tarihçe-i Hayat, s.135)
* * *
“Şark isyanında Şeyh Said, onun (Said Nursî’nin) Şark’taki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirâke davet ettiği zaman, cevaben: ‘Yaptığınız mücadele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü Türk‑Kürt birdir, kardeştir. Türk milleti bin senedir İslâmiyet’e bayraktarlık etmiştir. Dini uğrunda milyonlarca şehid vermiştir. Binaenaleyh, kahraman ve fedakâr İslâm müdafilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem’ diye hem reddetmiş, hem de neticesiz bir mücadeleden vazgeçmesini işaret buyurmuştur.” (Abülkadir Badıllı—Osm. Emirdağ Lâhikası-I’den iktibasen, Mufassal Tarihçe-i Hayat, 1990 baskısı, c. I, s. 533)
* * *
“Şark isyanında, Şeyh Said ve askerleri Üstadımız Bediüzzaman’ı Şarktaki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirake davet ettiği zaman cevaben demiş: ‘Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Türk milleti İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda yüz binlerle, milyonlarla şehid vermiş ve milyonlar veli yetiştirmiştir. Binaenaleyh, kahraman ve fedakâr İslâm müdafiilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem’  diye hem cevab-ı red vermiş, hem mücadelesinden vazgeçmesini söylemiştir.” (Teksir Asâ-yı Mûsa, Latince, s. 275; Osmanlıca, s. 250)
* * *
Dikkatle okunduğunda görülecektir ki, bizim yazdıklarımızda merhûm Şeyh Said’in aleyhinde, yahut onu tahkir-tezyif edecek herhangi bir söz, bir ifade yoktur ve olamaz.

Zira, onun içtihadına ve mücadele metoduna iştirak etmemekle beraber—tıpkı Üstad Bediüzzaman gibi—onun da dâvâsının hak ve gayesinin hakka hizmet olduğunu gayet iyi biliyoruz.

Bu hususu tereddütsüzce bildiğimiz içindir ki, onun aleyhinde en ufak bir söz sarf etmekten şiddetle imtina ediyoruz.

Bu hassasiyetimizi görmezden gelerek, yahut hiçe sayarak aleyhimizde atıp tutanlara, hakkımızda hüküm verenlere hakkımızı helâl etmiyor, onları Âdil-i Mutlak’ın adâletine havale ediyoruz.

……………………………………
(*) Bu hususla ilgili olarak Kastamonu Lâhikası’nda geçen Üstad Bediüzzaman’ın orijinal ifadesi şöyledir: “Eski Said’in İttihâd-ı Terakkî komitesine şiddet-i muhâlefetiyle beraber, onların hükûmetine ve bilhassa orduya karşı tarafgirâne yüksek takdirâtı ve iltizamları ise, bir hiss-i kablelvukù ile, yağı içinde bulunan o cemâat-i askeriyede ve o cemiyet-i milliyede bir milyona yakın evliyâ mertebesinde olan şühedâyı altı-yedi sene sonra tezâhür edeceğini hissetmiş, ihtiyârsız olarak meşrebine muhâlif, onlara dört sene tarafgir bulunmuş. Sâbık Harb-i Umûmî çalkamasıyla, o mübârek yağı alındı, yağı alınmış bir ayrana döndü. Yeni Said dahi Eski Said’e muhâlefet edip mücâhedesine döndü.” (Age, s. 51)

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Türklerde cikan alimler kimlerdir ögrenmek istiyoruz?Gercekten kökeni türk olan alim varmi?Allah askina isimler yazin.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*