İki Said’in içtihad farkı

Bu son bölümde, bilhassa son zamanlarda bize intikal eden konuyla doğrudan veya dolaylı şekilde bağlantılı görünen bazı suâllerin kısa cevapları yer alacak.

Ümit ve temenni ederiz ki, aynı dâvânın insanları olan Şeyh Said ile Said Nursî’nin içtihadları ve hizmet metodları arasındaki derin ve keskin farklılıklar, bütün yönleriyle anlaşılmış olsun.

Şimdi, sizi söz konusu son sual-cevap faslıyla başbaşa bırakıyoruz.

Kıyâmın karakteristik özelliği

Soru: Şeyh Said direnişi, Kürtlerin millî ve dinî değerlerini tahrip etmeye yönelen Kemalist diktatörlüğüne baş kaldıran ilk Kürt hareketi mi, yoksa başka bir hareket midir?

Cevap: Şeyh Said direnişi ve hareketinin, doğrudan bir millî hissiyata dayandığını düşünmüyorum. Dinî hissiyatın, ziyadesiyle ağır bastığı kanaatindeyim.

1924 yılı başlarında Hilâfetin lağvedilmesi ve medreselerin cebr-i kànuni ile kapatılması, Şeyh Said’i harekete geçiren en önemli etkenlerden biridir.

Yani, dine muhalif bir siyasetin aleni şekilde ortaya çıkmasıyla birlikte, Şeyh Said de buna karşı ortaya bir tavır koymuş ve güç toplamaya yönelmiştir.

Şeyh Said, doğrudan Türkçülük veya henüz tam şekillenmeyen Kemalizm cereyanına karşı koymaktan ziyade, dinsizlik mânâsındaki icraatlerin karşısına dikilmeyi esas almıştır. O tarihte, Türklerden ümidinî bir derece kestiği için de, ağırlıklı olarak Kürt toplumuyla harekete geçmeyi tercih etmiştir.

Bu arada, Şeyh Said Hadisesinin vuku bulduğu Şubat-Mart 1925 tarihinde, Şapka ve kıyafet inkılâbının henüz başlamadığını hatırlatmakta fayda var. Zira, bazıları Şeyh Said’i sırf şapkaya muhalefet hareketi içinde gösteriyor.

Said Nursî’nin sürgün sebebi

Soru: Yazılarınızda Şeyh Said ile Said Nursî’nin hizmet metodu itibariyle birbirinden büyük farklılık gösterdiğini ifade ediyorsunuz. Peki, Şeyh Said kıyamının Said Nursî ile bağlantısı nedir ki, biri idam edilirken diğeri sürgüne gönderildi?

Cevap: Said Nursî’nin sürgün sebebi, evham, korku ve tedbir gibi hususlardır. Şeyh Said Hadisesiyle doğrudan değil, dolaylı şekilde bir münasebeti kurulmaya çalışılmıştır.

Hakim müstebid zihniyet, Said Nursî’nin de günün birinde isyan bayrağını açacağı zehabına kapılmış ve bu korku belâsı sebebiyle onu tedbiren, ihtiyaten Batı Anadolu’ya nefyetmiştir.

İki Said’in farklı ve müşterek yönleri

Soru: Şeyh Said ile Said Nursî’nin münasebetleri zaman zaman gündeme geliyor bazı yerlerde çokça tartışılıyor. Kürtlere hizmet konusunda iki Said’in müşterek fikirleri nelerdir?

Cevap: İki Said’in asıl gaye ve itikad noktasında herhangi bir ihtilâfları söz konusu değildir. Her ikisi de İslâm dinîne hizmet etmeyi en yüce gaye, en büyük şeref addetmişlerdir. Bu meyanda, sadece Kürtler’e değil, bütün Müslümanlara ve hatta insanlık âlemine hizmet etmeye çalışmışlardır.

Ayrıldıkları nokta, yine içtihadî kısma giriyor. Yani, hizmet metodları farklı.

Biri kuvvet ve silâhla, diğeri fikir ve kitapla hizmet etme yönünde içtihat etmiş ve öyle de çalışmıştır.

Hürriyet-meşrûtiyet hakkında

Soru: Üstad Said Nursî’in, hürriyet ve meşrûtiyet gibi, cumhuriyet ve demokrasiye de hak ve hakikat nâmına sahip çıktığını söylüyorsunuz. Peki, bunlar Said Nursî’nin savunduğu meşrûtiyet-i meşrûa ile örtüşüyor mu?

Cevap: Said Nursî, istibdada karşı hürriyeti, mutlâkiyete (monarşiye) karşı meşrûtiyeti savunmuş ve hayatının sonuna kadar da bu değerlere sahip çıkmaya çalışmıştır. (Bkz: Tarihçe-i Hayat, Tahliller, Av. Mihrî Helav’ın 1952 İstanbul Gençlik Rehberi Mahkemesindeki savunması.)

Onun savunduklarının zıddı, ya da alternatifi diktadır; bir başka ifade ile otoriter, yahut totaliter rejimlerdir.

Onun hürriyet anlayışı, “Kişinin ne kendisine, ne de başkasına zararı dokunmayan” şeklindeki bir ifade ile formülize edilebilir.

Meşrûtiyete de, kendi ifadesiyle “şeriat namına” sahip çıkmış ve bunun delillerini Kur’ân’dan getirmiştir. Münâzarât ve Divan-ı Harb-i Örfi isimli kitaplarında, bu meselenin genişçe izahı vardır.

Kürt meselesinin halli için

Soru: Kürt meselesinin halli için Said Nursî’nin dinî, siyasî, içtimaî, iktisadî ve maarife (eğitim) dair teklifleri dikkate alındığında, nasıl bir modelden söz edilebilir?

Cevap: Said Nursî, Türklerle Kürtleri birbirinden ayırmaya matuf siyasî veya ideolojik hiçbir harekete yüz vermemiş, iltifat göstermemiştir.

Çare ve çözüm noktasında ise, bilhassa hürriyete, meşrûtiyete (demokrasiye) vurguda bulunmuş ve meselelerin halli için Meclis-i Mebusan’ı (Millet Meclisi’ni) adres olarak göstermiştir.

Bediüzzaman, Kürt dilinin yasaklanmasına ve millîyetlerinin inkâr edilmesine şiddetle karşı çıkmış ve frengiliğe dayalı Türkçülük zihniyetini yerden yere vurmaktan çekinmemiştir. Üstelik, bu tavrını korkunun dağları sardığı en tehlikeli bir zamanda (1930’larda) çok net bir şekilde ortaya koymuştur. (Bkz: Mektubat, Es’ile-i Sitte)

Bir ana dilin yasaklanması asla ve kat’a yasaklanamaz ve böyle bir yasağa taraftar olunamaz. Zira, böylesi bir yasakçılığın ne âyette kaynağı vardır, ne hadiste, ne de 1900’den önceki tarih devirlerinde.

Sorunlar zinciri, fikrimce yasaklar sebebiyle meydana geliyor. Yasaklar samimiyetle kardırılsa, yasaktan beslenen sorunlar da büyük ölçüde çözüme kavuşur kanaatindeyiz.

Hem düne, hem bugüne mesaj

Son olarak, Üstad Bediüzzaman’ın hem yakın geçmişteki, hem de bugünkü Türkiye ve âlem-i İslâmın maruz kaldığı sıkıntıların teşhis ve tedâvisine parmak basan pek mânidar bir sözünü dikkat nazarlarına takdim ediyoruz. Şöyle ki:

“İslâmiyetin pek çok kanun-u esasîsinden birisi, (Velâtezirû vâziretun vizrâ uhrâ) âyet-i kerîmesinin hakikatıdır ki, ‘Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.’

“Halbuki, şimdiki siyaset-i hâzırada particilik taraftarlığıyla, bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şenî’ gıybetler ve tezyifler edilip, birtek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adâveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor.

“Bu ise, hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir. Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır.

“İran ve Mısır’daki hissedilen hadise ve buhranlar, bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nisbetindedir. Allah etmesin, bu hal bizde olsa pek dehşetli olur.

“Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, mâsumları himaye için, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.” (Emirdağ Lâhikası, s. 393)

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Türklerde cikan alimler kimlerdir ögrenmek istiyoruz?Gercekten kökeni türk olan alim varmi?Allah askina isimler yazin.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*