İki saldırının bağlantısı…

Türkiye, içte ve dışta komplolarla karşı karşıya. Amansız ambargoyla İsrail ablukasındaki Gazze’ye yardım götüren uluslar arası insanî yardım konvoyunun Antalya limanından demir almasıyla içte terör azdırıldı.

Yurdun muhtelif yerlerinde terör örgütü PKK’nın döşediği mayın patlamaları ve çatışmalarda altı asker ve köy korcuları şehid edildi.

Ardından gece yarısı teröristler, İskenderun’daki Deniz İkmal Destek Komutanlığına roketatar ve uzun namlulu silâhlarla saldırıp altı askerî şehid, üçü ağır olmak üzere yedisini yaraladılar. Peşinden sabaha karşı İsrail askerleri uluslar arası sularda Türk bayraklı Mavi Marmara gemisine saldırarak, onlarca sivili katledilip onlarcasını yaraladı; uluslar arası hukuka aykırı olarak diğer beş gemiyle birlikte resmen “esir” aldı.

İki saldırının akabinde ilk değerlendirmelerde Başbakan Vekili Bülent Arınç, İsrail’in insanlık dışı eylemiyle insanî değerleri hiçe saydığını, saldırının korsanlıkla eşdeğer olduğunu ve cevapsız kalmayacağı söyleyip lânetledi. Başbakan Erdoğan, Şili’de “devlet terörü” ve “haydutluk” sert tepkisini verdi. Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise BM’de bu korsanlıktan dolayı “İsrail özür dilemek ve hesap vermek zorunda” diye konuştu…

PKK-ABD-İSRAİL İŞBİRLİĞİ

Ancak en çarpıcısı, AKP Genel Başkanı Yardımcısı Çelik’in “İsrail saldırısıyla İskenderun’da altı şehit verdiğimiz saldırının eş zamanlı olmasının tesâdüf olmadığı” ve “taşeron terörün kullanılması” cümlesiydi.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun da iki saldırının aynı günde gerçekleşmesine dikkat çekip “İsrail operasyonlarının olduğu bir anda İskenderun saldırısını olması çok mânidar” açıklamasıyla yan yana okunduğunda, iktidar sözcüsü ile ana muhalefet liderinin ortak vurgusu, PKK terör örgütünün İsrail’le ilişkilerini ve işbirliğini sözkonusu etmekte…

Hatırlanacağı üzere, birkaç hafta önce İmralı’daki terörist başı Öcalan, Haziran’a kadar süre vererek, taleplerinin yerine getirilmemesi halinde terörün tırmanacağı, büyük şehirlerde orta ölçekli isyanların baş göstereceği tehdidini savurmuştu. Kendisinin aradan çekileceğini, Türkiye’nin artık terör örgütüyle ve Kandil’le karşı karşıya kalacağı şantajında bulunmuştu.

Roketli ve ağır makineli saldırının İsrail’e uzanan Amanos Dağlarından gelen teröristlerce İskenderun gibi sınırdan çok içeride ve ilk kez bir deniz üssüne yapılması, Akdeniz’deki yardım gemilerine “misilleme”yle bağlantı iddiasını kuvvetlendiriyor.

Esasen çeyrek asrı aşkındır sözde “stratejik müttefik” ABD’nin önce İsrail’in kontrolündeki Bekaa Vadisi’nde daha sonra Kuzey Irak’ta PKK terör örgütüne silâh, para, sağlık ve her türlü lojistik destekte bulunduğu, Amerikan savcılarınca ikrar edilmişti.

Amerikalı ve İsrailli subayların teröristlere eğitim verdiği açıkça deklâre edilmiş; terör örgütünün finans kaynaklarını, uyuşturucu, nüfuz ticareti ve kaçakçılığını koruduğu Amerikan Kongresi raporlarıyla belgelenmişti. İşgal’in ardından Irak ordusunun tank, top, ağır ve hafif silâhlarının bizzat işgalcilerle terör örgütüne verildiği belirtilmişti…

Aslında İsrailli ajanlar aracılığıyla ABD’nin oluruyla İran’a karşı PEJAK kanalıyla PKK’ya silâh ve patlayıcı madde eğitimi, terör tâlimi ve her türlü teçhizat desteğinin devamı, iki saldırı arasındaki ilintiyi ve PKK-ABD-İsrail işbirliğini te’yid etmekte. İki saldırının arka plânını ele vermekte…

ETKİN DİPLOMATİK TEDBİR…

Toplam on iki şehidin verildiği son terör saldırıları, “açılım”ın temel parametrelerinin ve muhatabının doğru tesbit edilemediğini bir defa daha ortaya çıkarmakta. “Anneler ağlamasın”la başlayan “açılım”la 100’e yaklaşan şehid sayısı ve artan terörle analar daha da ağlamakta; “açılım” sabote edilmekte…

Bu arada, katliâm ve kanlı cinâyetleri pervâsızca işleyen, BM’nin 200’e varan kararını dinlemeyen İsrail’in günler öncesinde âdeta davul zurna çalarak bütün dünyanın gözü önünde silâhsız ve sivil gemilere müdahâle edeceğini bildirdiği halde, Ankara’nın gerekli tedbirleri almadığı ortaya çıkmakta. Neticede Güney Amerika’ya giderken Erdoğan, “Bu bir sivil organizasyondur, hükûmetle ilgisi yoktur” demiş; Ankara’nın önceden etkin diplomatik temaslarla tedbir almadığı anlaşılmıştır.

Gelinen noktada Başbakan, uluslar arası toplumu göreve dâvet ediyor. Oysa, 32 ülkeden 350-400’ü Türkiye uyruklu 600’e yakın yolcuyu ve gıdadan ilâca hayatî insanî yardım malzemelerini taşıyan altı geminin güvenliği önceden sağlanmalıydı. Gemiler yola çıkmadan, uluslar arası zeminde, BM, AB, NATO, Arap Birliği, İslâm Zirvesi kapsamında bir koalisyon oluşturmalıydı…

Görünen o ki bunların hiçbiri yapılmadan yine salt haklı şikâyetlerle, yakınmalarla, şiddetli kınamalarla kalınıyor. Başbakan, “Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak” diyor; lâkin İsrail’le 60 varan askerî, savunma sanayii, silâh ihâleleri, ekonomik ve siyasî anlaşma ve işbirliklerinin bir teki dahi iptal edilmiyor…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*