Dünyada bütün devletler idari yapılanmalarını hukuk kuralları üzerine kurarlar ve yöneticiler de bu kurallara uyarak yönetim faaliyetini yerine getirirler.
Yöneticinin özel hayatı kendini ilgilendirir. Nasıl isterse öyle davranır. Ancak yönetmek için görev başına geçtiği zaman artık kişisel inanış ve düşüncelerini bir kenara koyarak kanun ve yönetmelikler nasıl bir çizgi çizmiş ise öyle davranmak zorundadır.
Artık “bana göre” zamanı bitmiş, “kanuna göre” zamanı başlamıştır. Devlet dairesine gelen vatandaş, işlemlerinin usul ve yönetmeliklere göre halledilmesini bekler ve ister. İdarecinin görevi de vatandaşın işini bu kurallara göre çözmektir.
Zaten sistem böyle çalışsa, vatandaşın devletten bir şikâyeti olmaz. Olsa bile mahkemeler bunu dinlemez.
Kanun Devleti mi, Şahıs Devleti mi?
Peki bu kadar ihtilaf nereden çıkıyor? Vatandaş niye yönetimden şikâyetçi? Çünkü idareciler idare ederken kişisel düşünce ve beklentilerini yönetim işine karıştırıyorlar. Kanuna uyacaklarına kanunu kendilerine uydurmaya kalkıyorlar. Vatandaş da tabii itiraz ediyor.
Efendim, o kadar misal var ki yazmaya kalksak bu yazının sınırlarını aşar. Konunun ne kadar güncel olduğunu görmemiz için bizzat dinlediğim bir misal anlatacağım.
Bir arkadaşım bir ortağı ile yurtdışından küçükbaş hayvan ithali için kanun ve yönetmeliğin istediği bütün işlemleri yerine getirmişler. Gerekli vergi harçları son kuruşuna kadar yatırmışlar.
Kanun ve yönetmeliğe göre “ithal izninin” çıkması gerek. Ama bir türlü ithal izin belgesi çıkmıyor. Bu arada dövizdeki oynamalar, yurtdışındaki satıcının mal bedelinin yatırılması için ısrarı vatandaşı çileden çıkarıyor.
Vatandaş mahkemeye gitse en az iki yıl. Bu durumda akla birçok farklı çözümler geliyor ama hiçbirine tevessül etmeden kanun yolundan ayrılmıyorlar. Sonunda o idarenin en tepesinde ita amiri pozisyonunda olan yönetici bu iki ortağı çağırıyor. Ve diyor ki: “Yapılacak ithalat miktarı çok yüksek. Böyle yüksek bir rakamdan ‘benim payımı’ vermeden ithal izni alamazsınız.”
İki ortak diyorlar ki: “Ama nasıl olur? Biz kanun ve yönetmeliğin istediği bütün prosedürleri yerine getirdik. Devlete ödenmesi gereken bütün vergi ve harçları yatırdık. Size niçin para verelim?”
Rüşvet ve Yolsuzluk
İşte kritik nokta burası. Dikkat edin, bu yönetici elindeki kalemi göstererek diyor ki: “Bu kalem benim elimde, imza atmazsam ithalatı yapamazsınız.” Artık düşünün siz bilirsiniz. Yani açıkça kanunun öngörmediği bir miktar parayı rüşvet olarak istiyor.
İşte bu ve benzeri binlerce idareci bu tür uygulamalar ile kanun devletini şahıs devletine çeviriyorlar. Üretecek, iş yapacak vatandaş da işinin yürümesi için bu gibi ahlaksız isteklere boyun eğmek zorunda kalıyor. Ya da büyük zararlara razı oluyor.
Milletin devleti olması gereken devlet yapılanması, bu gibi şahsi zafiyetlere esir olmuş idareciler yüzünden büyük yaralar alıyor. Vatandaşın devlet idaresine itimadı kalmıyor.
İşte tek adam idarelerinde her tarafta küçük küçük tek adamlar ortaya çıkıyor ve keyfi ve şahsi çıkarları nasıl gerektiriyorsa vatandaşa öyle davranıyor.14
Demek ki şahıs hakimiyetinden “kanun hakimiyetine” geçmemiz bir zaruret halini almış. Yukarıda anlattığım misaller gibi nice misaller her gün yaşanıyor. Önüne geçilmezse işte hiç sevmediğim o noktaya geliriz: “Bizden adam olmaz.”
Hamiyetperverlikten Sahtekarlığa: Yönetici Tipleri
Halbuki tarihimize baktığımızda yıldız misal yönetici örnekleri görüyoruz. O halde şu kavramların içeriğine yeniden nazar edelim.
Hamiyetperver: Kamu menfaatlerini daima şahsi menfaatlerinden önde gören.
Hamiyetfuruş: Hamiyetperver değil ama kendini öyle pazarlamaya çalışan.
Sahte hamiyetfuruş: Allah (CC) milletimizi bu gibi kişilerden muhafaza eylesin. Çünkü bunlar öyle kimseler ki millet bunların iç yüzlerini kavrayana kadar devlete de millete de olan oluyor.
Ülkeyi soyup soğana çeviriyorlar. Ve de çok hızlılar. Ha, soygunu o kadar sinsi yapıyorlar ki kimsenin ruhu duymuyor.
Benzer konuda makaleler:
- İslam ve Demokrasi
- Ezanı aslına çevirmek, demokratların ilk icraatı oldu
- Müflis Proje: KEMALİZM
- Terörün çözümü Bediüzzaman’da