İkinci yolun Süfyanî fitneleri

İslâmî bütün şeairlerin ortadan kaldırılması ve irşad edicilerin ya idam ya sürgün ya da biat ettirilmesi neticesinde avam-ı müslimîn dayanak noktaları yıkılmış, dinin ihyâsına gidebilecek bütün yollar kapatılmıştı.

Din lehinde en ufak bir sese tahammülleri olmayan süfyaniyetin; önce Burdur, Isparta ardından Barla’da bir dağa hapsettiği, ihtilâttan ve irşaddan men ettiği Bediüzzaman; her türlü baskıya rağmen neşrinde hıfz-ı İlâhî ve inayet-i Rabbânî ile muvaffak oluyor ve Nur’lar memleketin her köşesinde elden ele geziyordu.

Öyle ki, bir kaç kişi ile başlayan hizmet; 1934’lerin sonunda 120 (1949’da ise Afyon savcısına göre 500.000) kişiye ulaşıyordu.

Şeyh Said ve Menemen hadiselerinde umduğunu bulamayan ve Barla’ya hapsettiklerine pişman olan süfyaniyet, bu defa imhâ niyetiyle Bediüzzaman’ı ve 120 talebesini, Eskişehir mahkemesiyle kamuoyunun önüne çıkarıyorlardı. Zabıtlara ve okumalara geçen Risale-i Nur gittikçe tahşidat yapıyor, mahkeme müdafaatıyla da tarihlere altın levhalarla işleniyordu böylece.

Bütün güçleriyle elleri bağlı, zaîf ve hasta bir tek adama ordular taarruz ediyor, ancak mağlûp edemiyorlardı.

Kahrolmuştu süfyaniyet.

Doktor yasağına rağmen içkiyle teselli buluyor, yeni planlarını o masalarda yapıyorlardı.

ŞEYTAN SAĞDAN GELİYOR

Madem dinsizlik işe yaramıyor o halde sağdan yanaşılmalıydı ve şeytan, sağ yolu kullanıyordu artık.

Said Nursî “zaman tarikat zamanı değil” demişti, öyleyse yasaklanan tarikatları el altından serbest bırakmak gerekiyordu ki talebeleri dağılsın.

“Hapishanede -Allah rahmet eylesin- mühim bir şeyh ve mürşid ve cazibedar bir Nakşî evliyasından bir zât, dört ay mütemadiyen Risale-i Nur’un elli-altmış şakirdleri içinde celbkârane sohbet ettiği halde, yalnız bir tek şakirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebâkisi, o cazibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar.”

Bundan da netice alınmayınca; “Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salâhiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun? Sen madem nefye mahkûmsun, bu işlere karışmaya hakkın yok” diyerek Diyânet dairesini aleyhe geçirmeye çalıştılar.

Enaniyetli hocaları da kullanarak Bediüzzaman’ın nüfuzunu ve Risale-i Nur’un tesirini kırmaya çalıştılar.

Çok gariptir; kendileri çok sevdikleri halde, “içki bütün kötülüklerin anasıdır” ve “iyi bir Müslüman onu içmez” diye gözden düşürmek için: “Bir ay bizi tecessüs eden memurlar, birşey bahane bulamadıklarından bir pusula yazıp ki: “Said’in hizmetkârı bir dükkândan rakı almış, ona götürmüş.” O pusulayı imza ettirmek için hiç kimseyi bulamayıp, sonra yabanî ve sarhoş bir adamı yakalamışlar, tehdidkârane “Gel bunu imza et!” demişler. O da demiş: “Tövbeler tövbesi olsun, bu acib yalanı kim imza edebilir?” Onları, pusulayı yırtmaya mecbur etmiş.”

Bu plan da tutmamıştı..

NUR’UN İNTİŞARI PLANLARI BOZDU

Yine “Risale-i Nur’un Isparta’da kat’î galebesi, zındıkları şaşırttı. Fakat bazı mütemerrid ve muannid ve ölen herifin ruh-u habîsi hükmünde bazı zındıklar, o mağlûbiyete karşı gelmek fikriyle, baştan aşağıya kadar Kur’ân ve Peygamberimiz (asm) aleyhinde, fakat perde altında, aynen münâzara-i şeytaniye bahsinde hizbü’ş-şeytanın, Peygamberimiz (asm) ve Kur’ân hakkında mesleklerince söyledikleri tabiratı başka bir tarzda o zındık herif istimal etmiş. Onun gibi Yahudi, mütemerrid ve dinsiz feylesoflarından ve Avrupa’nın zındıklarının eskiden beri Kur’ân ve Peygamberimizin (asm) hâlâtından medar-ı tenkid buldukları noktaları, bu İslâm ismi altındaki zındık, kurnazcasına, safdil Müslümanlara ve Risale-i Nur’u görmeyenlere dinlettirmek ve göstermek için öyle bir tarzda gitmiş ve küfrünü gizlemeye çalışmış ki; şeytanette, şeytandan ileri gitmiş.”

Bu mevzuda çok misal var; yasakladıkları dinî yayınları Risale-i Nur’un neşrine mani olmak için tartışmalı fıkıh kitaplarını serbest ettiler. O tür dinî yayınlara baktığımızda; kişiyi dinden soğutacak o kadar yayın var ki, nedense onlara ilişmediler. Risale-i Nur ise her zaman devletin gözetimi ve müsaderesi altında tutuldu.

Ancak ne yaptılarsa da bu millet teveccühünü eksik etmediği gibi, bütün dünya sahip çıktı. Arz sathına yayılan Risale-i Nur, dilden dile çevrildi ki, insanlar onu ekmek gibi, su gibi aramaya başladılar.

Bir kere Rahim ve Hâkim isimlerinin gölgesinde inayet altındaki ve fıtratın aradığı bir esere, dünyanın orduları da gelse bir halt edemezler.

Ancak siyaset.. Vah ki siyaset..

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Teşekkürler,

    Sade net ve izahlandırıcı güzel bir yazı olmuş

    Vay ki siyaset siyaset..

    Mevlam bizleri her türlü fitne ve dalalet vasıtalarından muhafaza buyursun dosdoğru kılsın..
    Amin

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*