İktidar bağımlılığı ve başka şeyler…

İnsanların ekseriyetle dünyaya yoğunlaştığı, endişe ve merakını dünyaya hasrettiği bir hengâmede; mânen, fikren ve fiilen bütün bunların uzağında kalabilmek, bütün bunlara çok daha başka bir zaviyeden bakabilmek ve çok daha başka şeyler yazabilmek..

Sanki yabancısıymışız gibi gösterilen, ama hâlâ saadetimizin ve istikbâlimizin teminatı olan ve özbeöz “bizim” olan başka şeyler…

Aslında hiç de “başka” olmayan; bilâkis meslek ve meşrebimizi, maneviyatımızı, fikriyatımızı, ruhumuzu, dünya ve ahiret saadetimizi yansıtan, ama birileri tarafından kasten “başkalaştırılan” başka şeyler…

Gazetemizin kuruluşundan bu yana elli yıllık; Üstad ve Risale-i Nur itibariyle de yüz yıllık mazisiyle birebir bağdaşan, ama bugünkü “muhalefetsiz iktidar”ın anaforuna kapılan eski dostların bile hazmedemediği başka şeyler…

“İktidar bağımlılığı”nın müzmin ve çaresiz bir hastalığa dönüştüğü, muhalefetin çaresiz kaldığı bir süreçte dili sürçtürmeden başka şeyler konuşup, başka şeyler yazabilmek..

Aslında bu başka şeyleri gazetemiz her gün nazara veriyor. Ama üzülerek ifade edelim ki, bizzat bazı okurları tarafından bile o başka şeylere çok bakılmadığı, okunmadan bir kenara bırakıldığı için, günübirlik siyasetlerin dejenerasyonundan kurtulunamıyor.

Bunun en büyük sebebi de; iman ve din ehlinin, “iktidar bizdendir” tevehhümüyle rehavete kapılmalarından kaynaklanıyor.

Böylece, hem de Hazret-i Bediüzzaman’ın mübarek lisanından çıkan, “iktidarı inkâr ediyorum” demenin tam da zamanı gelmiş oluyor.

Üstad’ın bu ifadesinin geçtiği cümlelerin açılımında, saltanatı hedefleyen dünyevî iktidarların da bu ifadenin kapsamı dışında kalmadığını görürüz.

Emirdağ Lâhikasında hakikatli ve uzun bir dersin içinde yer alan ifadeler şöyledir:

“Zaten ben nasıl tabiatı, icad itibarıyla inkâr ediyorum. Ve Risale-i Nur bunu kat’î ispat etmiş. Öyle de, beşeri gurura, enaniyete, firavunluğa sevk eden iktidarı da, tabiat gibi inkâr ediyorum.”

Üstad bu beyanıyla, gerek maddeten, gerekse siyaseten gurura ve enaniyete kapılarak her şeyi kendinden bilen bir iktidarı, yani maddî ve siyasî güç gösterisini “yok” sayıyor, “ademe-yokluğa” mahkûm ve hükümden iskat ediyor. İlâhî ve sonsuz kudrete nazaran, beşerî iktidara bir paye vermiyor.

Burada bir noktaya özellikle dikkat lâzım. Tabiatı, sadece “icad” itibariyle reddediyor. Yani tabiatta bir güç, bir irade, bir icad kabiliyeti yoktur. Sadece Cenâb-ı Hakk’ın san’at ve rahmet eserlerini neşreden bir kitap hükmündedir.

İnsanoğlunun kendi icadı gibi zannedilen fen ve teknoloji sayesinde sahip olunan güç ve iktidar da insanoğluna ait değildir. Ama insanlar, bu keşfiyatları kendilerinden bilip; gurura, enaniyete ve firavunluğa saparak, kendilerinde bir güç ve iktidar vehmederek, Allah’ın sonsuz kudretini inkâr ettikleri zaman, Bediüzzaman gibi Kur’ân ilmine mazhar olan bir zat da, onların bu sahte iktidarlarını inkâr edecektir ve biz de inkâr ediyoruz.

Aynı şekilde siyaseten de gurura, enaniyete ve firavunluğa saparak, güç ve iktidarın kendilerinde olduğunu zanneden nice zalimler şimdi toprak altında azap çekerlerken, onların halefleri hâlâ aynı inadı sürdürmeye devam ediyorlar. İşte biz bunların sahte güçlerini de inkâr ediyoruz.

Bu durumda şimdi siz; rızkını, hayatını, İslâmiyetini ve bütün varlığını siyasî iktidarlara borçlu zannedenlere ne dersiniz?

Siz ne derseniz deyin, onlar diyorlar ki, bu iktidar değişirse din elden gidecektir.

Biz de Münâzarât kitabından şunu okuruz:

“İnkılâb-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden adamın, dinde hissesi, beytü’l-ankebut (örümcek ağı) gibi zayıf düşmüş cehalettir, onu korkutur; taklittir, onu telâşa düşürttürür.”

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*