İktisat ile cimriliğin farkı

Ahlâk-ı âliye-i Peygamberiyeden olan ve belki kâinattaki nizam-ı hikmet-i İlâhiyenin medarlarından olan iktisat ise, sefillik ve bahillik ve tamahkârlık ve hırsın bir halitası olan hısset ile hiç münasebeti yok.

ALTINCI NÜKTE

İktisat ve hıssetin çok farkı var. Tevazu, nasıl ki ahlâk-ı seyyieden olan tezellülden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memdûhadır. Ve vakar, nasıl ki kötü hasletlerden olan tekebbürden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memdûhadır. Öyle de, ahlâk-ı âliye-i Peygamberiyeden olan ve belki kâinattaki nizam-ı hikmet-i İlâhiyenin medarlarından olan iktisat ise, sefillik ve bahillik ve tamahkârlık ve hırsın bir halitası olan hısset ile hiç münasebeti yok. Yalnız sureten bir benzeyiş var.

Bu hakikati teyid eden bir vakıa:

Sahabenin Abâdile-i Seb’a-i meşhuresinden olan Abdullah ibni Ömer Hazretleri ki, Halife-i Resulullah olan Faruk-u Âzam Hazret-i Ömer’in (ra) en mühim ve büyük mahdumu ve Sahabe âlimlerinin içinde en mümtazlarından olan o zât-ı mübarek çarşı içinde, alış verişte, kırk paralık bir meseleden, iktisat için ve ticaretin medarı olan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir Sahabe ona bakmış. Rû-yi zeminin halife-i zîşânı olan Hazret-i Ömer’in mahdumunun kırk para için münakaşasını acip bir hısset tevehhüm ederek, o imamın arkasına düşüp, ahvâlini anlamak ister.

Baktı ki, Hazret-i Abdullah hane-i mübarekine girdi. Kapıda bir fakir adam gördü. Bir parça eğlendi, ayrıldı, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri orada da gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi, ayrıldı, gitti.

Uzaktan bakan o Sahabe merak etti. Gitti, o fakirlere sordu: “İmam sizin yanınızda durdu, ne yaptı?”

Herbirisi dedi: “Bana bir altın verdi.”

O Sahabe dedi: “Fesübhânallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra hanesinde iki yüz kuruşu kimseye sezdirmeden, kemâl-i rıza-yı nefisle versin!” diye düşündü. Gitti, Hazret-i Abdullah ibni Ömer’i gördü, dedi:

“Ya imam, bu müşkülümü hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın.”

Ona cevaben dedi ki:

“Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemâl-i akıldan ve alış verişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadakatin muhafazasından gelmiş bir hâlettir, hısset değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemâlinden gelmiş bir hâlettir. Ne o hıssettir ve ne de bu israftır.”

İmam-ı Âzam, bu sırra bir işaret olarak, “Lâ isrâfe fi’l-hayri kemâ lâ hayra fi’l-isrâfi” demiş. Yani, “Hayırda ve ihsanda—fakat müstehak olanlara—israf olmadığı gibi, israfta da hiçbir hayır yoktur.”
Lem’alar, 19. Lem’a, s. 205

LÛ­GAT­ÇE:
hısset: Cimrilik.
ahlâk-ı seyyie: Kötü ahlâk.
tezellül: Zillet içine girme, alçalma.
sureten: Şekil ve görüntü olarak.
vakar: Ağırbaşlılık, temkinlilik. Haysiyet ve şerefi koruma, onurlu olma.
tekebbür: Kibirlenme, kendini büyük sayma, büyüklük satma, kibir gösterme.
ahlâk-ı âliye-i Peygamberiye: Peygamberimizin üstün ahlâkı.
nizam-ı hikmet-i İlâhiye: Cenâb-ı Hakk’ın hikmetiyle tanzim ettiği, düzenlediği nizam.
medar: Dayanak noktası, sebep, vesile.
haslet-i memdûha: Övülmüş, methedilmiş haslet.
bahillik: Cimrilik.
tamahkârlık: Açgözlülük, cimrilik.
halita: 1- Birkaç şeyin karışmasından meydana gelen, karma. 2- kim. Alaşım.
Abâdile-i Seb’a-i meşhure: Hadis, İslâm hukuku, Tefsir gibi ilimlerde otorite kabul edilen “Yedi Abdullahlar” ismiyle şöhret bulmuş sahebe-i kiram (ra).
mahdum: Oğul, evlât.
rû-yi zemin: Yeryüzü.
tevehhüm: Vehimlenme, kuruntuya kapılma; gerçekte var olmayanı var kabul etme,
kemâl-i rıza-yı nefis: Nefsini tam olarak razı etme.
kemâl-i akıl: Aklın olgunluğu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*