İlk vahyin indiği mekân: Hira (Nur) Dağı

Mekke’de, Yalova’dan Güray kardeş arıyor. “Ağabey, ben de Mekke’deyim, lütfen görüşelim” diyor.

Hemen harekete geçiyoruz. Ama bir türlü otel isimlerinde ve adreslerde anlaşma olmuyor. Belki birbirimize çok yakınız, ama tariflerde problem var.

Sonunda yine buluşma noktamız, Kâbe oluyor. Teravih sonrası Kâbe’nin birinci kapısında buluşuyoruz. Hemen bir anlaşmaya vararak, sabah namazından sonra Hira (Nur) Dağına gitmeye karar veriyoruz.

Dört kişi, anlaştığımız saatte buluşup, bir taksi ile anlaşıyoruz. 30 riyal, yani Türk parası ile 15 TL. 30 riyal da dönüş. Toplamda 60 riyal, yani Türk parası ile 30 lira. Dörde böldüğümüzde 7,5 TL’ye geliyor. Tabir yerindeyse bedava.

Nur Dağı’na tırmanıyoruz.
Oldukça güzel düşünceler içerisindeyiz.

Neticede Kâinatın Serveri’nin (asm) yolunun tozunu sürüyoruz yüzümüze. Onun (asm) yolundayız. Onun (asm) adımlar attığı mekânlardayız.

İlâhî kelamın kendisine, ‘Oku’ dediği ve ‘Yaradan Rabb’inin adıyla oku’ denilen bir mekândayız.

Anlayacağınız kâinatın İlâhî kelâmla aydınlandığı, nurlandığı, eğitildiği bir mekânı adımlıyoruz.

Hem maddî, hem manevî bir aydınlanmanın, bir tefekkürün başlatıldığı mübarek dağdayız.

HİRA (NUR) DAĞI İÇLER ACISI

Nur dağına tırmanırken, ilk dikkatimizi çeken şey, ciddî düzeydeki kirlilik oluyor.

Nurun olduğu yer, Nur olarak isimlendirilen yer nasıl böyle kirlilik içerisinde olabiliyor?

Müslümanlar nasıl böyle bir mekânı kirletebiliyor?

Haydi kirlendi diyelim, bu topraklara, bu mekânlara hiç mi bir yetkili gelmiyor? Hiç mi bu manzara dikkatlerini çekmiyor?

Nur Dağı’nın eteklerinde pet şişeler, kâğıtlar, poşetler olanca rahatsız edici görüntü içerisinde dikkat çekiyorlar.

‘Bir emir’, burada hiçbir çöp bıraktırmaz.

Her yıl onlarca milyar dolarlık geliri olan bir sektörün en önemli halkalarından olan böyle bir dağ, nasıl ciddî bir ihmal içerisinde bırakılabilir?

Hemen hatırıma, sivil bir teşekkül devreye girse de, yüz tane gönüllü, beş yüz tane gönüllü şu dağın eteklerine ellerinde poşetlerle girseler, inanır mısınız bir iki günün içinde bu içler acısı, yürek paralayan çirkin görüntüler ortadan kalkar.

Yani Resulullah’ın (asm) ayaklarının yürüdüğü, kendisine âyetlerin indiği, annemiz Hazret-i Hatice’nin yemek taşıdığı bu yollarda kim gönüllü olarak çalışmak istemez?

Ama işte, kim bilir, sivil teşebbüsün olmadığı, özgürlüğün bulunmadığı topraklarda haliyle böyle fikirler de birilerine uçuk gelebilir.

Ama ne gelirse gelsin, hakikaten Peygamberimizin (asm) hayat yolunun bulunduğu yollar böyle olmamalı.

Kralın, varsa, tweet mi, face mi, sosyal medyası mı harekete geçirilir bilmiyorum, ama mutlaka bir şeyle yapılıp, bu manzaraların değişimi sağlanmalıdır.

BU İHALEYİ TÜRKİYE ALABİLİR

Türkiye yetkilileri bu konuda derhal adım atmalıdır.

Hemen bir sivil organizasyon düzenlenip, Peygamberimizin (asm) hatırası üzerindeki kirlenmelerin ortadan kaldırılması için harekete geçilmelidir.

İnternet dünyası ilgili olan Müslüman kardeşlerimiz, kralın ya da Mekke belediye başkanının adresini açıklayıp, konunun gündeme gelmesinin yolu açılmalıdır.

Şunu anlamadım: Türkiye’den de mi hiçbir yetkili buralara gelmemiş? Çünkü eğer bir yetkili gelmiş olsaydı, bu temizlik meselesi mutlaka gündeme gelirdi. Müslümanım diyen bir insan için bu manzaralar görüp geçilecek cinsten değil. Buradaki yüce manaya bu Müslümanların ihmali gölge düşürmemelidir.

Hatta bizim yetkililer bir ziyaret yapsa da, Peygamberimizin (asm) hayatının geçtiği mekânların temizlik ihalesini bize vermelerini teklif etseler. İnanın bizim insanımız kemal-i zevkle ve iftiharla bu işi ihlâsla yapar.

Grup arkadaşlarımızla tırmanma boyunca bu konuyu konuştuk.
Yolculuğumuz boyunca dilenci ile karşılaştık.

Kolu kesik dilenciler, fiziksel mağduriyeti olan engelliler, fukaralığı dibe vurmuş görüntüsü içerisindeki acı, düşündürücü Müslüman tiplemeleri, hep isteyen, hep isteyen, istismar eden dilenci manzaraları buradaki ‘İkra’ ruhunu ciddî boyutta gölgeliyor.

Bir an evvel bu dilenci görüntülerin de temizlenmesi gerekiyor.
Bu görüntüler de Hazret-i Peygamber’in (asm) ümmeti olmaya yakışmıyor.

Aynı manzara, Kâbe’de de, harem bölgesinde de var. Tavaf yaparken bile, yanınıza birilerinin yanaşıp, hangi ülkeden olduğunuzu bilerek, tahmin ederek vakıflarının olduğunu, hizmetler yaptıklarını, öğrenciler yetiştirdiklerini ciddî boyutta paraya ihtiyaçları olduğunu ifade ediyor ve para istiyor.

Nitekim Kâbe çevresini temizleyen ve farklı ülkelerden gelmiş olan temizlikçiler, temizlikten ziyade kendisine uzatılacak para ile meşguller. Gözler ceplerde. Yanlışlıkla birisinin eli cebine girse, hemen sağında solunda iki üç tane temizlik elemanı beliriveriyor.

Olacak şey değil.
Müslümanlık böyle bir şey değil.
Peygamberin (asm) getirdiği hayat anlayışı böyle bir şey hiç değil.
İnsanın, ‘Neler oluyor bize, bize neler oluyor?’ diyesi geliyor.

Evet, bu konu ciddî. Bu konuda gelişmeler bekliyoruz. Bu konu mazeret kaldırmayacak kadar önemli. Bu konu, bütün Müslüman dünyasının üzerinde bir kirlenmeyi sonuç verdiği için, derhal harekete geçilmelidir.

Birileri, hiç değilse şimdilik kralın kulağına bu konuyu katmalıdır.

Yoksa vebali büyük olur. Ben şahsen böyle bir konuda hakkımı helâl etmem. Çünkü bu bireysel bir hakka müdahale değildir. Bütün Müslümanların hak ve hukukuna bir müdahaledir. Bunu da kimsenin helâl etme hakkı yoktur.

Bu kutsal mirası, hele de Müslüman olanların kirletmeye hakları yoktur.
***
Evet, gelecek Müslümanlarındır. Buna ciddî ümit taşıyoruz. Müslümanlık geleceğin, çağın dini olma yolunda. Adım adım müjdeler tahakkuk ediyor.

Bediüzzaman’ın, ‘Ecnebilere müşevveş bir gelecek, bize de aydınlık bir istikbal düşmüş’ dediği, aydınlık günler geliyor. Zerre kadar ümitsizlik içerisinde değiliz.

Ama müsbet hareketlere, sivil ve özgürlükçü, samimî adımlara ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.

Dört kişilik grubumuzla Nur Dağı’na çıkıyoruz.

Gözümüzü insanların kirlettiği tabiattan sıyırıp, İlâhî kudretin nakşettiği güzelliklere çeviriyoruz. İnsanlığa gönderdiği Elçiye (asm) çeviriyoruz. Yine Bediüzzaman’ın cümlesiyle, ‘İstikbal yalnız ve yalnız İslâm’ın olacaktır’ hakikatine yöneliyoruz.

Ve en önemli iş de, kendimizden, nefsimizden başlamak üzere, yapabileceklerimizi hemen devreye koyuyoruz.

Meselâ Türkiye yetkililerinin devreye girmesi için, hemen BİMER’i arıyoruz. Yani Allah kapıları açacak olandır. Biz sadece kapıları çalıyoruz. Sonuç Allah’tandır. Suudi Arabistan yetkililerinin adreslerini, Büyükelçiliğin adresini tesbit edip dağıtalım ki, istek ve arzularımızı dile getirelim. Özellikle de Mekke belediye başkanının. Yani bir belediye başkanı temizlik yoksa, başka ne yapar? O makamlarda oturanların bu görevleri yapmak sorumluluklarıdır. Yoksa İlâhî gazap devreye girer alimallah.

Onlarca insan, Müslüman Hira, Nur Dağı yollarında.

Yetmiş yaşlarından yedi yaşlarına kadar sevdalısı var bu yolun. Ama dinlenme yerleri de sağlıklı değil. Her yere yazılar yazılmış. Türkiye’den de pek çok şehrin isimleri kazınmış yollara, hiç hoş değil.

Evet, bu mekânlar şu an pırıl pırıl, tertemiz olmayı hak ediyor.
Bu mekânlar Kâinatın Şereflisini bünyesinde barındırıyor.

Bu yönüyle bu mekânlar, maddî ve manevî bir miras olarak hepimizin. Onun için bu mekânların gelişmesi, güzelleşmesi ve aksaklıklarının giderilmesi için bütün Müslümanların fikir üretmesi ve bunu ilgili idarecilere ulaştırması lâzımdır.

Bu bir Müslümanlık görevidir.

Biz de şu an o görevimizi yapıyoruz.

NUR DAĞI SAKİNİ SİZİ BEKLİYOR!

Şunu ifade etmeliyim ki, Onun (asm) kokusu var Nur Dağı’nda. Lütfen, Nur Dağı’nı ihmal etmeyin. Uğrayın, ziyaret edin ve kâinatın ışığının nasıl oraya yansıdığını bizzat müşahede edin.

Nur Dağı, aşıklarını bekliyor. Nur Dağı sizi bekliyor. Nur Dağı’nın Sakini sizi, bizi seviyor.

Yaşananlar ne olursa olsun, o (asm) bizi terk etmiyor.

Biz Onun (asm) hatırasına sahip çıkamasak da, O (asm) bize kırılmıyor, darılmıyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*