İşârâtü’l-İ’câz’da “Kur’ân-ı Kerîm’in takip ettiği maksat”lar

—NURLU HATIRALAR’LA…—

İşârâtü’l-İ’câz tefsirinde Kur’ân’ın takip ettiği maksadları, yürüdüğü dört hedefi açıklamadan önce Kur’ân-ı Kerîm’in asrımıza bakan eşsiz tefsiri olan Risale-i Nur’u, hassaten Birinci Dünya Savaşı’nın birinci senesinde ve yanında hiçbir kaynak olmadığı halde, at sırtında cephe-i harpte pasinler cephesinde Aziz Üstadımıza ve onun talimatıyla talebesi Molla Habib’e yazdırılan İşârâtü’l-İ’câz isimli tefsirini nasıl tanıdığımı anlatmak istiyorum.

Cennet vatanımızın değişik il ve ilçelerinde Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmeni olarak görev yaptıktan sonra Bursa’da 1999 yılında bir ilköğretim okulunda müdür olarak görev yaparken aynı okuldan bir öğretmen arkadaşımın beni yemeğe dâvet etmesiyle bir husûsiyet cereyan etmiş oldu. O akşam Ramazan Oruç Hocamızın Risale-i Nur’dan yaptığı bir ders çok hoşuma gitti. Risale-i Nur’un meslek ve meşrebi beni çok etkilemişti. Bir müddet sohbetlere devam ederken arkadaşlar her Pazar sabahı namazdan sonra vakfımızda müzakereli (Risale-i Nur’dan) tefsir derslerinin olduğunu ve devam ettiğini söyleyip beni sabah dersine dâvet ettiler.

İslâmî ilimlerden tefsir ilmine öğrenciliğimden gelen bir ilgim vardı. Buna binaen sürekli bir arayış ve araştırma içerisinde idim. Yeni Asya Vakfı’nda müzarekeli olarak okunan ve daha çok bana hitap eden ve ihtiyacât-ı maneviyeme merci olan İşârâtü’l-İ’câz tefsiri okunurken Dr. Orhan Kaşlıoğlu, Eyüp Otman ve Mustafa Yılmaz Hocamızın da içlerinde bulunduğu bahtiyar dostlarımın bu ilim meclisindeki müzakereli tefsir dersleri beni çok etkilemişti. Ben de bu vakitten sonra ihlâs ve şevk ile Kur’ân-ı Kerîm’in asrımıza bakan bu eşsiz tefsirinin dersini kaçırmamak için gereken ehemmiyeti göstererek derslere iştirak ettim.

Risale-i Nur’u nasıl tanıdığımı kaleme almak için beni teşvik eden ve kendisini tanımakla kendimi bahtiyar ve şanslı addettiğim Raşit Yücel Ağabeyimize sonsuz hürmetlerimi dile getirmek isterim. Bunun peşi sıra benim bu ehemmiyetli dersleri tanımama vesile olan çok kıymetli şair Eyüp Otman ve Dr. Orhan Kaşlıoğlu Ağabeylerime de teşekkür ederim. Hepsinden Rabbim ebeden razı olsun inşaallah.

Daha çok Arapça dilbilgisi bilenlere hitap eden, Üstadımızın talimatıyla talebesi Molla Habib’e yazdırdığı İşârâtü’l-İ’câz tefsirine öyle bir yoğunlaştım ve okudum ki gittiğim her ilçe derslerinde (sohbetlerinde) bu tefsir kitabıyla tanınmama ve ders yapmama vesile oldu ve sözlerime güzellik kattı. Nefsimle birlikte dinleyenlerin istifade ve istifazasına vesile oldu.

BURSA’DAN BARLA’YA NURLU BİR SEYAHAT

Burada yeri gelmişken Aziz Üstadımızın “Yıldız sarayına değişmem” dediği o güzel nurlu mekânları görmeme ve tanımama vesile olan esnaf ve turizmci ağabeyimiz İhsan Paşalıoğlu ile yapmış olduğumuz manevî seyahatlerle ilgili hatıratımdan bahsetmek isterim.

2009 yılında vefat haberini aldığımız, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden ve son şahitlerden olan rahmetli Ali İhsan Tola Ağabeyin Senirkent’teki  cenaze namazına katılmak için Bursa’dan İhsan Ağabey ve diğer arkadaşlarla beraber önce Emirdağ’a hareket ettik. Orada ikamet eden, halen hayatta fakat biraz rahatsız olan Aziz Üstadımızın saff-ı evvel talebelerinden ve son şahitlerden olan Ahmet Urfalı Ağabeyi ziyaret ettik. Üstadımıza yaklaşık on yıl sadakatle nasıl hizmet ettiğini ve dinlemesi doyumsuz o nurlu hatıralarını dinleyip hayır duâsını aldıktan sonra o akşam Emirdağ’da dershanede misafir olup sabahleyin Senirkent’e hareket ettik. Öğle namazını müteakiben bir çok il ve ilçeden gelen Risale-i Nur Talebeleriyle birlikte merhum Ali İhsan Tola Ağabeyin cenaze namazını kılıp kendisini duâlarla defnettik.

Daha sonra Bursa’dan gelen dostlarımızla birlikte Barla’da bulunan Yeni Asya Sosyal Tesisleri’ne gittik. Aziz Üstadımızın Barla Denizi dediği Eğirdir Gölü’ne nazır Barla Kabristanlığında medfun olan Ali Uçar, Bayram Yüksel, Sıddık Süleyman ve burada isimlerini zikredemediğim daha nice saff-ı evvel Isparta kahramanlarını ziyaret edip aziz ruhlarına Kur’ân-ı Kerîm okuyup, duâlar edip hayırla yâd ettik. Kabristanda duâ edip ayrıldıktan sonra ahbablarımızla Barla’da Üstadımızın kaldığı evi, ulu çınarı ziyaret edip, Muş Mescidi’nde namaz kıldık. Daha sonra Aziz Üstadımıza 28. Söz’ün yazdırıldığı cennet bahçesinde kuşların nağamatı arasında İhsan Ağabeyden çok güzel bir ders dinledik, istifaza ettik. Akabinde Barla’dan dostlarımızla birlikte arabamıza binerek Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin saatlerce yürüyerek çıkıp, günlerce yalnız kalıp tefekkür ettiği Çam Dağına çıktık. Merhum Hilmi Doğan Ağabeyin Çam Dağı’nda duygulanarak yazdığı:

“Tepelice çama çıktım / Gelincik dağına baktım / Mümkün olsa kalacaktım / Bir ömür boyu Barla’da
Kara dut cennet bahçesi / Kara kavağın meşesi / Ulu çınarın gölgesi / Gölgeler koyu Barla’da
Seherde açan güllerin / Çeşmindeki bülbüllerin / Cennet yurdunda göllerin / En güzel suyu Barla’da
Çam Dağından esen yeller / Zikir arkadaşı dallar / Üstada muntazır yollar / Gelecek deyu Barla’da”

ilâhisini İhsan Paşalıoğlu söylerken bizler de duygulanarak eşlik ettik. Diğer ziyaretçilerle birlikte cevşenleri, risaleleri okuduk, dinledik, manevî bir atmosfer içerisinde istifade ve istifaza ettik.

Nurlu bir anlayış ve bakışla Çam Dağı’ndan uçsuz bucaksız ovayı, Eğidir Gölü’nü seyretmek, tefekkür etmek, kesif bir hissiyat içinde olmak ne büyük bir bahtiyarlıktır. Hani eskiler derler ya tatmayan bilmez. Gerçekten anlamak ve hissetmek için o nurlu menzilleri, mekânları gezmek, görmek ve yaşamak gerek. Daha sonra Bursa’dan geldiğimiz dostlarımızla beraber Çam Dağı’ndan arabamızla inerek manzarası çok hoş olan Üstadımızın ifadesiyle Barla Denizi (Eğirdir Gölü) kıyısından dağları, orman ve gölü seyrederek Isparta’ya gittik. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin kaldığı nurlu mekânları gezdik. Günümüze kadar gelen ve hatıra olarak kalan bir kaç parça mütevazi eşyasını ve talebelerine yazdırdığı eserleri gördük duygulandık. Ziyaretten sonra Bursa’ya dönerken yolda İhsan Ağabeyin güzel ve gür sesinden duyduğum ve dinlemekten çok haz aldığım ilâhi ve marşlara yolculuk süresince bizler de eşlik ettik.

Değişik tarihlerde Isparta’ya yaptığımız o nurlu seyahatler, Emirdağ, Barla ve Çam Dağı ziyaretleri beni çok etkiledi. Kur’ân-ı Kerîm’in asrımıza bakan eşsiz tefsirini ve müellifini okumama, araştırmama ve tanımama vesile oldu.

İŞÂRÂTÜ’L-İ’CÂZ TEFSİRİNİN YAZILMASI

Birinci Dünya Savaşı’nın o dehşetli zamanlarında, harb esnasında bir yandan düşmanla savaşırken, bir taraftan da at üstünde, avcı hattında, siperde talebesi Molla Habib’e yanında hiçbir kaynak olmadığı halde ilmî kıymeti çok yüksek olan İşârâtü’l-İ’câz gibi çok değerli bir tefsir kitabını kaleme aldırması onun kesbî ilmi yanında Cenâb-ı Hakk’ın mevhibe-i İlâhî olarak kalbine ilka ettiği bilgilere sahib oluşu Bediüzzaman’ın dikkat çeken en büyük hususiyetlerinden biridir.

Kafkasya’nın karlı dağlarında kahraman askerlerimiz arasında gönüllü alay kumandanı olarak mücahede ve irşad için dolaşıp büyük bir harb madalyası almış olan Bediüzzaman İşârâtü’l-İ’câz isimli eserinin telifiyle ilgili olarak Emirdağ Lâhikası adlı eserinde şunları söyler:

“İşârâtü’l-İ’câz tefsiri, eski Harb-i Umuminin birinci senesinde, cephe-i harpte, me’hazsiz ve kitap mevcut olmadığı halde telif edilmiştir. Harp zamanının zaruretinden başka, dört sebebe binaen gayet muhtasar ve icazlı bir tarzda yazılmış.” (Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neş. s. 261)

“O muharebede yirmi talebe kadar kıymettar ve İşaratü’l-İ’câz tefsirinin kâtibi olan Molla Habib, İran cephesinde kumandan Halil Paşa ile mühim bir muhabere vazifesini temin ettikten sonra Vastan’da [Gevaş] şehit düşer.” (Tarihçe-i Hayat)

Yine İşârâtü’l-İ’câz tefsirinin müellifi Üstad Bediüzzaman Hazretleri yanında hiçbir kaynak olmadan yazdırılan bu eşsiz eserle ilgili olarak diyor ki:

“Eski Said, en dakik ve en ince olan nazm-ı Kur’ân’daki icazlı olan i’câzı beyan ettiği için, kısa ve ince düşmüştür. Fakat şimdi ise, Yeni Said nazarıyla mütalâa ettim: Elhak, Eski Said’in bütün hatiatıyla beraber, şu tefsirdeki tetkikat-ı âliyesi, onun bir şaheseridir. Yazıldığı vakit daima şehid olmaya hazırlandığı için, halis bir niyetle ve belâgatın kanunlarına ve ulum-u Arabiyenin düsturlarına tatbik ederek yazdığı için, hiçbirini cerh edemedim. Belki Cenâb-ı Hak, bu eseri ona kefaret-üz zünub yapacak ve bu tefsiri de tam anlayacak adamları yetiştirecek inşaallah.” (İşârâtü’l-İ’câz, Yeni Asya Neş, s. 15)

Yine Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri telif ettiği İşaratü’l-İ’caz isimli eserinin ehemmiyetiyle ilgili olarak diyor ki: “Birinci Harb-i Umumi’nin patlamasıyla Erzurum’un, Pasinler’in dağ ve derelerine düştük. O kıyametlerde, o dağ ve tepelerde fırsat buldukça, kalbime gelenleri, birbirine uymayan ibarelerle, o dehşetli ve muhtelif hallerde yazıyordum. O zamanlarda, o gibi yerlerde müracaat edilecek tefsirlerin, kitapların bulunması mümkün olmadığından, yazdıklarım, yalnız sünûhat-ı kalbiyemden ibaret kaldı. Şu sünûhatım eğer tefsirlere muvafık ise, nurun alâ nur; şayet muhalif cihetleri varsa, benim kusurlarıma atfedilebilir.

“Evet, tashihe muhtaç yerleri vardır; fakat hatt-ı harpte, büyük bir ihlâsla, şehidler arasında yazılıp giydirilen o yırtık ibarelerin tebdiline (şehidlerin kan ve elbiselerinin tebdiline cevaz verilmediği gibi) cevaz veremedim ve kalbim razı olmadı. Şimdi de razı değildir; çünkü o zamandaki ihlâs ve hulûsu şimdi bulamıyorum.” (İşaratü’l-İ’câz, Yeni Asya Neş, s. 23)     

BEDİÜZZAMAN’IN TALEBESİ VE KÂTİBİ AZİZ ŞEHİD MOLLA HABİB

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Birinci Dünya Savaşı’nın o dehşetli günlerinde savaş esnasında düşmanla çarpışırken İşaratü’l-İ’câz tefsirini kaleme aldırdığı talebesi Molla Habib ile ilgili olarak gazetemiz yazarlarından Mustafa Öztürkçü 6.11.2011 tarihli Yeni Asya’daki yazısında şöyle diyor:

“Dünyayı kan çanağına çeviren Birinci Cihan Savaşında nice namsız, nişansız şehitler ordusunu düşünsem, Zeve Şehidliğindeki Ahmed-i Câno, Gevaş topraklarındaki Fedâî ve Bitlis kalesinin dibinden şehitler kervanına kavuşan sevgili Ubeyd gelir gözlerimin önüne…

“İlimde ve yiğitlikte bir serdâr Üstadın yolunda nasıl can verilirmiş diye kanlarıyla şehitlik fermanları yazan Şehid Habib tebessüm eder sanki gözlerime bakarak…
“Nurlu Üstad, Pasinler Cephesinde kendisine kâtiplik yapan Molla Habib’den şöyle bahsetmektedir: ‘Meselâ, Harp içinde, avcı hattında düşmanın top gülleleri arasında Kur’ân-ı Hakîm’in tek bir âyetinin, tek bir harfinin, tek bir nüktesini tercih ederek, o gülleler içinde Habib kâtibine ‘Defteri çıkar!’ diyerek at üstünde o nükteyi yazdırmış. Demek Kur’ân’ın bir harfinin, bir nüktesini; düşmanın güllelerine karşı terk etmemiş; ruhunun kurtulmasına tercih etmiş.’

“‘Eski Harb-i Umumîde Pasinler Cephesinde şehit merhum Molla Habib’le beraber Rusya’ya hücum niyetiyle gidiyorduk. Onların topçuları bir-iki dakika fâsıla ile bize üç top güllesi atıyordu. Üç gülle tam başımızın iki metre üstünden geçip, arkada dere içine düşüyordu. Orada dere içinde saklanan askerimiz görünmedikleri halde geri kaçtılar. Tecrübe için dedim: ‘Molla Habib ne dersin? Ben bu gâvurun güllesine gizlenmeyeceğim.’ O da dedi: ‘Ben de senin arkandan çekilmeyeceğim!’ İkinci top güllesi pek yakınımızda düştü. Hıfz-ı İlâhî bizi muhafaza ettiğine kanaatle Molla Habib’e dedim: ‘Haydi ileri! Gâvurun top güllesi bizi öldüremez. Geri çekilmeye tenezzül etmeyeceğiz’ dedim.”
Üstada sadakat örneği gösteren aziz şehid Molla Habib’in ruhu şad olsun.

İŞARATÜ’L-İ’CÂZ’DA “KUR’ÂN-I KERİM’İN TAKİB ETTİĞİ DÖRT MAKSAD”

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri “Kur’ân bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır” diye İşaratü’l-İ’câz isimli eserinde Kur’ân’daki anasır-ı esasiye ve Kur’ân’ın takib ettiği maksadları “tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadet dörttür” diye beyan ediyor. Kur’ân-ı Kerîm’in takip ettiği maksadlar ve yürüdüğü hedefler Kur’ân’ın tamamında bulunduğu gibi; Kur’ân’ın sûrelerinde âyetlerinde, kelâmlarında hatta kelimelerinde bile sarahaten ve işareten veya remzen bulunmaktadır. Çünkü Kur’ân’ın küllü cüzlerinde olduğu gibi cüzleri de Kur’ân’ın küllüne âyinedir. Bunun içindir ki, Kur’ân, müşahhas olduğu halde, efrad sahibi olan küll gibi tarif edilir. (A.g.e. Yeni Asya Neş, s. 30)

Tanımakta kendimi şanslı ve bahtiyar addettiğim asrın müceddidi ve müellifi Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Risale-i Nur’da, hassaten yanında hiçbir kaynak olmadığı halde cephe-i harpte, avcı hattında ihlâsından dolayı tashihine ihtiyaç duyulmadan yazılan İşaratü’l-İ’câz isimli eserinde geçen “Tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadet” gibi kavramları anlamayı ve anlaşılmasına vesile olmayı nasip etsin inşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*