İman derslerinin verdiği lezzet ve saadet

Sakın, sakın dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın; karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin. “El-hubbu fillah ve’l-buğzu fillah” [Allah için sevmek, Allah için düşmanlık beslemek] düstur-u Rahmânî yerine, el-ıyazü billâh, “El-hubbu fi’s-siyaseti ve’l-buğzu li’s-siyaseti” [Siyaset namına sevmek ve siyaset namına buğzetmek] düstur-u şeytânî hükmedip melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve elhannâs gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve taraftarlıkla zulmüne rıza gösterip, cinayetine manen şerik eylemesin.

Evet, bu zamanda siyaset, kalpleri ifsad eder ve asabî ruhları azap içinde bırakır. Selâmet-i kalp ve istirahat-i ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.

Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen, gelen musîbetten hissedardır, azap çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet rahmet-i umumiye-i İlâhiyeden ve hikmet-i tamme-i Sübhaniyeden habersiz olduğundan nev-i beşere rikkat-i cinsiye, alâkadarlık cihetiyle kendi eleminden başka nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleriyle dahi müteellim olup azap çekiyor. Çünkü lüzumsuz ve malâyânî bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdisatına merak ile dinleyerek, karışarak, ruhlarını sersem ve akıllarını geveze etmişler. Ve bilerek kendi zararına fiilen rıza göstermek cihetinde, “Zarara razı olana şefkat edilmez” manasındaki ”Er-râzî bi’z-zarari lâ yunzeru lehû” kaide-i esasiyesiyle şefkat hakkını, merhamet liyakatini kendilerinden selb etmişler. Onlara acınmayacak ve şefkat edilmez ve lüzumsuz başlarına belâ getirirler.

Ben tahmin ediyorum ki bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında selâmet-i kalbini ve istirahat-i ruhunu muhafaza eden ve kurtaran yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur’un dairesine sadâkatle girenlerdir. Çünkü bunlar Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle her şeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, her şeyde kemâl-i hikmetini, cemal-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemâl-i teslimiyet ve rıza ile, rububiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki elem ve azap çeksinler. İşte buna binaen değil yalnız hayat-ı uhre- viyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler –hadsiz tecrübeleriyle– Risale-i Nur’un imânî ve Kur’ânî derslerinde bulabilirler ve buluyorlar.

Kastamonu Lâhikası, Mektup No: 77, s. 127-128

LÛ­GAT­ÇE:

adavet: Düşmanlık, husûmet.

elhannâs: Şeytan.

hayat-ı uhreviye: Ahiret hayatı.

hikmet-i tamme-i Sübhaniye: Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın gözettiği tam ve mükemmel hikmet.

iman-ı tahkikî: Tahkikî iman, imana dair bütün meseleleri inceleyip delil ve bürhan ile inanmak.

küre-i arz: Dünya.

rikkat-i cinsiye: Cinsî şefkat, insanın kendi cinsinden olana acıması.

selbetmek: Ortadan kaldırmak, iptal etmek.

tefrika: Ayrılık, bölünme.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*