İman eğitiminin doyumsuzluğunu yaşatan bir şaheser: Ayetü’l-Kübra

Bir çok dünya devleti ve ülkemizde milyonlarca insanın büyük bir hasret ve iştiyakla okuyarak akıl, kalp ve hayatlarına nüfuz ettikleri Risale-i Nur eserlerinin yazılış hikâyelerini araştırmak adına Kastamonu’ya bir seyahatte bulunmuştum.

Aziz Üstadıma mekân olan bu mübarek şehrin Nur menzillerinde gezinip Nurları, manasını sevinçle solurken, Üstadın teşrifiyle birlikte Kastamonu’da iken telif ettiği iman deryası Ayetü’l-Kübra Risalesinin yazılması, yayılması ve bu vesileyle maruz bırakıldığı anlamsız hadiseyi de araştırmaya başlamıştım.

Van’da bulunduğum yıllarda, Kastamonu’da Üstadın sadık talebelerinden merhum Çaycı Emin Çayır Ağabeyin oğlu Abdullah Çayır’dan kısmen dinlediğim “Ayetü’l-Kübra Operasyonlarını” gazetemiz yazarlarından Latif Salihoğlu sütunlarına alarak bir güzel değerlendirmiş.

“Ayetü’l-Kübra Operasyonları” başlığı altında değindiği bu muhteşem şaheserin başına getirilenleri şöyle anlatmaktadır.

Gizli Basım

“Kastamonu’da gizlice ve çok ağır şartlar altında telif edilen Ayetü’l-Kübra Risalesi, 1942 senesinde İstanbul’daki Bozkurt Matbaası’nda gizlice basıldı. Kırk beş gün İstanbul’da kalarak bu ulvî hizmeti deruhte eden kişi ise, Nur’un kahraman talebesi Atabeyli Tahirî Mutlu’dur. Ayetü’l-Kübra’nın basım parasını alan matbaa sahibi Aziz Bozkurt, kitaplar paketlenip tren ambarıyla Isparta’ya doğru sevk edildikten hemen sonra İstanbul Emniyeti’ne giderek ihbarda bulunur. Emniyet alarma geçer. Kitaplara derhal el konulur.“ (Yeni Asya. L. Salihoğlu.20.09.2011)

Mahiyetiyle birlikte

Mahiyet itibariyle bir iman deryası mesabesindeki bu muhteşem eserin maruz bırakıldığı olumsuzlukların altında birçok rahmet şuâlarının da olduğu muhakkaktır. Nur’un kudsî her meselesinin altında birçok ders ve hikmetle birlikte manaların olduğu izahattan vareste hakikatlerdir. Sırlarla dolu bir süreç içinde cereyan eden Nurlara ait bir meselenin zuhurunu Ayetü’l-Kübra Risalesinin mahiyetinde görmekteyiz. Bu eserin anlamlı bir hususiyetini Bediüzzaman Risale-i Nur’un satırlarında şöyle izah buyurur;

“Aynı eserin ilk “Haşiye”sinde şunları zikreder: “Evet, İmam-ı Ali’nin (ra) Ayetü’l-Kübra hakkında verdiği haberi, tam tamına Denizli hadisesi tasdik etti. Çünkü bu risalenin gizli tab’ı, hapsimize bir vesile oldu. Ve onun kudsî ve çok kuvvetli hakikatinin galebesi, beraat ve necatımıza ehemmiyetli bir sebep oldu.” (Şuâlar: 7. Şuâ S. 92)

Ülkemiz yakın tarihi içinde cereyan eden hak ve hürriyet cinayetlerinden birisi de Bediüzzaman Hazretlerinin hapis ve diyar diyar sürgüne tabi tutulmasıdır. 1936 yılında Eskişehir hapsi akabinde Kastamonu’ya sürgün edilen Bediüzzaman burada kaldığı yıllarda kitap yazmak, okumak ve yaymak faaliyetlerini sürdürür. Kastamonu’da kaldığı yıllarda telif ettiği birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, altıncı şuâların yanı sıra yedinci şuâ olan Ayetü’l-Kübra namı verilen Risaleyi de burada telif eder.

İnsanlara imanın doyumsuzluğunu yaşatan Kur’ân’dan süzülen hakikatler olarak kalp ve gönüllere, Allah’a imanı yerleştiren bu şaheser için Bediüzzaman der ki; “Ben Ramazan’ın feyziyle bu risalenin nurlarına mazhar olmaklığımla beraber, birkaç cihette hâlim perişan ve birkaç hastalıkla vücudum sarsıldığı bir zamanda acele yazılıp, birinci müsveddeyle iktifa edildi. Hem yazdığım vakit, irade ve ihtiyarımla olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeyi muvafık görmediğim için bir parça fehmi işgâl edecek bir vaziyet aldı.

Bu risalenin öyle bir ehemmiyeti var ki, İmam-ı Ali (ra) kerâmât-ı gaybiyesinde bu risaleye, “Ayetü’l-Kübra” ve “Asâ-yı Mûsâ” namlarını vermiş, Risale-i Nur’un risaleleri içinde buna hususî bakıp, nazar-ı dikkati celbetmiş.” (A.g.e: 92)

“Kâinattan Hâlık’ını soran bir seyyahın müşahedatıdır.” şeklinde tanzime tabi tutulan bu şaheser, Kâinatın Hâlık’ını tanıyıp ve tanıttırma da insana imanın doyumsuzluğunu yaşatmaktadır. İnsanın tefekkür ufkunu nurlandırarak ruh, kalp, akıl ve sair duygularında imanın eşsiz güzelliklerinin yaşanmasına sebep olan bu hakikatler manzumesi eserin yazılışını yine Üstadın kaleminden okuyalım.

AYET-ÜL KÜBRA’NIN YAZILIŞI

“El-Ayetü’l-Kübra’nın tefsir-i ekberi olan Yedinci Şua’yı yazmakta çok zahmet çektiğimden, bir kudsî teselli ve teşvike cidden çok muhtaç idim. Şimdiye kadar mükerrer tecrübelerle bu gibi hâletlerimde, inayet-i İlâhiye imdadıma yetişiyordu. Risaleyi bitirdiğim aynı vakitte –hiç hatırıma gelmediği halde– birden bu keramet-i Alevîyenin zuhuru, bende hiçbir şüphe bırakmadı ki; bu dahi benim imdadıma gelen sair inayet-i İlâhiye gibi, Rabb-i Rahîm’in bir inayetidir. İnayet ise aldatmaz, hakikatsız olmaz.” (Mektubat: 451)

İman eğitiminin doyumsuzluğunu yaşamak isteyenler bu muhteşem şaheseri mutlaka defalarca okumalıdırlar diyoruz.

İyi bir iman eğitimi adına tabiî ki…
Kalın sağlıcakla.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*