İman ve kıymeti

“İman insanı insan eder, belki insanı sultan eder. Küfür, insanı gayet aciz bir canavar hayvan eder.”

Bu ifadenin çok derin mânâlar ihtivâ ettiğine, az düşünen herkes ittifakla hükmedebilir.
“İman insanı insan eder” ifadesi insan olarak doğmanın, insan olarak ölmek anlamına gelmediğini ne güzel ifade ediyor.

İnsan on beşine kadar masumdur, on beşinden sonra mes’uldür. “İman insanı insan eder” veciz ifadesi aklı, kalbi, vicdanı, sırrı kısacası insanın bütün letâif ve duygularını maslahata uygun kullanmasının—iman etmesi—kaynağı ve neticesidir. Öyle ki insan için iman etmekten başka seçenek yoktur. 4 GB ram’li, 1 GB ekran kartlı, çift çekirdekli, i5 işlemcili, 500 GB harddiskli bir bilgisayarla sadece mayın tarlası oyunu oynansa yahut sadece müzik dinlense ne kadar ahmakça bir hareket olduğu herkesçe malumdur. Göz gibi bir tarayıcıyı, akıl-hafıza gibi bir harddiski, sûret/vücud gibi bir ekran kartını, iz’an gibi bir ram’i, kalb gibi bir ana kartı mâlâyani, mânâsız ve maslahata uygun olmayacak bir şekilde bâd-ı hevâ zayi etmenin hangi mantıklı gerekçesi olabilir ki? Hele hele muhatab-ı İlâhî olmuş, küfre gidince şiddetli tehdid-i Rabbânî görmüş insan için ‘insan’ olmanın yolu, mânâsı ve sırrı iman etmekte olmaz mı?
Allah ebeden razı olsun Üstadımızdan; bu bedbaht, gaddar ve hasta asra, anlayacağı dilden konuşmuş. Burada bir hatıra nakletmek istiyorum:
Suriye, Hama il müftüsü ve yine bu ildeki bir tarikatın da şeyhi, Risâle-i Nur’a ve Bediüzzaman’a olan muhabbet ve samimiyetini ifade sadedinde cemaatimizi ziyarete gelmişti. Umumî sohbete katılan bu beyaz sakallı, nurânî ihtiyara bir ağabeyimiz Arapça’ya tercüme ile sorularımızı yöneltiyor, cevapları da Türkçe’ye çeviriyordu. Böylece soru-cevap faslı ile sıcak bir sohbet ortamı oluştu. Dinleyenlerden biri, müftüye “Bediüzzaman’a bu teveccühünüzün sebebini öğrenebilir miyiz?” diye sordu. O da cevaben:
“Bir gün bir zat Hz. Ali’ nin (ra) yanına gelmiş ve demiş ki: ‘Ya emire’l-mü’minîn! Benim gözlerim çok ağrıyor.’ Sohbette bulunan zatlardan biri: ‘Onun Hz. Ömer (ra) zamanında da gözleri ağrıyordu’ demiş. O da: ‘Evet’ diye tasdik etmiş. Hz. Ali de: ‘Peki, ne yaptı Ömer?’ diye sormuş gözü ağrıyan zata. O da: ‘Gözlerime ellerini sürüp bir Fatiha okudu, elhamdülillah şifa buldum, o günden bu yana da hiç sıkıntısını çekmedim’ demiş. Bunun üzerine Hz. Ali (ra), yanındaki zattan, gözü ağrıyan zâtın gözlerine fatiha okumasını istemiş. O zat da ellerini sürerek fatiha okumuş. Sohbet devam etmiş. Bir iki saat sonra Hz. Ali: ‘Nasıl geçti mi ağrısı?’ diye sormuş. O zat da: ‘Geçmedi aynen devam ediyor’ demiş. Bunun üzerine Hz. Ali: ‘Fatiha aynı fatiha, ama nerede Ömer’in (ra) eli!’ diyerek meseleye noktayı koymuş. İşte malûmunuz binlerce tefsir var ama nerede Bediüzzaman’ın eli?” diyerek Üstad’a olan teveccühünü çok mânidâr anlatmıştı.
Allah cümlesinden ebeden razı olsun.
“..belki insanı sultan eder.” Buradaki ‘belki’ kelimesinin kesinlik anlamıyla kullanıldığını ifade edelim. Demek insaniyetteki kemâl, İslâmiyet ve muhabbetin kişinin kalbinde, ruhunda edindiği yere bağlıdır. Öyle ki Rabbimiz hisleri birer çekirdek gibi fıtratımıza derc etmiş; kıskançlık, nefret, muhabbet, akıl vb. biz hangisini sularsak o daha gür çıkıyor. Rabbimizi bize tarif eden dört büyük küllî muarriften biri ‘fıtrat-ı zîşuur’ denilen ‘vicdan’dır. (Mesnevî-i Nuriye, Nokta Risâlesi) Demek insan vicdanını yoklasa, imanın sultanlık olduğuna bu dünyada dahi hükmedecek.
İmanı Üstad’ın nazarında not baremi ile ölçsek artı yüzdür; küfür sıfır değil, eksi yüzdür. Küfürle imanı bu kadar keskin, belirgin çizgilerle ayırmak, bu-–Üstad’ın tabiri ile—hasta, gaddar ve bedbaht asır içinde oldukça önemlidir, en önemlidir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*