İmhal edip, ihmal etmeyen Rabbim!

Kadere inanan insan zulmün devam etmeyeceğine kanaat getirir. Elküfrü yedumu ezzulmu la yedum/Küfür devam eder fakat zulüm devam etmez, prensibinin yansımalarını hayatı boyunca müşahede eder. Yalnız bu dünyayı bir imtihan meydanı olarak yaratan Rabbimiz, teklif sırrını muhafaza için hadiseleri farklı zaman ve mekânlara serpiştiriyor. İhatalı ve dikkatli nazarlar, mozaiğin dağılmış parçacıklarını itina ile biraraya getirip; “zalim Allah’ın kılıncı olduğunu, evvelâ onunla intikam aldığını ve daha sonra da ondan intikam aldığını” müşahede eder, Rabbisine olan iman ve güveni artar.

Ah tarihi nazarlarla tekrar gözden geçirme imkânımız olsaydı… Kerbelâ’da Hüseyn’in (r.a.) şehadetini izleyen ve sonra da Al-i Beytin giysilerini yağmalayan bir köylü, yaktığı ocakbaşı ateşinin karşısında, üzerindeki gömleğinin Al-i Beyte ait olduğunu iftiharla söyler. O anda ocakta yanmakta olan odundan bir ateş parçası sıçrar, köylünün gömleği tutuşur. Vehameti anlayan köylü evinin önündeki Dicle’ye atlasa da tutuşan elbiseler suyun içinde alevler çıkararak köylünün helâkini netice verir. Al-i Beyte yapılan zulme bigâne kalan tâ Yezid’e uzanan çizgiye baktığımızda daha dehşetli manzaralarla karşılaşırız.

Hırslı tilkiyi kümes-kümes, bahçe-bahçe aç dolaştıran sırrı, insanlar arasında görmemek mümkün mü? Genellikle maksatlarının aksiyle karşılaştıklarını görüyoruz. Kur’ân’ın manevî ve hakiki tefsirindeki örneklemelerin başında gelen “Yahudi milletiyle” ilgili misallerin günlük yansımaları olmayacak mı? Hayatımdaki başarısızlıklarımın çoğunu hırs ve tevekkülsüzlüğüme vermişimdir. Kaderin arzumuz çerçevesinde çizildiğini bazan zannederek, hendekten hendeğe yuvarlanır dururuz. Dünyanın tüm servetine gözünü dikmiş millet, petrolü buldum derken, Newyork’taki “kapital buzullarının” eridiğini hüzünle seyrediyor. Doların düşmesiyle Amerikan toplumunun daha rahat yaşayacağı düşüncesi de onu rahatsız ediyor. Zira hırsla, zulüm ve hile ile biriktirilmiş servet eriyor!

Zulüm yalnız bildiğimiz silâhlarla yapılmıyor. İleri teknolojinin unsurları bazan atom bombasını geçiyor zulümde… Kimya fabrikalarında üretilen zehirlerle dünyanın bahçe ve tarlalarına ve oradan hasıl olan mahsullerle insan ve hayvanlara hangi zulmün isabet ettiğini ancak bilimadamları tam anlayabilirler. Yalnızca karalardaki canlılar değil, okyanusların dibindeki balıklar da “zalimlerin zulmünden” şikâyet ediyorlar. Haris, zalim ve tahripçi Batının zehirli artıklarla dolu varilleri, Pasifik’in uzakdoğusuna ulaşarak denizlerdeki zulmü globalleştirdi… Bu zalimlerin karşısına dikilen “insaniyetperverlere” Müslümanların yardımcı olması vacip olduğu halde, İslâm âlemi bu noktadan maalesef hâlâ uzaklarda seyrediyor.

Sepeti seyrek petroladam, toplu mezarları teşhirle güya Saddam’ın zulmünü göstermeye çalışıyor. Halbuki Saddam denilen süfyancığın Newyorklu deccallerce yetiştirilip masum insanlara musallat edildiğini herkes biliyor. Yalnızca, deccaliyetin hipnotizma kutularından çevreye yayılan ışınlarla dünyaları alabora olanlar hadiseleri tersten görebilirler… Yüzde doksanı kontrollerinde olan dünya medyasının, manyetik alanından uzak duranlar “deccalin zulüm ve iğvasından” emin olabilirler, inşallah. İspanya başbakanı petroladam ile Blair arasında dünya basınına pozverdiğinde zulüm sarhoşluğu onu da etkilemiştir. Bağdat zulmüne bigâne Ukrayna uçağıyla helâkete giden İspanyol askerleri, mağrur Aznar’a mutlaka birşeyler söylemiştir. Zaman ve imkânımız olsaydı; zulüm kulelerinin teker teker başka zalimlerce nasıl düşürüldüğünü seyredecektik. Kadere inananlar çok da mahzun ve mükedder olmamalı. Arzu edilen bu sahneleri daha büyük ekranlarda tüm detaylarıyla izleyebileceğimizden emin olmalıyız.

Acz ve fakrı sloganca anlayıp, zekâvetiyle kadere müdahale ettiğini zanneden Müslümanlar da evvela nefislerine zulmettiler. Vazifesini yaptıktan sonra helâlle yetinmek tükenmez bir hazine iken, bizler bazan hazineleri bırakıp da beyabanlarda dolaşırız. 12 Eylüller ve 28 Şubatların içimizde yol bulup İslâm toplumunu kevgire çevirmesinin bir sebebi de helâl olmayan hırsımızdı. Halbuki hergün yeni bir heyecanla hedeflerimizden o kadar uzaklaşıyoruz ki; bazan burnumuzun dibindeki zümrüdü ankayı havalandırıp yeni “göçmen kuşlarını” bekliyoruz.

Kur’ân’ın şu yeryüzünü zulümden temizleyeceği saadetli günleri beklerken, hikmetle dönen dolaplara bakıp, kadere teslim olmaktan başka yapabileceğimiz bir şey mi var? Biz neyin Sahibiyiz ki…

“Onlar bir tuzak kurarlar, ben de bir tuzak kurarım. Kâfirlere mühlet ver, onları biraz kendi hallerine bırak (pek yakında desteğimiz sana gelecek) (Et-tarik, 15, 16, 17.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*