İnsan haklarına saygılı devlet

0090

Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi, misafir olduğu evin oda duvarında asılı olan Ku’ân-ı Kerim’i görür. Allah’ın kelamının bulunduğu bu odada ayaklarını uzatıp, yatmayı edebe mugayir bir davranış ve saygısızlık sayar.

Serilmiş olan yatağını hiç bozmaz. Sabaha kadar Kur’ân’ı mütalaa ederek ve okuyarak namaza hazırlanır.  İşte Osman Gazi’nin bütün ruhu ve gönlü Allah’a ve kitabına böylesine bağlıydı. Osmanlı Devleti mânevî değerler ve bütün insanlığın mutluluğunu temin etme mefkûresi üzerine kurulmuş bir İslâm devletidir. Küçük bir beyliği kısa zamanda cihan devleti yapan en önemli sebep, ilâhî ve mânevî değerlere ve İslâma olan bağlılıklarıdır.

Bir ferdin himmetinin milleti olabilmesi için, o ferdi milletine bağlayan kuvvetli bağları olmalıdır. Şahsî hayatından milletinin menfaatlerini üstün tutacak önemli sebepler ve kuvvetli bağlar bulunmalıdır. Bu önemli sebepler ve kuvvetli bağlar millî ve mânevî değerlerden başkası olamaz.

Devleti yöneten hikmet-i hükûmet mânevî değerler ile milletini ve en önemlisi geleceğinin güvencesi olan gençliğini ve ordusunu teçhiz etmez ise o millet her an tehlikelere maruz kalabilir. Tarihimize baktığımız zaman bu gerçeği net bir şekilde görebiliriz. Avrupa’nın güçlü devletlerine karşı varlığını devam ettiren bu devletin ordusunu güçlü yapan, Kur’ân’dan alınan şu inançtır:

“Ben ölürsem şehidim, kalırsam gaziyim.” Bu ruh ve iman ile şahlanan şanlı ecdadımız, ölümün yüzüne gülerek bakmış ve daima Avrupa’yı titretmiştir.

Düşmanlarımız hiçbir zaman bizi meydan savaşlarında ve cephelerde yenememiştir.  Bu nedenle düşmanlarımız kendi anlayışlarına göre doğru teşhisi koymuşlar ve bu ulu çınarı yıkmak için başka bir strateji geliştirmiştir. Şöyle ki; İstanbul’daki Fener Patriği Gregorios tarafından Rus çarı Aleksandr’a yazdığı mektupta aynen şu ifadeler yer almaktadır:

“Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler sabırlı, mukavemetli, mağrur ve izzet-i nefisli insanlardır. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından ve kadere rıza göstermelerinden, an’anelerinin kuvvetinden ve âmirlerine itaat duygusundan ileri gelmektedir. Bu sebeple, Türklerde evvelâ itaat duygusunu kaldırmak ve mânevî bağları koparmak ve dini metanetlerini zaafa uğratmak gerekir. Mâneviyatları sarsıldığı gün Türkleri zafere götüren asıl kudretlerinden sıyırarak ve onları maddî kuvvetlerle yenmek mümkün olacaktır. Osmanlı Devletini tasfiye etmek için mücerret olarak harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir. Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden bu tahribi tamamlamaktır.”

Hariçteki düşmanlar içimizdeki ifsat komiteleri yardımıyla sinsi ve münafıkane çalışmaları neticesinde, toplumun önemli bir kısmı, maalesef nefsanîleşmeye, dünyevileşmeye ve mânevî değerlerden uzaklaşmaya başladılar. Zehirli mikrobu, ferdi ve içtimai bünyemize yavaş yavaş, hissettirmeden batılılaşma adına, ilericilik adına, çağdaşlaşma ve medeniyet adına, muasırlaşma, adına içimize soktular. Bu milletin maddî bataryaları ne kadar modern silâhlarla mücehhez olursa olsun ve devrin en güçlü devleti de olsa mânevî bataryaları boş olduğu sürece yıkılmaya mahkûmdur.

Şimdi bize düşen vazife ve görev, kaybettiğimiz değerleri, bilemediğimiz ve ecdadımızın temsil ettiği İslam ahlakını yeniden tahsil etmeye çalışmaktır. Ancak bu suretle, hem iç huzurumuzu, hem de dış itibarımızı korur ve tekrar kuvvetli ve şehâmetli bir devlet olabiliriz. Biz millet olarak bütün faziletimizi, şanımızı, olgunluğumuzu, mefahirimizi ve güzelliğimizi, İslâma ve onun emsalsiz  ahlâkına borçluyuz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*