İnsandaki ‘duygu paketçikleri’

Doğrusu böyle bir ebeveyn mektubu bekliyordum. Çünkü farklı şehirlerdeki ‘Gençlik ve Anne Baba İlişkileri’ konulu seminerlerimizde çok değişik konularda bize sorular yöneltiliyordu. Tabiî bu tür sorulara da biz dilimiz döndüğünce cevaplar verirken, diğer taraftan da sorulara daha ciddî boyutlarda çalışıyorduk.

Konu, ‘anne’, ‘baba’, ‘evlât’ olunca durum daha da ciddileşiyor.
Bize seminerlerden sonra yöneltilen sorular, yerinde sorulup, daha sonra da sönüp gidiyordu. Bu yaşananların, e-mail ortamına aktarımı pek cılız oluyordu. İnsanlardan çok azı, yaşadıkları negatif tutum ve davranışları için bir uzmana danışıp, çare arıyordu. Mail ortamlarındaki soruların müstear isimlerle sorulması da bundandır.

Elbette karşılaştığımız sorular; okuduğumuz kitaplarda ve karşılaştığımız olaylarda bizim alıcı kulak sayımızı arttırıyordu. Onun için bazen anlatılan bir olayı, dört, beş kulakla dinliyorduk.

Nitekim bize yöneltilen sorular bizde bir faaliyetler zincirini beraberinde getiriyor. Sorulan sorulara cevap bulma amaçlı pek çok kitaplar aradığımız, bulduğumuz ve okuyarak o soruları ve cevaplarını tahlil ettiğimiz oluyor.

Böyle bir süreçte, hiçbir soruyu duyup geçemiyorsunuz.
Her soru; soran kadar, soruya çalışanı eğitiyor, geliştiriyor. Hâliyle pek çok vakıa ile karşılaşan ve o vakıalara uygun çözümler arayan kişi, soru soranlara çok farklı çözüm teklifleri de geliştirebiliyor.

Konuyu, ‘baba-oğul’ ikilisi olarak düşündüğümüzde, farklı farklı şehirlerimizde gördüğümüz manzara, gençlerle babalar arasında çok sağlıklı bir diyaloğun olmadığı şeklindedir.

Babayı da genci de dinlediğinizde bir gerçekle tanışıyorsunuz. O da, baba da, genç de babası ile veya oğlu ile oturup, konuşmak istiyor, dertleşmek istiyor, meselelerine beraber çözüm bulmak istiyor. Ama gelin görün ki, ne baba adım atabiliyor, ne de genç. İşte tam burada bizim ‘eğitimde üçüncü şahıslar’ olarak ifade ettiğimiz, örnek ablalar ve örnek ağabeyler modeli devreye girmesi gerekiyor.

Bu noktada, akl-ı selim akrabalara, eğitimcilere, arkadaşlara ihtiyaç var.

Onlarca, baba ile diyaloğunu kesmiş genç örnekleri gördüm; yine onlarca da, genci ile diyaloğunu kesmiş baba örnekleri ile karşılaştım, konuştum.

Bu tablo insanı üzüyor.
Ama güzel olan şu ki, konuşulduğunda, konu ile ilgili adımlar atıldığına hiçbir adım neticesiz kalmıyor.
Buradan şu çıkıyor, konuşulabildiğinde çözüm bulunamayacak bir mesele yok. Bütün mesele, oturup bir yabancı kişi ile anlaşma zeminimiz ne ise, bu hoşgörüyü, bu içinde saygı olan yaklaşımı çocuklarımıza, gençlerimize ve eşlerimize de sergileyebilmektir.

Babaların adım atmasını engelleyen şey, ‘Acaba otoriteme gölge mi düşer?’ endişesi iken; gençlerin adım atma engeli ise, babaların zamanla oluşturduğu ‘duvar’ olan, ‘nasıl olsa bir şey değişmeyecek’ kanaatidir. Oysa hiçbir adımı ümitsiz vakıa olarak görmemek gerekiyor. Velev ki, yüz seksen defa dahi tekrar olsa. Tabi gençlerdeki ciddî inat damarını da göz ardı etmemek gerekiyor.

Babalardaki, ‘Ben böyleyim, bu yaştan sonra beni mi eğiteceksiniz, artık bizi böyle kabullenin.’ gibi, öğrenilmiş çaresizlik cümleleri, kanaatleri asıl mücadele edilmesi gereken yoğunlaşmış düşüncelerdir. Ama kesinlikle değişmez değildir.

Gerçekten de insan bir şeyi kabullenmeyegörsün, onun üzerine adım atma kabiliyetini neredeyse tamamen yitiriyor. Hatta deneme adımları bile atmaktan kaçınıyor.

Oysa, gerek gençleri babalarına karşı, gerekse babaları gençlerine karşı duyguları harekete geçirerek uyardığınızda kesinlikle sonuç alıyorsunuz. Bu şu demek, kimse herhangi bir sebepten dolayı ne babasını, ne de gencini bir kenara itecek değildir. Yani herkes biraz çalışıldığında sağlıklı zeminlerde görüşmeye, konuşmaya, adım atmaya hazır durumdadır.

Yirmi yaşlardaki genç beyefendi ile konuşuyoruz. Baba ile ilişkileri ciddî boyutlara ulaşmış. Baba tekme tokatları devamlı hale getirmiş. Yani genç baba ile bir konuda farklı düşündüğünde dahi, neredeyse tekme tokatlar gündeme geliyormuş. Gidişatın farkında olan genç, babasının bu tavrından uzaklaşması için pek çok adımlar atmış. Amcasını, babasının arkadaşlarını devreye koymuş, ama atılan bütün adımlar daha beter, ‘Sen mi bu insanlara haber veriyorsun yoksa?’ şeklinde yine şiddete dönüşmüş.

Genç adım atmayı bırakmamış ve bir gün eve, misafir olarak bir psikolog dâvet etmiş. Tabiî gelen misafirin psikolog olduğunu kimselere söylememiş. Psikolog beyefendi, baba ile ilgili durumun ileri boyutlarda olduğunu fark etmiş ve gence, babasının bir psikiyatri tedavi sürecinin başlaması gerektiğine dair kanaatini paylaşmış.

Tabiî babanın psikiyatriye gitmesi mümkün değildir. Kendisine, değişik vesilelerle, ‘Bir psikiyatriye gitsen…’ falan diyen çevresindeki yakınlara, o, bu cümleleri söyleyenlere bu adımı atmayı öneriyormuş.

Nasıl ki her problem, çözüm için üzerinde çalışmayı gerektiriyorsa, sosyal problemler de diğer maddî hastalıklardan çok geri değildir. Hatta sosyal problemlerde, manevî hastalanmalarda teşhis koymak, tedavi uygulamak çok daha güçtür. Çünkü böyleler kendilerini hasta olarak görmüyorlardır.
Haliyle kendini hasta görmeyene tedavi uygulamak ne kadar mümkün olacaktır?

Oysa bilinmesi gereken bir gerçek var ki, o da, psikiyatriye, psikoloğa gidebilen insanların daha sağlıklı bir ruh yapısına sahip olduklarıdır. Yani asıl korkulması gerekenin, psikiyatriye gitmeyen, adeta canlı bir bomba olarak yaşayan, patlamaya hazır, pimi çekilmek üzere olan, sağlıklı gözüken, kendini de öyle tanımlayan ve tanıtan ‘ruh hastaları’dır.

Tabiî genç, süreçten ciddî olumsuz etkilenmiştir. Hazırlık dershanesindeki uzman, genç üzerinde aşırı yüklenme tesbit eder ve aile üyelerini dershaneye dâvet eder. Babaya, evlâdı için gidişatın iyi olmadığı, bu haliyle bir okul kazanmanın mümkün olmadığını, kazansa bile, o okulu bitirmesinin pek mümkün olmayacağı iletilir.

Durum birkaç kez tekrarlandığında, babanın daha önce yaşamadığı ve yaşatmadığı duyguların gün yüzüne çıktığı görülür. Tabir yerindeyse, babanın duygu dünyasından, bu özel adımlarla, yeni yeni ‘duygu paketçiklerine’ ulaşılır.

O duygu paketleri de yavaş yavaş işletilerek, baba ile genç arasında çok sağlıklı noktalara ulaşılır.
Sonunda, babadan gencine karşı, tamamen yanlışlardan arınmış, hastalıklı yaklaşımlardan arınmış bir ‘iletişim servisi’ başlar.

Zaten amaç da budur.
Anlaşılıyor ki, iletişim kazaları yaşayan herkes için bir takım adımlar atmaya ihtiyaç var.
Yani çaresizlik diye bir şey yoktur. Sadece teşhis edilmemiş, tedavi süreci izlenmemiş adımlar söz konusudur.
Problem varsa, tedavisi de var.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*