İnsanî değerlerde buluşmak en büyük ihtiyaç

Yazar Yıldız Ramazanoğlu, “Müslüman derken kelimeye nasıl bir muhteva atfettiğimizle ilintili. Bakara sûresi′nin başında tanımlanan mü′min giderek daha az bulunur bir kimyaya dönüşüyor. Ahiret inancı olmayan Müslümanlarla çevreleniyoruz giderek. Helâl-haram, hak-hukuk kavramları hayatımızdan çekilip gidiyor” diyor.

“Müslümanlar artık mağdurların yanında değil, çünkü iktidar oldular” tezi bugünlerde yüksek sesle seslendirilir oldu. Gerçekten de durum böyle miydi? İslâmî kesimin ve hak ihlâlleriyle mücadele edenlerin yakından tanıdığı Yıldız Ramazanoğlu ile bunu konuştuk. Lâkin Ramazanoğlu’nun geçtiğimiz hafta Müslümanların hak ihlâllerine gözlerini yummadıklarına dair “Görme bahçesi-Türkiye’nin ortak vicdanı” kitabı çıktı. Ramazanoğlu ayrıca şu eleştiriyi de yapıyor: “Daha önce ceberrut ve baskıcı olması gerekçesiyle kırgınlık duyulan devlete Ak Parti iktidarında ısınıldığı ve daha çok benimsendiği bir gerçek.”

Son zamanlarda bazı Müslümanların zenginleşmesiyle merkeziyetçi ya da devletçi bir tavır sergiledikleri doğru mu?

Bu ülkedeki insanların yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğu söylenir, ama Millî Görüş mensuplarından CHP’ye kadar bütün yurttaşlar devletçi eğilimler ve refleksler sergilemişlerdir. Bu Cumhuriyetin kuruluş biçimiyle ve tarihî tutumlarımızla ilgili. Devletin sevgisini kazanmak, muteber addedilmek ana eğilim. Daha önce ceberrut ve baskıcı olması gerekçesiyle kırgınlık duyulan devlete Ak Parti iktidarında ısınıldığı ve daha çok benimsendiği bir gerçek. Dindar insanların içindeki bastırılmış sahip olma duygusunun açığa çıktığı da. Fakat bu Müslüman derken kelimeye nasıl bir muhteva atfettiğimizle ilintili. Bakara Sûresi’nin başında tanımlanan mü′min giderek daha az bulunur bir kimyaya dönüşüyor. Ahiret inancı olmayan Müslümanlarla çevreleniyoruz giderek. Helâl-haram, hak-hukuk kavramları hayatımızdan çekilip gidiyor.

Bir taraftan “Ergenekon, 28 Şubat gibi” hukuksuzluklar yargılanırken kutuplaşmalarda oluşuyor. Hatta 28 Şubat dalgası ülkeyi boğar dendi. Yargı mı tercih edilmeli yoksa suçu bağışlayıp üstüne gitmemek mi?

Bireylerin hakları çiğnenmiştir ve elbette devletin af yetkisi olamaz. Üzeri örtülen her kötülük başka kötülüklerin cesaret ve hareket noktası oluyor.

Sizce farklılıklarımızdan utanıyor muyuz?

Farklılıklarımızı tanımıyoruz, başkasının hakikatine ilgi duymuyoruz, bize benzemeyen her şeye düşman kesiliyoruz mesele bu. İnsan bilmediğinin düşmanı. Bu ülkede birbirimizi üçüncü şahısların tanımlaması üzerinden tanıyoruz. Garip konuşmalar geçiyor: “Dindarlar Kürtler hakkında ne düşünüyor?” diyorlar. Kürtler bu ülkenin en dindar insanları. Kimlikler bireyin yüreğindeki çoğulluk bile parçalandı. İçimizdeki bir aidiyet öteki aidiyetimize karşı sanki. Kürt dindar ve başörtülü kadın kim o zaman? Nereye ait? Neresi acırsa kanatılırsa oraya ait bu durumda. Zenginlikle şenlikle tek parça vahdet içinde kalmamıza izin yok.

Sermaye sahibi olana Müslüman kesimden bahsetmiştik. Artık Müslümanların da sokaktan, mahalleden uzaklaşıp toplu konutlara yerleşmesi kendini tecrit etmek mi? Nevzat Tarhan’a göre bu sokakları ve mahalleyi kötülüğe teslim etmek…

Bu karmaşık bir mevzu. Belli süreçlerden geçilerek bu günlere geldik. Dünyanın tekinsizleşmesiyle de ilgili. Sadece sınıfsal tabakalaşma değil güvenlik meselesi. Siteyi kalın duvarları her zaman reddederim, ama birkaç ay önce güpe gündüz evim soyuldu ve evlâdımın canı söz konusuydu. Polis asla ilgilenmedi ve şikâyetimiz için aldırışsız ve kızgın bile davrandılar ne diye bizi meşgul ediyorsunuz manasına. Mahallemizde her eve girildi, ne ilgilenen, ne yakalanan var. Kategorik ve metaforik olarak mahalleyi isterim, ama bir de yaşanan gerçeklik var, bu izlenen politikalarla ilgili maalesef.

Ülkesinin sorunlarına yabancılaşmak sizce çözümleri yurtdışı prensiplerde aramaktan mı kaynaklanıyor? Yerli çözümler mümkün mü?

Elbette mümkün. Muhtaç olduğumuz birikim ve muhayyile toplumsal kodlarımızda mevcut. Biz aslında bir imkân olarak İslâmdan da geçmiş tecrübeden de yararlanamıyoruz, hazinenin üzerinde kaba bir dünyevîleşmeyle oturuyoruz durduğumuz yeri bilemeden. İslâmî birikim tolerans sınırlarımızı genişletmiş ve herkesin kendi hukukuna ve inançları doğrultusunda yaşamasına saygı duymamızı sağlamıştır. Meselâ yüzelli sene önce İstanbul’da 120 farklı dilde dergi ve gazete çıkarıldığı yazılı kaynaklarda. Şimdi ulusalcılık bizi öyle daralttı ki Agos’a bile tahammül edemeyeceğiz neredeyse. Bu biz değiliz gerçekten, on yılda yeni bir millet yaratma iddiasının bir sonucu. Bir milleti yok ve hiç sayıp süzülüp gelen ruhunu, değerlerini yok saymak.

Son günlerde muhafazakâr kesime yakın yazarların da merkezin dışına atılmasını nasıl yorumluyorsunuz? Bu Müslümanlar haksızlıklara karşı gelmiyor tezine bir cevap olabilir mi?

Kimseye cevap vermek zorunda değiliz, Allah’a karşı sorumluyuz ve içimizden birileri bu sorumluluğu farzı kifaye babında yerine getirmeye çalışıyor. Daha geniş kitlelere yayılması arzu edilir, ama aşılacak çok manialar var. Zihinsel bariyerler çok muhkem. Meselâ vicdanından yola çıkan her insanın sesi “seni kim konuşturdu, kime yaranıyorsun” basitliği içinde bastırılmaya çalışılıyor çoğu zaman. Bir Müslüman Kur’ân’dan hareket edemez, vicdanının sesiyle harekete geçemezmiş gibi. Kendimize, ruh gücümüze, inanç birikimimize saygımız güvenim yok. Bir seferinde kadınların insanî inkişafının önündeki engellemelerden söz ediyordum, biri çıktı ve sizi İngilizler konuşturuyor dedi. Ne diyebiliriz buna. Mü′min bir kadının bir kardeşinin beyni olabileceğine ihtimal vermiyor ki. Akıl muhakeme ve haksızlıklara itiraz olsa olsa Batıda olabilir diye iman etmiş, farkına varmadan İngilizlere tapınıyor her halde.

Türkiye′de yeni bir kurucu fikre ihtiyacımız var diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? Yeni Anayasa bu tartışmaların neresinde?

Bütün dünyaya bir şey söylemeyen fikirler, geniş bir adaleti temsil etmeyen yaklaşımlar bu ülkeye de yarar sağlamaz, kuşatmaz. Ayrımcılıklar imtiyazlar, ayrıcalıklar ortadan kalkmadan, ilkel üstünlük iddiaları bertaraf edilmeden hiçbir anayasa sadra şifa olmaz. Anayasa sessiz insanlara güç kazandırmalı, güçlülerin hegemonyasını ortadan kaldırmalı. Romanla Kürdü Türkü, Alevîyle Sünnîyi yurttaşlıkta eşit hizaya getirmeli, bunu herkes içine sindirmeli. Bu ülkede herkes kurucu olmanın, burada ve buralı olmanın toplumsal sözleşmeye imza atmanın hazzını yaşamalı ve ülkesine aidiyetini saygıyla, sevgiyle, emniyet duygusu içinde yaşayabilmeli.

BU YANLIŞLAR BİZİ NEREYE GÖTÜRÜR

Kürt meselesi tartışılırken Terörle Mücadele Kanunu, Mağdur Çocuklar unutuluyor mu? O çocuklar sizce Kürt sorununun geldiği noktada nasıl bir anlam ifade ediyor?

Bu çocuklar için büyük bir mücadele verildi. Türkiye’nin meseleye duyarlı her kesimden binlerce insanı, bir platformda dayanışma içinde meseleyi takip etti ve başta Mehmet Atak ve Mehmet Ucum olmak üzere insanüstü bir emek sarf edildi. Bu yönde hukukî düzenlemelerin yapılması sağlandı ve birçok çocuk ve genç cezaevlerinden tahliye oldu. Fakat son zamanlarda maalesef 18 yaşlarını doldurdukları gerekçesiyle bazıları yeniden tutuklanmışlar ki bu kabul edilemez. Bir de özellikle fen lisesi gibi iyi okulları kazanmış ve başarılı öğrencilerin öğrenim hayatının sonlanacağı şeklinde alınıp götürülmeleri çok manidardı adeta. PKK için adam yetiştirme stratejisi gibiydi tutuklamalar. Bu yanlışlar bizi nereye götürür çok açık.

İNSANÎ DEĞERLERİN ETRAFINDA BULUŞMAK YERYÜZÜNÜN EN BÜYÜK İHTİYACI

İslâmî kesimin Türkiye’nin sorunlarına duyarsız kaldığı konusundaki fikre katılır mısınız?

Bu toplumda herkes başkasının meselelerine duyarsız kaldı, kimse temize çıkamaz. Son yıllarda yeni bir duyarlılık gelişti elbette. Bunda Müslümanların da payı büyük. Bu duyarlılık işgalcilerin Bağdat’a girmesiyle başladı. Biraz da zamanın artık kaçınamayacağımız ruhuydu bu. Dünyanın bütün başkentlerinde yaklaşık on milyon insan aynı anda Irak’ın işgalini tel’in için gösteri yapmıştı meselâ. Bu dünyanın erdemli insanlarının aşağıdan küreselleşmesi vicdanların buluşması herkesin ötekini görmeye başlamasıydı. Türkiye’de de çeşitli platformlar oluştu ve farklı eğilimlerden ortak bir şeyleri olamazmış gibi duran insanlar bir araya gelebildi ve ortak eylemlere imza atılabildi. Bu üzerimize gelen kötülüklerle gettomuzda kalarak mücadele edemeyeceğimizi gösterir, ama en önemlisi başka olanın o kadar uzak olmamasının keşfidir öte yandan ve ortak insanî değerlerin etrafında buluşmak yeryüzünün en büyük ihtiyacı.

AKAN KARDEŞ KANININ DURMASI İÇİN NE GEREKİYORSA YAPILMALI

Irak Savaşı sırasında değişik kesimlerden insanların bir araya gelmesiyle oluşan Küresel BAK Türkiye’nin NATO’dan çıkması, İncirlik Üssü’nün kapatılması, Irak ve Afganistan’daki işgallere son verilmesi, Filistin’in özgürleşmesi ve daha birçok başlıkta sayısız eyleme imza attı. Bugün Türkiye’de Suriye ya da Ortadoğu konusunda 2003 yılındaki gibi ortak vicdan neden buluşamıyor?

Öncelikle şunu görmek gerekir ki Esad tıpkı babası gibi kıyım yapıyor. Hatta zalimlikte onu da geçebileceğini kanıtlamaya çalışıyor sanki. İktidarının başlangıcında siyasî tutukluların bir kısmını serbest bırakması, daha ılımlı mesajlar vermesi bir umut ve beklenti vermişti. Fakat mevcut kıyamın Batılılar tarafından organize edildiği düşünceleri Türkiye’deki zihin bölünmesine sebep oldu. Libya’da sivil katliâmlarına yol açan ve bütün maddî varlığına el koyan dünya sistemi burada da iş başındaydı doğal olarak. Bir de muhalefetin başında gibi görünen Burhan Galyun’un bölgede Hamas ve Hizbullah’ı dışlayan söylemleri İsrail ABD denkleminde onların çıkarlarını gözeteceği izlenimi veriyordu. Muhalefetin silâhlanması da iç savaşı tetikliyor. İran da kaale alınmadığı gerekçesiyle Esad’a yandaş oldu. Şimdi Hulu katliâmının sorumlularının cezalandırılmasını istediler nihayet. Orada olan halka oluyor şu anda ve bütün bu hesapların ötesinde muhalefetin yanında yer almak durumundayız diye düşünüyorum. Muhalefetin iyi yönlendirilmesi koşuluyla, bir kez daha emperyalistlerin çıkarlarına hizmet edilmesini önleyecek Orta Doğu’daki bunca deneyimden yararlanacak şekilde. Öncelikle akan kardeş kanının durması için ne gerekiyorsa yapılmalı.

Kitabınızda 411 oyla başörtüsüne özgürlük geçtikten sonra bazı başörtülü kızların başkalarının da özgürlük kısıtlamalarını düşünerek “Henüz Özgür Olmadık” bildirisini yayınladığını söylüyorsunuz. Başörtülü kızlarda özgürlük algısı devam etse bile genel algı içinde bu sesler artık duyulmamaya mı başladı?

Burada önemli olan başörtülü genç kadınların kendilerinden başkalarının acılarına hakikatine eğilen, duyan ve gören yaklaşımlarıydı, bence bu bildiri Türkiye’nin ortak vicdan tecrübesinde kırılma noktalarından biri oldu. Haklarının çiğnendiği noktada tam da bu mağduriyetlerin giderilmesi için büyük bir adım atılmışken, bir dakika bu bizi mutlu etmez başka mağduriyetler de giderilmedikçe demek kimsenin kimseyi görmediği bir zamanda çok kıymetli Müslüman’a yaraşır bir çıkış. Bu sesler devam ediyor. Gençler çeşitli şekillerde ve platformlarda ses vermeye devam ediyorlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*