İnsanlığın Risale-i Nur’a ihtiyacı gün geçtikçe artıyor

alt

Plan ve program mukteza-i fıtratın iktizası. Şecere-i kâinatın aslı ve nurânî bir çekirdeği olan Nur-u Muhammedî’nin, nuranî büyük patlayış ve inkişafıyla şehadet âlemine çıkarak, İlâhî bir plan ve programla on sekiz bin âlem içinde arzımızda yaratılan nev-i insanî, kendisine biçilen imtihan sırrının gereğini icra ettikten sonra, yine aynı plan ve programın çekim alanında saadet-i ebediye veya şekavet-i ebediye istikametinde yoluna devam edecektir.

Hilkatin İlâhî plan ve programına uymak, hayatın her anında cisim ve ruhtan teşekkül eden ve mahiyetçe kâinatlar kadar geniş ve şumüllü olan “insan”’ denilen şu fabrika-i İlâhiyenin mükemmel ve intizam içinde çalışmasının en temel şartıdır. Dünyevî ve uhrevî bütün hayat şartlarının ve mutluluk plan ve programlarının esası ve kaynağı olan Kur’ân-ı Hakim’de gösterilen hayat ve yaşayış tarîklerine ittiba ölçüsünde ise, bu mutluluk ve şekavetin derecatı artarak veya azalarak devam eder.

Bediüzzaman, “Mektubat” isimli eserinin 1. Mektubu’nda, ‘’Hayat Mertebeleri’’ konusundaki beş hayat mertebesinin birincisinin, biz insanların içinde olduğu hayat mertebesi olduğunu söyleyerek, bu hayat mertebesinin, “çok kayıtlarla mukayyet’’ olduğunu ifade der.

İnsan hayatının devamında, ihtiyaçların tanzimi öne çıkarak, en ehemmiyetlisinden en basitine kadar bu tanzim ve ihtiyaçlar devam eder gider. Bu cümleden olarak insan her an havaya ve nefes almaya şedit ihtiyaç duymasına karşı, günde iki veya üç öğün yemek ve suyla idare edebilir. Vücudunun barınma, giysi ve ulaşım vb. ihtiyaçları ise hayatını devam ettirecek ölçüde ehemmiyetine göre sıralanır gider. Tabiî ki bu ihtiyaçların tanzim listesinde liste başı ile liste sonu arasındaki ihtiyaçlarda bazen büyük mesafeler olduğu hakikati ise incelemeye değer.

Maksad-ı İlâhî muvacehesinde, Halife-i Arz olarak tavzif edilip bu dünyaya gönderilen insan denilen muhteşem varlığın mahiyeti sadece maddî vücudunun ihtiyaçları ile sınırlı kalmaz. İnsan vücuduna ve ruhuna, zahirî ve batinî duygular cinsinden takılan sayısız hasse ve duyguların da hayatî ihtiyaçları kısım kısımdır ve ehemmiyetine göre sıralanır. Bu ihtiyaçların bir kısmı dünya hayatının bitim ve ahiret hayatının başlangıç noktası olan kabirde hükümsüz kalırken, özellikle ruha ve mânâya ait olanları, oralarda da kullanılmak üzere, ebediyete doğru akıp gider… Beşerin hayatiyeti için bu ebedî ve ezelî hakikat olan Kur’ân’a ve onun hakikatlerine ve her an Kur’ân okumaya ne derece şedit ihtiyacı olduğu konusunu ise Bediüzzaman, Mesnevî-i Nuriye adlı eserinde şöylece özetler:

“(…) lüzumlu olan maksatlar, hüccetler bilhassa uzun sûrelerde tekrar edilmiştir ki, herbir sûre hemen hemen bir küçük Kur’ân hükmünde olsun ki, herkes suhuletle istediği vakit istediği sûreyi okumakla tam Kur’ân’ın sevabını kazanabilsin. Evet, ‘Andolsun ki, Kur’ân’ı düşünmek için kolaylaştırdık (Kamer Sûresi, 54:32)’ olan âyet-i kerime bu hakikatı ispat ediyor.

Üçüncü nokta: Cismanî ihtiyaçlar vakitlerin ihtilâflarıyla tebeddül eder, noksan ve fazlalaşır. Meselâ, havaya olan ihtiyaç her anda var. Suya olan ihtiyaç, midenin harareti zamanlarında olur. Gıdaya olan hacet, her günde olur. Ziyaya olan ihtiyaç, alelekser haftada bir defa lâzımdır. Ve hakeza… Kezalik manevî ihtiyaçlar da vakitleri muhtelif ve mütefavittir. Her anda Allah kelimesine ihtiyaç vardır. Her vakit Besmeleye, her saatte La ilahe illallah’a ihtiyaç vardır. Ve hakeza.’’

Bugün çocukları, gençleri, ihtiyarları, okumuşu, âlimi, zengini, fakiri, kısacası her kesimi problemlerden uzak olmayan insanlığın, çağımızın Kur’ân hakikatleri olan Nurlara, en az, hava ve gıda kadar ihtiyacı var. Bu hakikat Emirdağ Lâhikası’nda—özetle—şöyle geçer:

“Risale-i Nur’un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta masum çocuklardır. Çünkü bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabanî düşer. Bilhassa peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. (…)

“Risale-i Nur’un ikinci kısım talebeleri: Fıtraten Risale-i Nur’a muhtaç, bir derece de dünyadan ürkmüş veyahut küsmüş kadınlardır. Hususan bir derece yaşlı da olsa, Risale-i Nur ona hakikî bir gıda-yı manevîdir. Çünkü Risale-i Nur’un dört esasından birisi şefkattir ki, ism-i Rahîm’in mazhariyetinden gelmiş. Kadınların da en esaslı hassaları ve fıtrî vazifelerinin mayası, şefkattir.

“Üçüncü kısım: Fıtrî olmasa da, vaziyeti itibariyle Risale-i Nur’a ekmek ve ilâç gibi muhtaç olan hastalar ve ihtiyarlardır. Çünkü Risale-i Nur hayat-ı bâkiyeyi güneş gibi gösterdiğinden ve dünyevî hayatın fânilik cihetinde mahiyetini tam gösterdiğinden; dünyevî hayatlarına ya hastalık veya ihtiyarlıkla darbe gelen ve gaflet veya dalâlet cihetiyle ölümü idam tevehhüm eden hastalar ve ihtiyarlar Risale-i Nur’a o derece muhtaçtırlar ve öyle bir teselli, bir nur alırlar ki; onların hastalık ve ihtiyarlığını sıhhat ve gençliğe tercih ettiriyor.”

Bu gün madde ile mânâ arasında bocalayan insanlık, bütün bu problemlerini çözmek ve maddeten ve manen mutlu olmak için kendisine bir çıkış yolu arıyor. İnsanlığın maddî ve teknolojik terakkilerde uzay çağını yakaladığı günümüzde, din ve fen ilimlerinin mezcedilerek yorumlandığı Kur’ân Nurları Risale-i Nur eserleri dünyanın iki yüze yakın ülkesinde ve altmışa yakın dünya diliyle okunarak günümüz insanlarının bütün ihtiyaç ve yaralarına merhem ve deva olduğunu göstermiştir. İslâm dünyasında ve insanlık âleminde çeşitli otoritelerin yaptığı açıklamalar da bunu teyit ediyor.

İslâm âlemi ve insanlık âleminin kurtuluşu meselesi beni Polonya’da yaşanan bir efsanenin satırlarına götürdü, hadise şu: Polonyalı piyanist Pederevski: “Türk atlıları, ne zaman Vistül’den su içerse, Polonya ancak o zaman hürriyetine kavuşur!” demiştir.

Yakın bir tarihe kadar komünizm ve dinsizliğin pençesi altında ezilen Polonya’da halk arasında şöyle bir inanç vardı: Osmanlı Türk akıncıları ne zaman Vistül Nehri’nden su içerse, o zaman Polonya kurtulacaktır. Komünist blokun çözülüp şimdiki duruma gelmesinde bir hareket noktası olan Polonya’nın Vistül Nehrinden Osmanlı Türk atlılarının torunları ve varisleri olan ve cihana Kur’ân hakikatlerini yaymada uzaklık ve engel tanımayan Nur Talebeleri su içmiş olacak ki ortaya bu güzel neticeler çıkmış. Biz de Polonya halkının seslendirdiği bu yüksek hakikatli düşünceyi teyit ederek deriz ki: Ne zaman İslâm ve insanlık âleminde, topyekûn, camilere, cem evlerine, kilise, havra ve insanlığın irşad edilmek istendiği her yere Kur’ân nurları Risale-i Nur girerse, işte o zaman insanlık kurtulacaktır.

Yazımızı büyük Üstad’ın bu büyük hakikatleri insanlığa müjdeleyen sözleri ile bitirelim: “…Ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye’sin rağmına olarak ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-i katiyemle derim: İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kurâniye ve imaniye olacak.” (Hutbe-i Şamiye)

NOT: Benim de geçen sene iştirak edip istifade ettiğim, 25 Haziran-25 Temmuz 2012 tarihleri arasında Zonguldak Çaycuma’da yapılacak Risale-i Nur Külliyatı Bitirme Programına bütün kardeşlerimizi bekliyoruz. (İrtibat: Ankara / Ömer Faruk Bey (0506) 503 65 88 no’lu telefon)

Şuhur-u selâsenin maneviyat ikliminde, Cenâb-ı Allah’ın en muhteşem san’at eseri olarak yaratılıp, göz, kulak, hayal, sonsuzluk, v.b. sayısız zahirî ve batinî duygular ve milyonlarca çeşit nimetlerle donatılan insan için, Yaratanına şükrünü eda etmede, paha biçilmez bir fırsat ve hasat mevsimidir üç aylar… Cenâb-ı Hak bu mübarek günleri maneviyatını katlayarak idrak edenlerden eylesin. Şuhur-u Selâse ve içerisindeki mübarek geceler hepimize maddî-manevî hayırlar ve bereketler getirsin…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*