İnsanlık İslâmı arıyor

RİSÂLE-İ NUR’DAN:
“Âdil ve Hakîm-i Mutlak’ın Rahman ve Rahîm ismine kasem ederim: Nev’-î beşer, şer ve kubh ve bâtılı, zahmetsiz yani ‘biselâmeti’l-emr’ ile hazmedemeyecektir. Hem de hikmet-i İlâhiye müsaade etmeyecektir.”
(Bediüzzaman, Muhakemât, s. 41)

ABDÜLMELİK NURDOĞAN

İZAHI:

Şer, kubh ve bâtıl nedir?

İnsanlık; şerri, çirkinliği ve bâtılı hazmederek ve içine sindirerek kabul etmeyecek, hem de Cenâb-ı Hakk’ın hikmeti buna müsaade etmeyecektir.

Şer, hayrın zıddıdır. Yani kötülük demektir. Nefs-i emmârenin ve şeytanın istediği, onların hoşuna giden, fakat Cenâb-ı Hakk’ın hoşuna gitmeyen, fakat kâinatta bazı hikmetler için yaratılan ve müsaade edilen fiillerdir.
Kubh çirkinliktir ki, güzel olmayan veya bir güzelin bozulmasına ve güzelliğinin kaybolmasına sebep olan şeylerdir.
Bâtıl ise hakkın zıddıdır.

Cenâb-ı Hakk’ın kâinatta evâmir-i tekviniye ve evamir-i şer’iye olarak iki türlü emirleri vardır. Evâmir-i tekviniye, kâinatta, eşyanın arasına koymuş olduğu kanunlar manzumesidir. Eşyaya verdiği bir nev’î emirlerdir. Yerçekimi kanunu, suyun kaldırma kuvveti, suyun donunca genişlemesi, iki hidrojen atomu bir oksijen atomuyla birleştiği zaman suyu teşkil etmesi gibi kâinatta cârî olan kurallardır.

Evâmir-i şer’iye ise insanın ihtiyârî fiillerini, yani serbest iradesi ile yapmış olduğu davranışları bir had altına almak ve onu doğruya sevk etmek için semâvî kitaplarla, Kur’ân’la ve vahiyle bildirilen emirlerdir.
İşte Hak, Cenâb-ı Hakk’ın arzusuna muvafık olan emirler, bâtıl ise ona muhalif olan işlerdir.
Bâtıl fikir denildiği zaman ise, Kur’ân’a ve vahye uymayan, insanların kendi arzu ve heveslerinin neticesi olan fikirler ve ideolojiler bunun şümulüne girer. Her şeyi maddeden ibaret gören materyalist felsefe veya Allah’ı kabul etmemek için her şeyin varlığını inkâr eden Sofestaîlik gibi.

Bâtıl din denildiği zaman teslis inancı veya putpereslik, bâtıl mezhep denildiği zaman Cenâb-ı Hakk’a cisim isnad eden Mücessime, kaderi inkâr eden Mutezile gibi batıl mezhepler akla gelir.

ŞER, ÇİRKİNLİKLER VE BATIL NİÇİN YARATILMIŞTIR?

İyilikleri de, şerleri de yaratan Cenâb-ı Hak’tır. İyilikleri ve güzellikleri bir ilâha verip, çirkinlikleri ve kötülükleri ise—hâşâ—başka bir ilâha vermek Mecusi ve Berâhime gibi batıl dinlere mahsus bozuk bir itikaddır. ”Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak” imanın bir esasıdır. Yani hayrı da, şerri de yaratan Cenâb-ı Hak’tır.
O halde şerri, çirkinliği ve batılı niçin yaratmıştır ve buna müsaade etmektedir?

ŞERLER MÂNEVÎ TERAKKÎNİN ZEMBEREĞİDİR

Bu hakikatı, Üstad Bediüzzaman Hazretleri Risâle-i Nur’da şu meâlde izah etmektedir:
Şerlerin, kötülüklerin, musîbetlerin ve belâların yaratılması Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine, merhametine ve hikmetine aykırı değildir. Cenâb-ı Hak şerleri, nefsi ve şeytanı yaratmıştır ki, bunlar insanın manevî terakkîsine vesile olsun. Eğer nefis ve şeytan insana musallat edilmemiş olsaydı, insanın makamı melek gibi sabit kalırdı. Halbuki kâinatta o vazifeyi îfâ eden ve makamları sabit olan melâike nev’î pek çoktur. İnsan ise nefis ve şeytanla mücadele etmekle nihayetsiz terakkîye müsait kılınmıştır. Üstadın misâliyle, atmaca kuşunun serçeye musallat olması, serçenin uçma kabiliyetini inkişaf ettirir.
Boksör ringe ve müsabakaya çıkmasa, o boksörün boksörlüğü inkişaf etmez, âtıl ve zayıf kalır. Ondaki boksörlük kabiliyetini inkişaf ettiren rakibiyle mücadelesidir.

Aynen onun gibi; nefis ve şeytanın insana musallat olması insanın manevî terakkîsine vesile olur. Nefis, insanın terakkisi için bir zemberektir. Saatin zembereği ne yaparsa, nefis de insanda onu yapıyor. Zemberek içe doğru bir defa kurulur. Fakat o kurma saat, saniye ve dakika gibi bir çok çarkı harekete geçirir. Nefis de böyle bir zemberek gibidir. İnsana “Şu hayırlı işi yapma” veya “Şu günahı işle” diyerek kötülüğü telkin eder. İnsan ise nefisten gelen o arzuya direnip, o güzel işi yapmakla veya çirkin ve günah fiilden uzak durmakla, kalben ve ruhen tekâmül eder. Nefis insanı bir zemberek gibi germekle marifetin çok mertebelerinde inkişaf ettirir. (Lem’alar)

ŞERLER, ÇİRKİNLİKLER VE MUSÎBETLER BİR AYNADIR

Şerlerin, çirkinliklerin ve musîbetlerin yaratılmasının bir hikmeti de şudur ki: Eğer şer, çirkinlik ve musîbet olmasaydı hayırların, güzelliklerin ve nimetlerin mertebeleri anlaşılmazdı. Bizim nazarımızda menfî gibi görünen şeyler, müsbet şeylerin anlaşılmasına bir vahid-i kıyâsî (ölçü birimi) oluyor.

Kötü ahlâk olmasa, güzel ahlâkın kıymeti anlaşılmazdı. Küfür olmasa, imanın nimet olduğu bilinmezdi.
Çirkinlik olmasa, güzelliğin mertebeleri ortaya çıkmazdı. Çok güzel, az güzel mefhumunu ortaya çıkaran çirkinliktir.
Musîbet, belâ ve hastalıklar olmasaydı nimetlerin kıymeti anlaşılmazdı. Meselâ gözün hastalanması veya kör olması göz nimetinin farkına vardırır. Ayağın topal kalması ayak nimetini herkese gösterir.

Hastalıklar olmasa idi, göz hiç hastalanmaz idi; böyle bir hadise kâinatta olmasa idi; gözün görmesinin nasıl bir nimet olduğu bilinmeyecekti.

Dolayısıyla bütün bu menfî şeyler, kâinatta zıdları olan iyiliklerin sonsuz mertebelerinin ortaya çıkması için yaratılmıştır. Buna “hakâik-i nisbiye” (göreceli hakikatler) denir. Bu dünya hakâik-i nisbiye meydanıdır. Yani hayırların ve güzelliklerin şerlere, kötülüklere kıyaslanarak mânâlarının anlaşılacağı bir mekândır. Ahirette ebedî olarak güzellik mertebeleri görünecek. Fakat dünyadaki çirkinlikler, onların görünmesine vesile olacak. (Şuâlar)
Meselâ; güneşi görmeyen bir insanın elinde şeffaf bir cam parçası bulunsa, güneş ışığı bu şeffaf cam parçasının içinden geçip gider. Bu insan güneşi fark edemez. Fakat o cam parçasının arkasına bir siyah boya sürse, o zaman güneş o camda görünmeye başlayacaktır.

Aynen öyle de; hayırlar ve güzellikler güneşin ışığı ise, şerler, çirkinlikler camın arkasına sürülen siyah boya gibidir; o aynada hayrın ve güzelliğin görünmesine sebep oluyor. Meselâ; Şafî ismi sıhhatli olduğumuz zaman da devamlı tecellî ediyor; yoksa sadece hastalıktan kurtulmamızla tecellî ediyor değil. Fakat Şâfî isminin devamlı tecellisi, güneşin boş camdan devamlı ışığının geçmesi gibidir. Sıhhat hâli devamlı olsaydı, Şâfî ismini anlayamazdık. Hastalıkla, yani siyah boyanın camın arkasına sürülmesi misâli, Şâfî ismi o aynada görünmeye başlıyor.

ŞERLERİN GALEBESİ GEÇİCİDİR

Netice olarak; kâinatta asıl olan hayır ve haktır. (Muhakemât) Şer, çirkinlik ve batıl, terakkî için ve iyiliğin ve güzelliğin anlaşılmasına vesile olması için yaratılmıştır.

Dünyada şerler, zulümler ve adaletsizlikler oluyor. Fakat bunların galebesi geçicidir. Çünkü insanın fıtratı hayır ve iyilik üzerine yaratılmıştır. İnsanlık kendi fıtratının ne istediğini anlayacak ve dünyaya hak, adalet ve sulh hâkim olacaktır.
Peki, mazide neden bütün âleme hâkim olamadı da şimdi olacak? Bediüzzaman, Hutbe-i Şamiye’de İslâmın bütün âleme hâkim olmasına mani olan sebepleri sayıyor. Bunların; ecnebilerin cahilliği, taassubu, vahşetleri, ruhânî reislerinin tahakkümleri, bizdeki istibdad ve kötü ahlâk gibi haller olduğunu ifade ediyor.

Fakat fen ve medeniyetin tesiri ile Avrupalılardaki taassub, tahakküm ve cehalet kırıldı ve kırılıyor.
Vahşet demek; insanlardan ayrı ve uzak olmak demektir. Yani medenî hayattan uzaklık, insanların birbiriyle diyaloğunun ve iletişimin olmaması ya da az olması, hakikatların bütün âleme yayılmasına mani oluyordu. Fakat şimdi teknolojinin ilerlemesi ve dünyanın adeta bir şehir hâline gelmesi ile bu vahşet hâli sona eriyor.

Fen ve teknolojinin terakkisi uzun zamandan beri devam ediyor idi. Fakat bu kadar gelişmiş ve yaygınlaşmamış olmaması sebebiyle, bu imkânları elinde tutan bir kısım azınlık, büyük insan kitlelerini istediği şekilde yönlendirip, hakikatları parlak bir şekilde görmelerine mani oluyordu.

Fakat bilgiyi her yere iletebilme imkânına sıradan her vatandaşın sahip olması ve her insanın sansürsüz ve engellemesiz her yerden bilgi alabilmesi, insan fıtratının aradığı iman ve İslâmiyetteki hakikatların dünyanın her tarafına yayılmasını, kalb ve gönülleri fethetmesini netice verecektir İnşâallah.

Hem de hikmet-i İlâhiye, yani Cenâb-ı Hakk’ın kâinattaki hikmeti, merhameti ve şefkati dünyada zulümlerin, haksızlıkların ve şerlerin devamlı hâkimiyetine müsaade etmeyecektir.
Çünkü Cenâb-ı Hak kâinatta hikmetle iş yapıyor. Yani gereksiz, israf ve fuzûlî maddeler bulundurmuyor. Olursa çabucak bir temizleme ameliyesi ile temizliyor. Bir meyve dalından düşüp çürüyor, fakat bunun kâinatı kirletmesine müsaade etmiyor. Çabuk bir istihâle makinasına atılarak tekrar toprağa intikal ettiriliyor.

Atılan bir hayvan kazuratı ya da leşi, Kuddüs isminin tecellisi ile çarçabuk temizleniyor. (Lem’alar)
Kâinatta böyle hikmetle iş gören bir Zat, dünyada en şerefli varlık olan insanın zulüm, haksızlık ve kötülüklerine müsaade etmeyecek, çok uzak olmayan bir zamanda dünya yüzü insanın yeryüzündeki bu mânevî kirlerinden temizlenip, sulh-u umumî (genel barış) temin olunacaktır İnşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*