İran’sız Suriye konferansı…

Şam-ı Şerif’te akan kanlardan ve yanan canlardan yürekleri sızlayan insanların beklediği Cenevre Konferansının beklenen ümitlerle başlamamış olması, bizde hayal kırıklığına yol açmadı. On seneye yakındır inşa edilen bir fitnenin bir-iki konferans ile sonlandırılması, elbette mümkün değildir.

İsmi Suriye Konferansı… Bütün Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı, belki Afganistan ve Pakistan’ı da ilgilendiren bu toplantının Suriye ile isimlendirilmesi, manidar. Amerikalı Troçkistlerin bahar ateşiyle yakmaya başladıkları coğrafyanın yangını kolayca sönmeyeceğe benziyor. Zira mana olarak kapsadığı alan oldukça geniş, hadiseler oldukça müşkil ve grift… Neocon ve Neoliberaller 2013’ten itibaren bazı siperlerini -BOP coğrafyası, Kafkasya ve Balkanlar- kaybetmiş olsalar da, tümden savaş alanından çekilmiş değiller… Her an, ellerine geçirdikleri fırsatları yeni yeni felaketlerle değerlendirebilecekleri bir vakıa…

Cenevre II’yi Suriye’nin Dostları Konferanslarına benzetmek yanlış olur. Suriye ile Rusya’yı masada muhaliflerle bire bir görüştürme fırsatı küçümsenmeyecek bir başarı sayılmalı. Bölgede iç ateşi düşürebildiği nisbette başarı grafiği yükselecektir.

İran’ın konferanstan son dakikada çektirilmesini de neoconların masa başı palyatif bir başarısı olarak düşünülebiliriz. Arap Baharı ateşinin alev alev yükseldiği günlerde, Rusya’nın desteğinde neoconlara karşı duran İran’ın bu redde maruz kalmasını anlamak güç olmamalı… Avrupa ve Amerika’dan getirilen aktivistler, Katar sosyal medya karargâhında kara propaganda için konuşlandırılmış altı bin küsür teknik eleman ve Kandahar – Pakistan’dan Suriye´ye kaydırılmış terör grupları gibi ispatlı belgeli hadiselerin İran tarafından ilk raundda masaya getirilmesi, Kerry ve Hague için de sıkıntı doğurabilirdi.

ŞAM-I ŞERİF KONFERANSI GENİŞLEYECEKTİR…

Bu konferansın en önemli ciheti, son yirmi sene içinde şu mazlûm coğrafyada tezgâhlanan senaryonun en önemli köşe taşlarını ortaya çıkarması olacaktır. Batıdaki enstitülerde programlanan bu hadiselerin arkasında millî hükümetlerden ziyade global cereyanlar olduğundan, beş on ipucu beklediğimiz neticeyi verecektir kanaatindeyiz. Ahirzamanda dünyayı fitne ateşine ve fesada verecek önemli iki cereyanın silüetleri de yeterli olabilir çözüm için. Bu dehşetli cereyanlara karşı inisiyatifi eline alması zarurî olan AB ile âlem-i İslâm içindeki “Barış Hareketi”, şu konferansa zamanla  dahil olup, protokoldaki yerlerini mutlaka alacaklardır. AL-Ahdar İbrahimî’nin dediği gibi süreç yılları da kapsayabilir. İpin ucu Barışçıların eline geçtikten sonra, dünyamızın ve insanlığın beklediği barışa adım adım ilerleyeceğiz. Önümüzdeki zamanlarda İran ve Pakistan başta olmak üzere, Türkiye’nin de aktif rol alacağı toplantıları birlikte izleyeceğimizi umuyorum. Neocon – Neoliberal cereyanların ABD ve İngiltere hükümetlerine sızarak İslâm coğrafyasında çıkardıkları çatışmanın yeni yeni fitneleri yetiştirmemesi için bu barış konferanslarında ABD, AB ve Rusya bilmecburiye önde yürümek zorunda kalacaklar. İslâm Coğrafyasındaki yangının bazı kıvılcımlarının Londra, Paris, Newyork ve Moskova metrolarına sıçradıklarını da Avrupa basınından takip edebiliyoruz.

CENEVRE YERİNE, İSTANBUL OLABİLİRDİ…

28 Şubat’tan sonra sahneye çıkan AKP hükümeti inisiyatifini neoconlara teslim etmeseydi, İstanbul barış konferansları şehri olabilirdi. II. Avrupa’nın üflemesiyle Arap baharında oynamaya kalkan AKP kadroları hâlâ yerlerine oturamıyorlar. Barışı önlemek kastıyla İngiltere’nin imkânlarıyla ortaya sürülen felâketin resimlerinin Cenevre öncesi servis edilmesine ihtiyatlı yaklaşması gereken AKP hükümeti, İngiliz dışişleri bakanının üslûbunu benimsedi… Suriye’deki zulmü lânetlemeyen bir insan elbette bulunamaz. Fakat misyonu fitne olmuşların ağzıyla konuşmak ve hadiseye onlarla aynı pencereden bakmak, Müslüman Türkiye’nin veya Osmanlı torunlarının izzetine yakışmıyor. Bazı muharrir arkadaşlarımız Arap baharında hükümetimizin dik duramadığını veya inisiyatif kullanamadığını söylüyorlar. Doğrudur, fakat eksiktir. Milletimizin inisiyatif ve iradesini tutsak alan 12 Eylül ihtilâlini bu çerçevede analize tâbi tutmazsak, AKP kadrolarına da zulmetmiş oluruz.

İRAN KARŞITLIĞI BİZE YAKIŞMIYOR…

Kur’ân medeniyeti hürriyet güneşiyle birlikte yükseldikçe, Müslümanlar Asr-ı Saadete biraz daha yaklaşacaklardır. Şia ile birlikte Haricîlik de itidal çizgisine inşaallah yanaşacaktır. Burada önemli olan nokta, Hz. İsa’nın (as) ümmetine İslâmî hürriyeti veya demokrasiyi dosdoğru sunabilmemizdir. Bediüzzaman Hazretlerinin hararetle alkışladığı Bağdat Paktı’nın en önemli üyesine, fitnekâr zalim Avrupalıların üfürmesiyle tarafgirâne ve düşmanca bakmak, İslâmın kardeşlik ve barış ruhuyla asla bağdaşmaz. İran’ın Şialıktan gelen yanlışlarını, Kur’ân’ın hürriyet güneşi zaman içinde eritecektir düşüncesindeyiz.

ELHASIL: Hayır barıştadır. Selm ve müsaleme dinine mensup Müslümanların kardeş kavgasına son verecek bir konferansın nerede başladığı çok da önemli değildir. Adaletli bir hâkim hüviyetinde Hıristiyanların arasına dönecek Mesih’in (as) ülkesinde olması, bugün için hayırlıdır. İttihad-ı İslâma gidecek bir başlangıcın süreci, beklediğimizden de uzun olabilir. Müslümanlar içinde fitne ile iç savaş çıkaran dinsiz Avrupalıların hareket alanını daraltacak olan Cenevre’deki ilk toplantıya İran’ın katılmamış olması belki hayırlı da olabilir. Bu toplantılar devam ederken, bahar ateşini yakanların çoğu, büyük ihtimalle tarihin mahzenlerine girmiş olacaklar. Umarız ki, Cenevre ve devamında, fitnekâr üfürükçü diplomatların yerini hürriyet, barış ve hukuku baş tâcı yapmayı gaye edinmiş insânî diplomasi alsın… Fakat unutmayalım ki, harp ve mücadele med-cezir usulü seccaldir, yani dönüşümlüdür. Teyakkuzda, duâ ve istiğfara devam etmeli Müslümanlar…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*