EURONUR ÖZEL

İslâm Birliğine Doğru

Özel Makale / İslâm

İnsanlık tarihi, sürekli bir arayışın, daha iyiye, daha güzele ulaşma çabasının şahididir. Günümüz dünyasında, küreselleşmenin getirdiği yakınlaşmalara rağmen, ayrılıklar, çatışmalar ve kutuplaşmalar hiç olmadığı kadar derinleşmiş durumdadır.

Özellikle İslâm coğrafyasında yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik çalkantılar günden güne artmaktadır. Bir zamanlar yeryüzünün en parlak medeniyetlerinden birini inşa etmiş bu ümmetin içinde bulunduğu durumu daha da düşündürücü kılmaktadır.

Ancak bu tablo, Müslümanların kadim ideali olan İttihad-ı İslâm, yani İslâm Birliği mefkûresini daha da acil ve elzem bir hedef hâline getirmektedir.

İslâm Birliği, yeni icat edilmiş bir kavram değildir. Doğrudan dinin özünden neşet eden ilahi bir emirdir. Kur’an-ı Kerim, müminleri daima tevhide; yani Allah’ın birliğine iman etmeye ve bu imanın bir yansıması olarak da kendi aralarında birliğe, dayanışmaya ve ayrılıktan kaçınmaya çağırmıştır. Bu çağrının en çarpıcı ifadelerinden biri Âl-i İmrân Suresi’nde karşımıza çıkar:

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşman idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân, 103. ayet).

Bu ayet, birliği sadece bir öğüt değil, aynı zamanda Allah’ın müminlere bahşettiği büyük bir nimet olarak sunar. “Allah’ın ipi” ifadesi, İslâm’ın temel prensiplerine; Kur’an ve Sünnet’e sarılmayı ifade eder ki bu da birliğin sarsılmaz temelidir.

Dahası, Hucurât Suresi’ndeki:

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurât, 10. ayet)

ayeti, müminler arasındaki ilişkinin temelini kardeşlik olarak belirler. Ve bu kardeşliğin pratikteki yansımasının anlaşmazlıkları gidermek olduğunu vurgular.

Enfâl Suresi’ndeki şu uyarı ise birliğin korunmasının toplumsal güç ve refah için zorunluluğunu gözler önüne serer:

“Allah’a ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz (devletiniz) gider. Sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl, 46. ayet).

Çekişme ve ayrılık, toplumun zafiyetine ve nihayetinde ümmetin gücünü kaybetmesine yol açar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de hadis-i şeriflerinde bu birliği hem teşvik etmiş hem de adeta pratik bir yaşayış modeli sunmuştur. Veda Hutbesi’nde farklılıkları bir kenara bırakan; takvayı üstünlük ölçüsü kabul eden o evrensel çağrı; İslâm birliğinin kozmopolit doğasını gösterir:

“Ey insanlar! Rabbiniz bir, babanız birdir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktandır. Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab’a üstünlüğü yoktur. Beyazın siyaha, siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 411).

Bu hadis, İslâm Birliği’nin ırk, renk veya dil gibi sathi farklılıkların ötesinde; ortak bir inanç ve gaye etrafında kenetlenme olduğunu açıkça ifade eder.

Müminlerin birbirine karşı olan hassasiyetini ise adeta bir canlının organları arasındaki uyuma benzetir:

“Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücudun organları gibidir. Vücudun bir organı rahatsızlanırsa, diğer organları da uykusuzluk ve ateşle ona ortak olurlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66).

Bu, sadece duygu içerikli bir bağ değil; aynı zamanda pratik bir dayanışma ve yardımlaşma sorumluluğudur.

Bediüzzaman’a Göre İttihad

Bediüzzaman Said Nursî, içinde bulunduğu zorlu şartlara rağmen İslâm birliğini sadece bir hayal olarak değil; aynı zamanda imanî ve ahlakî bir zorunluluk olarak görmüştür. Risale-i Nur Külliyatı, bu birliğin dışarıdan zorla değil; içeriden, imanın getirdiği bir şuurla ve gönüllü bir araya gelişle mümkün olacağını defalarca vurgular.

Bediüzzaman Hazretlerine göre, Müslümanları bir araya getirecek en güçlü harç; aynı Allah’a, aynı Peygambere, aynı kitaba iman etmektir. Bu ortak payda, ırk, dil, coğrafya gibi farklılıkları aşan gerçek bir kardeşlik tesis eder. Mesnevi-i Nuriye adlı eserinde şöyle bir tespit yapar:

“Evet, mü’min olan kimse, iman ve tevhid iktizâsıyla, kâinata bir mehd-i uhuvvet (kardeşlik beşiği) nazarıyla baktığı gibi; bütün mahlûkatı, bilhassa insanları, bilhassa İslâmları birbiriyle bağlayan ip de ancak uhuvvettir. Çünkü iman bütün mü’minleri bir babanın cenah-ı şefkati (şefkat ve merhamet kanadı) altında yaşayan kardeşler gibi kardeş addediyor.” (Mesnevi-i Nuriye; Hubab, s.103).

Bu altın silsile, imandan başlayarak İslâmiyet’i; İslâmiyet’ten kardeşliği ve kardeşlikten de birliği getirdiğini; birliğin ise toplum hayatına saadeti, yani mutluluğu ve huzuru beraberinde getirdiğini açıkça ortaya koyar.

Ümmeti zayıflatan en büyük tehlikenin tefrika (ayrılık) ve ihtilaf (anlaşmazlık) olduğunu ısrarla dile getirir. Dâhilî çekişmelerin, dışarıdan gelebilecek zararlardan daha tehlikeli olduğunu İşaratü’l-İ’caz adlı eserinde şöyle ifade eder:

“Düşman meçhul olduğu zaman daha zararlı olur. Kandırıcı olursa daha habis olur. Aldatıcı olursa, fesadı daha şedit olur. Dâhilî olursa, zararı daha azim olur. Çünkü dâhili düşman kuvveti dağıtır, cesareti azaltır. Haricî düşman ise, bilakis, asabiyeti (dayanışma) şiddetlendirir, salabeti (manevi kuvvet) arttırır. Nifakın (ikiyüzlü, münafık) cinayeti, İslam üzerine pek büyüktür. Âlem-i İslamı zelzeleye maruz bırakan nifaktır. Bunun içindir ki, Kur’ân-ı Azîmüşşan, ehl-i nifaka fazlaca teşniat (ayıplama) ve takbihatta (kınama) bulunmuştur.” (İşaratü’l-İ’caz, Bakara Suresi, 8. Ayetin Tefsiri, s.103).

Bu sebeple, Risale-i Nur, müminlere müspet hareket etmeyi, yani yapıcı ve birleştirici olmayı öğütler. Başka bir Müslümanın hatasını veya eksikliğini aramak yerine; onun iman kardeşliğini esas almak ve eleştiri yerine ıslah etmeye çalışmak birliğin tesisinde kritik öneme sahiptir.

Bediüzzaman Hazretleri, birliğin tek tipleşme olmadığını, aksine meşrep farklılıklarının (yol, metot, anlayış farklılıkları) bir zenginlik olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtir. İşaratü’l-İ’caz adlı eserinde bu konu açıklanırken şöyle denir:

“Malûmdur ki, Kur’ân-ı Azimüşşan, yalnız bir asra değil, bütün asırlara nâzil olmuştur. Hem bir tabaka insanlara mahsus değil, bütün tabakat-ı beşere şümulü vardır. Hem bir sınıf insanlara ait değil, bütün beşerin sınıflarına râcidir. Binaenaleyh, herkes, her tabaka, her zaman, fehmine, istidadına göre Kur’ân’ın hakaikinden hisse alabilir ve hissedardır. Hâlbuki nev-i beşer derece itibarıyla muhtelif ve zevk cihetiyle mütefavit (çeşitli); ve keza meyil, istihsan (beğenme), lezzet, tabiat itibariyle birbirine uymuyor. Meselâ bir taifenin istihsan ettiği bir şey, öteki taifenin zevkine muhaliftir. Bir kavmin meylettiği bir şeyden öteki kavim nefret ediyor. Bu sırra binaendir ki, Kur’ân-ı Kerim, günahların cezası veya hayırların mükâfatı hakkında zikrettiği âyetlerde tahsisat yapmamış, âmm (genel) bir şekilde bırakmıştır ki, herkes zevkine göre fehmetsin (anlasın).” (İşaratü’l-İ’caz, Bakara Suresi, 2. Ayetin Tefsiri, s.57).

Bu yaklaşım, farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışmak yerine; onların varlığını kabul ederek ortak paydalarda birleşme ve birbirine destek olma esasına dayanır.

İslâm birliğinin inşasında Bediüzzaman Hazretleri, hürriyet ve meşveret (danışma) ilkelerine de büyük önem verir. Birlik, baskıyla veya dayatmayla değil; ancak karşılıklı anlayış ve istişare ile tesis edilebilir.

Günümüzde İslâm Birliği Neden Önemli?

Bugün dünyada yaşanan gelişmeler, İslâm Birliği idealinin sadece teorik bir tartışma olmaktan çıktığını ifade etmektedir. Müslümanların hayatta kalması ve medeniyetlerini yeniden inşa etmelerinin hayati bir zorunluluk olduğunu göstermektedir.

Ortadoğu’dan Afrika’ya, Asya’dan Avrupa’ya kadar İslâm coğrafyasında devam eden savaşlar, iç çatışmalar, etnik ve mezhep gerilimleri; Müslümanların kan kaybetmesine, insani krizlerin derinleşmesine ve Batı’nın veya farklı güç odaklarının müdahalelerine açık hâle gelmesine sebep olmaktadır. Bu parçalanmışlık, Müslümanların ortak sesini kısmakta; uluslararası platformlarda etkisiz kalmalarına yol açmaktadır.

Zengin doğal kaynaklara sahip birçok Müslüman ülke; bu kaynakların adil bir şekilde dağıtılmaması veya dış güçler tarafından sömürülmesi sebebiyle büyük yoksulluklarla mücadele etmektedir. İslâm Birliği, bu ekonomik sömürüye karşı ortak bir duruş sergilenmesini; adil ticaret ilişkileri kurulmasını ve refahın tüm İslâm coğrafyasına yayılmasını sağlayabilir.

Batı’da ve diğer bölgelerde yükselen İslamofobi; Müslümanlara yönelik ayrımcılık ve nefret söylemleri; İslâm medeniyetinin yanlış anlaşılmasına sebep olmaktadır. İslâm Birliği, bu yanlış algılara karşı ortak bir sesle mücadele etme; İslâm’ın barış, adalet ve hoşgörü mesajını tüm dünyaya ulaştırma fırsatı sunar.

İklim değişikliği, salgın hastalıklar, gıda güvenliği ve siber güvenlik gibi dünya çapında problemler; uluslararası işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Müslüman ülkelerin İttihad-ı İslâm çatısı altında birleşmesi; bu global meydan okumalara karşı daha etkili çözümler üretmelerini ve dünya barışına daha fazla katkıda bulunmalarını sağlayabilir.

İslâm Birliği, sadece dış tehditlere karşı bir kalkan olmanın ötesinde; Müslümanların kendi iç dinamiklerini harekete geçirmeleri, bilimde, sanatta, ekonomide yeniden yükselişlerini sağlamaları ve insanlığa rehberlik etme hedeflerini yeniden üstlenmeleri için bir platform görevi görebilir.

İslâm Birliği, uzun ve çetin bir süreçtir; ancak imkânsız değildir. Kur’an ve Sünnet’in rehberliği ile Risale-i Nur’un çizdiği esaslar ışığında, atılması gereken somut adımlar vardır:

1. Eğitim ve Şuurlandırma:
İslâm Birliğinin temeli, imandan gelen kardeşlik şuurudur. Bu şuurun yaygınlaştırılması için; özellikle genç nesiller arasında Kur’an ve Sünnet’in birleştirici mesajlarının öğretilmesi, tefrikaya yol açan unsurlardan kaçınılması ve İslamofobiye karşı doğru bilginin yaygınlaştırılması elzemdir. Modern eğitim ile din eğitiminin harmanlandığı, evrensel değerleri içeren müfredatlar geliştirilmelidir.

2. Diyalog ve İstişare:
Müslümanlar arasındaki mezhep, etnik ve kültürel farklılıkların zenginlik olarak görülmesi ve bu farklılıkların düşmanlık sebebi değil, diyalog ve istişare zeminleri oluşturması sağlanmalıdır. “Meşveret” ilkesi, sadece yönetimde değil, toplumun her kesiminde bir karar alma mekanizması olarak yaygınlaştırılmalıdır.

3. Ekonomik İşbirliği:
İslâm ülkeleri arasında adil ve karşılıklı fayda sağlayan ekonomik işbirlikleri geliştirilmelidir. Ortak pazarlar, serbest ticaret bölgeleri ve ortak yatırım fonları düzenlenerek ekonomik refahın artırılması hedeflenmelidir. Zekât, sadaka ve vakıf gibi İslâmî finans prensipleri, toplum adaletini tesis etmek için etkin bir şekilde kullanılmalıdır.

4. Bilim ve Teknoloji:
Bir zamanlar bilimin öncüsü olan İslâm dünyası, günümüzde bu alanda geride kalmıştır. İslâm birliği, ortak ilmi araştırma merkezleri, teknoloji transferi ve beyin göçünü tersine çevirecek politikalarla ilmi ve teknolojik gelişmeyi hedeflemelidir. İslâm dünyasından çıkan her yeni buluş; tüm ümmetin ortak kazanımı olmalıdır.

5. Medya ve Kültür:
İslamofobiye karşı mücadelede ve İslâm’ın doğru mesajını dünyaya ulaştırmada ortak medya ve kültür platformlarının kurulması büyük önem taşır. Bu platformlar, Müslümanların sesini daha gür duyurmalarını; kültürel alışverişi artırmalarını ve yanlış algıları düzeltmelerini sağlayacaktır.

İttihad-ı İslâm, sadece bir ideal değil, aynı zamanda Kur’an ve Sünnet’in kalbinde atan bir imanî sorumluluktur. Bu birlik, sathi birleşmelerle değil; derinlemesine bir iman şuurunun getirdiği kardeşlik duygusuyla gerçekleşecektir. Bu şuur, iç çekişmeleri ortadan kaldıracak; farklılıkları zenginlik olarak görecek; cehaleti ilimle yenecek ve adalet ile meşveret esaslarını benimseyecektir.

Günümüz dünyasında Müslümanların karşı karşıya kaldığı meydan okumalar, İslâm Birliği’ni bir lüks olmaktan çıkarıp; adeta bir hayatta kalma stratejisi hâline getirmiştir. Bir zamanlar “tek beden” gibi olan bu ümmetin yeniden ayağa kalkması, bilimde, sanatta, ahlakta ve adalette öncü olması; ancak bu birliğin ruhuyla mümkündür.

Unutmayalım ki, bu topraklar; İslâm’ın getirdiği kardeşlikle birleşerek nice medeniyetler inşa etmiştir. Bugün de aynı ruhla, aynı imanla ve aynı şuurla hareket ederek “İslâm Birliğine Doğru…” ilerlemek; sadece Müslümanların değil, tüm insanlığın barış ve adaleti için elzemdir.

Bu, her bir Müslüman bireyin kendi kalbinde yeşerteceği kardeşlik tohumlarıyla başlayacak ve dalga dalga tüm İslâm dünyasına yayılacak bir diriliş hareketidir.

Benzer konuda makaleler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu