İslâm bizim kalkanımız

Image
Modern Batı medeniyeti insanlığın temel değerlerine zıt hareket etmektedir. Çoğu Batı toplumu ekonomik olarak kendilerini geliştirirken bu zıtlık da zaman içinde büyüdükçe büyüdü. Zamanla kötülükleri iyi yönlerine ağır bastı, hataları ve zararlı yönleri faydalarını yok etti ve umumi sükûnet ve mutlu dünya hayatı ile medeniyetin gerçek mehasinleri, yağmacı serbest piyasa pratikleri tarafından zir ü zeber edildi.

Ve ne zamanki müsriflik ve savurganlık, tutumluluk ve kanaatin yerini almaya; tembellik ve kolaycılık arzusu da gayret ve hizmet bilincine galip gelmeye başladı; işte o zamandan beridir zavallı insanlık hem olağanüstü fakir, hem de olağanüstü açgözlü bir hale geldi.

Materyalizm ve bireycilik akımları insanoğlunu yoksullaştırmıştır. Bu iki akım el ele vererek merhamet, tutumluluk ve kanaat gibi hasletleri yok etmiş; bunların yerine müsriflik, açgözlülük ve hırs gibi kötülükleri ikame etmiştir. Böylece zulüm, gaddarlık ve gayrimeşru her şeyin yolu açılmıştır. Ve insanları sefihane bir şekilde hayattan haz almaya cesaretlendirerek, bu zavallı bedbaht fakirleri mutlak bir boşluğa yuvarlamışlardır. Her iki akım da, gayret ve çalışma arzusunu yok etmişlerdir. Azgınlık ve sefahati teşvik etmiş ve insanların hayatlarını boş ve yararsız işlerde sarf etmelerine sebep olmuşlardır. Buna ilâveten, zengin ve varlıklı insanları da, ne pahasına olursa olsun, her halükârda sadece kendi nefislerini koruma ve düşünme hastalığına sürüklemişlerdir.

Gerçekten de, zamanımızın ufuklarında, despotizmin derinliklerinden bir gaddarlık yükselmekte ve özgürlük illüzyonu altında karanlık bir güç ortalığı kasıp kavurmaktadır. Dünyamızın büyük işletmeleri, geniş bir şirketler imparatorluğunu eşsiz ve emsalsiz bir sermaye üzerinde kurmakta ve sadece ekonomik bir fethe değil, aynı zamanda küresel bir siyasî kuvvet hükümranlığına da açıktan açığa yürümektedir. Bizim zamanımızda, bizim siyasî düzenimizde, para adeta bir organize güç olarak bütün sahalarda hükümran olmaktadır.

Bu vicdansız, küstahça ve zorbaca bir düzendir.

Bu gelişmeler olurken, öte yandan itirazlar da yükseldikçe yükselmektedir. Hangisi hüküm sürecek: servet mi, insanlık mı? Hangisi önderlik yapacak: para mı akıl mı? Hangi grup insanlar meydanı dolduracak: eğitimli ve sadık insanlar mı, yoksa feodal serfler ve uluslar arası sermaye mi?

Bu karanlık gücü darbeyle ve kaba kuvvetle yıkmaya teşebbüs, sadece bu despotları aynı cinsten bir karşılık vermeye sevk edecektir. Onlar, öldürmek yahut şiddetten çekinecek değiller. Onlar sınırların yahut medeniyete saygının anlamını bilmezler. Onlar özgürlük ve demokrasiyi silâh olarak kullanırlar, ancak ikisini de uygulamazlar. Onlar sadece ve sadece bir şeye odaklanmışlardır, o da her halükârda ve ne şekilde olursa olsun büyük sermayelerinin kârlarını arttırmaktır.

Kur’ân bize der ki; “Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir”. (Bakara Sûresi, 269. Âyet)

Bush yönetimindeki Amerika Birleşik Devletleri ve onun geliştirdiği siyaset, kendi devirlerinde plütokrasinin (zenginler iktidarı) gelişmesini körüklemiş ve dünyada uluslar arası sermayenin semirmesine yardımcı olmuştur. Ünlü yazar ve eski ABD Başkanı Richard Nixon’un siyasî stratejisti Kevin Philips, Amerika Birleşik Devletleri’nin ‘sermaye ve iktidarın birbirine kaynaştığı’ bir plütokrasi olduğunu öne sürmektedir.

Öte yandan Bediüzzaman Said Nursî ise, Müslümanlara, güç ve kuvvet yerine doğruluğun geçmesinin, Kur’ân’ın gerçek hikmeti olacağını öğütlemiştir. Nursî şöyle söyler: “Ammâ hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinâdı, kuvvete bedel “hakkı” kabul eder. Gâyede menfaate bedel “fazîlet ve rızâ-i İlâhîyi” kabul eder. Hayatta düstur-u cidâl yerine “düstur-u teâvünü” esas tutar. Cemaatlerin râbıtalarında unsuriyet, milliyet yerine “râbıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî” kabul eder. Gâyâtı, hevesât-ı nefsâniyenin tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyât-ı ulviyesini tatmin eder ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan eder.

Hakkın şe’ni ittifaktır. Fazîletin şe’ni tesânüddür. Düstur-u teâvünün şe’ni birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe’ni uhuvvettir, incizabdır. Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni saadet-i dâreyndir. “. (Said Nursî; Sözler: Onikinci Söz: Üçüncü Esas.)

Batı modernleşmesiyle birlikte gelen gaddarlık ve zorbalık bir şekilde tersine çevrilebilir. Gerçekten de, bugün bu hikmete sahip olan bir çok insanın, dünyayı global bir sermaye tarafından kontrol edilmekten kurtarmaya çalıştığı çağdaş Türkiye’de, demokrasi ve özgürlük gerçek anlamda ancak ve ancak İslâm sancağı altında yaşanacaktır.

TERCÜME: UMUT YAVUZ

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*