İslâm dünyasına müdahale ettirmemeliyiz

Gazetemizin Ankara Haber Müdürü Umut Yavuz, Ankara Pursaklar Asyanur Kültür Merkezi’nde “Büyük Ortadoğu Projesi ve Ortadoğu’da Oynanan Oyunlar” başlıklı bir konferans verdi.

İSLÂM DÜNYASINA MÜDAHALE  ETTİRMEMELİYİZ

Gazetemizin Ankara Haber Müdürü Umut Yavuz, Ankara Pursaklar Asyanur Kültür Merkezi’nde “Büyük Ortadoğu Projesi ve Ortadoğu’da Oynanan Oyunlar” başlıklı bir konferans verdi.

Konferansın açılış konuşmasını Yeni Asya Medya Grup Yönetim Kurulu Üyesi Sami Cebeci gerçekleştirdi. Cebeci, Asyanur Kültür Merkezi’nde her ay tertip ettikleri konferansların 89’uncusunu düzenlemekten dolayı duydukları memnuniyeti dile getirdiği konuşmasında, Ortadoğu üzerinde oynanan oyunların ve Arap Baharı’nın içyüzünü daha iyi anlamak amacıyla böyle bir konferans tertip edildiğini ve her ay düzenli olarak Asyanur Kültür Merkezi’nde bu konferanslara devam edileceğini vurguladı.

ORTA DOĞU DEĞİL, İSLÂM ÂLEMİ

Daha sonra sözü devralan Yeni Asya Gazetesi Ankara Haber Müdürü Umut Yavuz, bugün bizim Ortadoğu olarak tanımladığımız bölgenin aslında İslâm âlemi olarak tabir edilmesinin daha doğru olacağını, Ortadoğu tabirinin ise oryantalist bir bakış açısıyla takılmış bir yakıştırma olduğunu vurguladı. Yavuz, kendimize ve bölgemize Batının paradigmalarıyla bakmanın sakıncalarından bahsettiği konuşmasında, “Orta Doğu denilen ve aslında bizim için “âlem-i İslâm” olarak sayılan bölge üzerindeki Batı emelleri Avrupalıların, Rönesans ve reform hareketlerinden sonra kolonicilik ile tanışması ve kabuklarını kırarak İslâm âlemi üzerine tahakküm kurmaya başlamalarına kadar dayanır. Bu 18. Yüzyılın ikinci yarısı ile 19. Yüzyılın tamamında gerçekleşen bir süreçtir” ifadelerini kullandı.

BÖL VE YÖNET POLİTİKALARI

Yavuz şöyle devam etti: “Bu bölgelerde bilhassa Fransız İhtilâli ile ayyuka çıkan ve bizim açımızdan “Frenk illeti” olarak nitelendirilebilecek ırkçılık anlamındaki “milliyetçilik” zehrinin aşılanması ve işletilmesiyle 19. Yüzyılda “Böl ve Yönet”  yani “Divide and rule” politikası da işlenerek âlem-i İslâm’ın milleyetçilik ve kavmiyetçilik damarlarıyla bölüp, parçalanarak tahakküm altına alınmasından ibarettir. Avrupa’nın kâfirleri ile Asya’nın münafıkları el ele vererek hem 1. Dünya Savaşı döneminde, daha sonra da post modern emperyalizm döneminde bu politikaya devam etmiş ve âlem-i İslâm hercümerç edilmiştir. Bu saatten sonra 19. Yüzyılın ilk yarısına kadar İngilizler perdenin önünden ve 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra perde gerisinden, Amerika’daki evanjelikleri kullanmak suretiyle Dünya üzerinde bir tahakküm yarışına girişmişlerdir.”

BAAS REJİMLERİNİ SOVYETLER DESTEKLEDİ

“Burada Osmanlı’nın çöküşü ve bunun hemen akabinde İsrail devletinin doğuşuyla yepyeni bir sürece girilmiş ve perde gerisindeki Siyonizm “arz-ı mev’ud” yani vaat edilmiş topraklar dediğimiz bölgede tahakküm kurmak maksadıyla önce Filistin toprakları İngiliz mandasına alınmış daha sonra ise Yahudiler buraya sevk edilerek (Nazi soykırımı da buna bahane edilmek suretiyle) İsrail devletinin doğuşu ve Ortadoğu’da önü alınmayacak sorunların başlangıcı olmuştur”  diyen Yavuz şöyle devam etti: “Bu arada bugün Orta Doğu’da kurulmuş olan diktatörlüklerin ekseriyeti güçlerini ve devrimlerini Sovyetler Birliği’nden ilham almış ve yapmışlardır. Mısır’da bugünkü Mübarek rejiminin temellerine baktığınız zaman “Firavun, Amerikan uşağı, İsrail İşbirlikçisi” olarak nitelenen Mübarek’ten önce iktidarı ve diktatörlüğü elinde bulunduran Nasır ve ondan sonra Enver Sedat sıkı birer komünist idi. Nasır’ın devrim yaptığı Hür Subaylar komitesi 1942’de kurulmuş ve en büyük destekçisi Mısır Komünist Partisi’ydi. Ama asıl destek Sovyetler Birliği’nden geliyordu. Aynı şekilde Sudan’da Irak’ta ve Suriye’de de bir darbe sonucunda iktidara gelen Baas rejimleri vardır.. Keza Kaddafi de böyle biriydi… Yeşil kitabı tam bir komünist manifestoydu… Peki neydi Sovyetler Birliği’nin arkasındaki gizli güç!? Pek tabiî ki Siyonizm’di… Zaten Sosyalizm ülküsünün arkasındaki zihniyetin sahibi Karl Marx bir Yahudiydi… Lenin bir Yahudiydi… Troçki azılı bir Yahudiydi… Ayrıca dünyayı fesada uğratan fikirlerin sahipleri Darwin ve Freud gibi bilim adamları da ne tevafuktur ki Yahudidir… Sovyetler birliğinin kapitalist finansörleri vardı. Bunlar Yahudi Siyonist kapitalistlerdi.”

YENİ DÜŞMAN: İSLÂM

“Sovyetler Birliği çöküp iki kutuplu dünyadan Amerikan merkezli tek kutuplu dünyaya geçildiğinde Sovyet Destekli Baasçılar bilmecburiye Amerikancı olmuşlardır” diyen Yavuz, Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve böylece soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte Batının yeni hedefinin doğrudan “İslâm Dünyası” olduğunu vurguladı. Yavuz, “Bolşevik İhtilâlinden ta Demir Perde’nin yırtılıp Sovyetler Birliği’nin çöküşüne kadar geçen sürede bu dünyayı yönetme emelindeki gücün birinci sıradaki anti tezi Sovyet tehlikesi olmuşken, bu tehlike ortadan kaldırıp, beli kırıldıktan sonra ise, bütün gücünü İslâm üzerine yöneltmiştir“ ifadelerini kullandı.

YENİ DÜNYA DÜZENİ KURMAK İSTEDİLER

Yavuz şöyle devam etti: “Sovyetler dümeni çökünce yeni bir yol arandı. Baba Bush’un tabiriyle “New World Order” yani “Yeni Dünya Düzeni” kurulmalıydı. Bunun için ise Siyonist finansörlerin destekleyeceği yani bir savaş türetildi… Bu savaşın adı da “War on Terrorism” adında yani “Terörle Savaş” adında uyduruk bir savaştı… Bu projenin gelecekteki adı ise Oğul Bush zamanında belirlenecek ve onun evanjelik şahin dış işleri bakanı Condelezza Rice tarafından açıklanacaktı.. Büyük Orta Doğu Projesi… Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan da bir konuşmasında kendisini “Büyük Orta Doğu Projesinin” eşbaşkanı olarak nitelemiştir. Biliyorsunuz bunun temeli yani yeni düşmanın Sovyetlerden sonra İslâm ülkeleri üzerine çekilmesinin temeli 11 Eylül 2001 yılında Amerika’nın New York eyaletindeki ikiz kulelere saldırı yapılması ve neticesinde 3 bin insanın ölmesi olayıdır. Eş zamanlı olarak Pentagon’a da bir saldırı düzenlenmiştir. Bu saldırılarda ne tevafuktur ki, tek bir Yahudi’nin bile burnu kanamamıştır. Bu saldırıyı üstlenen sözde terör örgütü El kaide olmuştur… İşte buradan alınan güç ile önce 7 Ekim 2001’de Afganistan’a saldırıldı ve peyderpey işgal edildi bu ülke… Daha sonra ise 20 Mart 2003’te Irak işgal edildi. Burada da gerekçe Irak’ta kimyasal silâhlar olmasıydı. Terörle Savaş politikası içinde yürütüldü bu iş… Ne yazık ki Türkiye’den de hem lojistik destek hem de İncirlik üssünden 5000’e yakın sorti gerçekleşti. Iraklıların her manada ırzına geçildi. Afganistan’ın işgalinin esas sebeplerinden bir tanesi de Hürmüz Boğazı’ydı… Nitekim Hürmüz Boğazı’ndan bölgeden çıkan petrolün yaklaşık yüzde 90’ı yani dünyadaki petrol arzının beşte biri geçmektedir. Çok ciddî bir enerji sevkiyat yoludur.”

ULUSLAR ARASI MEDYAYA KANMAMAK LÂZIM

Tunus’ta bir seyyar satıcının kendisini yakmasıyla başlayan isyan sürecinin dalga dalga yayılarak sonunda Arap Baharı adının takıldığını anlatan Yavuz bu dönemde olan bitenlerin çok iyi tahlil edilmesi gerektiğini söyledi ve “Uluslar arası medyada her duyulan ve görülene inanılmaması gerekir. Bölgemiz hakkında büyük projeler yapanlar medyayı da, hükümetleri de örgütlemekte ve yönlendirmektedir. Toplum mühendisliği projeleri ile propagandalarını çok iyi yapmaktadırlar. Irak İşgali öncesinde haberleriyle, dizileriyle, filmleriyle bize Irak İşgali’nin ve “Terörle Savaş” masalının gerçek olduğunu yutturmaya çalıştılar. Şimdi de yapmak istedikleri bundan farklı değil. Kültürel olarak da, ekonomik olarak da İslâm dünyasını kuşatmış vaziyetteler” dedi.

ESKİMİŞ DİKTATÖRLÜKLER KALDIRILIYOR

“Ne tesadüftür ki, Arap Baharı’nın başlayıp Libya’nın işgali ve diğer bölgelerde başka işgal ihtimalleri doğunca birdenbire Usame bin Laden yakalanmış, öldürülmüş, cesedi kimselere gösterilmeden güya Okyanusa atılmış ve Amerika büyük güçlerini Afganistan’dan çekmiştir… Aynı şekilde de Irak’tan da çekilme neredeyse tamamlanmaktadır” diyen Umut Yavuz, “Arap Baharı ile zaten eskimiş olan ve tabiî ömrünü tamamlamış diktatörlükler yıkılarak yerlerine yine Batıya bağımlı ama İslâmî iktidarlar kurulacağını ifade etti. Yavuz, ABD Eski Dışişleri Bakanı ve Neo-concuların önde gelen isimlerinden Henry Kissinger’in, “devrimlerden sonra İslâmî temelli partilerin tek başına iktidarları şeklinde bir tablo bekliyoruz” sözünü hatırlatarak, “İslâm dünyasının önüne Batıya bağımlı İslâmcı iktidarlar çıkaracaklar. ‘Son çare olarak başınıza İslâmcıları getirdik bakın bunlar da sizi nereye sürükleyecek’ diyecekler. Böylece planlarının son aşamasını devreye sokarak bölgenin tamamen ekonomik, kültürel ve nihayetinde fiili işgaline zemin hazırlamaktalar” dedi.

ILIMLI İSLÂM FİKRİNE İHTİYACIMIZ YOK

Bunun yanı sıra İslâm dünyası üzerinden oynanan oyunlardan birinin de “Ilımlı İslâm” adı altında tamamen seküler, Batıcı ve Protestan bir İslâm anlayışının hakim kılınmaya çalışıldığını ifade eden Yavuz, “Ilımlı İslâm, Batılı politikaların etkinliğini arttırmak için ABD düşünce kuruluşlarında geliştirilen modernist, Protestan bir İslâm yorumudur… Rand Corporation adlı düşünce kuruluşunun danışmanı ve CIA eski yakın ve güney Asya bölgesi istihbarat şefi Graham Fuller Siyasî İslâm’ın Geleceği isimli kitabında Dinlerarası Diyaloğun Türkiye’deki en güçlü aktivistlerinden, liberal ve reformist İslâmcı olduğunu yazdığı bir şahsın desteklenmesini bunun için savunmuştur. Bu düşünce kuruluşlarının “ılımlı İslâm” temsilcilerini ve bunların izdüşümü hükümetleri savunmaları tesadüf değildir. Bugün İslâm dünyası bu hareketler ve hükümetler ve bunların gücü aracılığıyla dünyevîleştirilmekte ve dejenere edilmektedir. Halbuki Müslümanların ne radikal bir takım siyasal akımlara ne de Batılılar tarafından laboratuar ortamında geliştirilen “ılımlı İslâm” yorumlarına ihtiyacı yoktur. Asrın idrakine İslâm’ı en güzel şekliyle yorumlayıp sunan, Bediüzzaman Said Nursî gibi mücedditlerin İslâm yorumları bize yeter” dedi.

MÜSBET HAREKET METODUNDAN ŞAŞMAMALI

Konuşmasının son bölümünde İslâm dünyasının bu buhranlara düşmesinin sebebinin, asrın başında hürriyet ve meşrûtiyet çağrılarına kulak vermeyip, Kur’ân hakikatlerine tam mutabık bir şer’i hürriyet ve meşrûtiyet anlayışını benimsemek yerine yüz yıla yakın bir süredir İslâmî sosyalizm ile siyasal İslâm arasında bir ikileme mahkûm kalması olduğunu dile getiren Yavuz, “İslâm dünyası asrın başında Bediüzzaman Said Nursî’nin hürriyet ve meşrûtiyet ile ilgili düşüncelerini ve müsbet hareket metotlarına kulak verseydi bugün içine düşülen ikilem ve kaosa düşülmeyecekti. Bediüzzaman kesinlikle, bugün Arap isyanlarında sıkça şahit olduğumuz asayişin ihlâli ve anarşilik anlamına gelecek hareketlere karşıydı. Onun müsbet hareket metodu fertten topluma uzanan derece derece bir aydınlanmayı öngörüyordu. Ancak İslâm dünyasının önünde duran diğer seçenek, siyasal İslâm idi ve bu tedriciliği ve fıtriliği ortadan kaldırarak, tepeden inmeci, istibdatçı bir siyasal hareket halini almıştır. Bu da İslâm dünyasının tam hürriyet ve meşrûtiyetine kavuşmasını uzun müddet geciktirmiş ve geciktirmektedir” dedi.

KARDEŞ KARDEŞİ VURUYOR

Bugün İslâm dünyasının İhvan-ı Müslimin ve Selefilik gibi menfi ve radikal neticeler vermiş iki seçenek ile baş başa bırakılmak istendiğini belirten Yavuz, “Arap Baharı’nda 50 bine yakın masum insan hunharca katledilmiş, kardeş kardeşe vurdurulmuştur. Bugün Irak’ta kardeşler birbirlerini vurmaktadır. Afganistan’dan Müslümanlar birbirini öldürmektedir. Libya’da birbirlerini öldürmekteler. Suriye’de de yakın zamanda kardeşi kardeşe vurduracak dümenler çevrilmektedir. Buralara Batılılar tarafından ciddî manada silâh ve para akışı sağlanmaktadır. Halbuki Bediüzzaman, “dahilde kılıç çekilmez” ve “Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir… Dâhildeki hareket müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî, ihlâs sırrı ile hareket etmektir” diyerek Müslümanların rejim aleyhine silâhlanıp memleketlerinde anarşi ve kaos çıkarmalarını katiyen reddetmiştir. Bediüzzaman, ‘Bir cani yüzünden; onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mesul olmaz. İşte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle asayişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dâhile karşı değil, ancak haricî tecavüze karşı istimal edilebilir’ diyerek bugünkü yaşanan tabloların ne kadar acı verici olabileceğini daha 100 yıl öncesinden bizlere hatırlatmaktadır” dedi.

KÂFİRİN KILICI BAŞLARINI YESİN

Müslümanların birbirlerini katlederek ecnebileri bütün zulümleriyle topraklarına celp ettiklerini anlatan Yavuz, Bediüzzaman’ın “Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz-fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid ecnebîlerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler” sözlerini hatırlatarak, “Geçtiğimiz gün Dış İşleri Bakanımız sayın Ahmet Davutoğlu Suriye’ye ya Arap Birliği yahut BM’nin askerî müdahalesinin şart olduğunu söyledi. Arap Birliği’nin herhangi bir müdahalede bulanamayacağı aşikârdır. O halde sayın Dışişleri Bakanı ecnebileri Müslüman toprağına müdahaleye dâvet etmiştir. Bu manada bir müdahale ile bu bölgelere ferec ve ferah gelmez, velev ki gelecekse bile biz bunu istemeyiz, İslâm dünyası olarak razı değiliz” dedi.

MEŞRÛTİYET VE HÜRRİYET TEK SEÇENEK

Bediüzzaman’ın Meşrûtiyeti yani bugünkü ismiyle demokrasiyi İslâm ve Şeriat adına sahiplendiğini belirten Yavuz, “Çünkü Bediüzzaman’a göre insanlık tarihinde istibdat ve hürriyet farklı suretlere girerek sürekli çatışma halindedir. Bu zamanda da tam hürriyet ve meşrûtiyet İslâm’a mutabıktır. İslâm’da da hakimiyeti milliye önemlidir ve meşrûdur. Bu ise İslâm’a ve Kur’ân’ın düsturlarına tam sarılmakla mümkün olur” dedi.  Yavuz, müsbet hareket metodundan ayrılmadan Müslümanların siyasal İslâm’a ve ecnebi müdahalesine fırsat vermeden gerçek manada bir ittihadı ve birliği sağlamalarının, kurtuluş için yegâne şart olduğunu sözlerine ekledi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*