İslâm’da çalışma ahlâkı ve ekonomi

İslâm’da çalışma ahlâkı ve ekonomi

İslâm dinine göre insan inancın ve çalışma hayatının öznesi konumundadır.

Ahsen-i takvim(en güzel şekil) suretinde yaratılan insan, çok çeşitli vasıflarla donatılmıştır. İnsanda bulunan bu vasıflar ancak işleterek varlığını devam ettirebilmektedir. Çevreyi kendine, kendini de çevreye kabul ettirmek ve yaşamak için insan, ilkel toplumlardan itibaren tabiattan faydalanmak, tabiattan korunmak ve modern toplumlarda sermayesini biriktirmek için çalışması gerekmektedir. Kant’ın da dediği gibi “İnsan, çalışmak zorunda olan bir varlıktır.1 İnsanın en temel ihtiyaçlarına bakıldığında ihtiyaçlar hiyerarşisinde şu şekilde sıralanmaktadır; beslenme, barınma, giyinme. Bu sıraya bakıldığında insan en temel ihtiyaçlarını karşılamadığında varlığını sürdürmesi zorlaşmaktadır. (İhtiyaç olmadığı halde, ihtiyaçmış gibi gösterilen, gayri zarurî şeyler konunun dışındadır.) Dolayısıyla zorunlu ihtiyaçların karşılanmasındaki gereklilik insan ile çalışma arasındaki bağı arttırmaktadır.

Batı, hayatın öznesi insanı ekonomik alanda “iktisadî-adam” olarak tanımlamaktadır. “İktisadî-adam” insanı kendi çıkar ve hazzını devam ettirmek için arzu ettiği şeylerin peşinden koşan, dolayısıyla paylaşmadan ve başkaları için fedakârlıktan kaçınan biri olarak göstermektedir. Bu tanım insan tabiatını objektif olarak yansıtmadığının bir göstergesi olmuştur.

İslâm’ın ise, iktisadî hayatın öznesi olan insan tanımı yukarıdaki tanımlardan farklılık göstermektedir. “Allah’ın ipine sımsıkı sarılıp ayrılmayın” (Âl-i İmrân/103) âyetinde ‘Müslüman İnsan’ modeline gönderme yapılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de Müslüman İnsan, iktisadî ve ekonomik hayattaki tavırlarında, hareketlerinde ve fikirlerinde kendisine verilmiş olan nefsini tatmin ve faydasını en üst düzeye çıkarma isteğini Allah’ın men ettiklerinden sakınarak ve emirlerini yerine getirerek mutedil ölçülerde uygulayan insan olarak tasvir edilmiştir. 2

İslâm dini, tabiri caiz ise kendisine inanan insanlarda oluşturduğu bilinç düzeyi ve o kişilerin tutum ve davranışlarını doğrudan etkilemektedir. Bu etkilenme ile de sosyal hayatın merkezi olan ekonomiye karşı farkı bir tutum sergilenmektedir. Hayatın merkezinde bulunan üretim, tüketim, dağıtım, tasarruf, yatırım vb. gibi unsurlar basit gibi gelse de bildiğimizin çok dışında olumlu veya olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Bundan ötürü çoğu insan iktisadî ve sosyal hayata dair, bilmeden ya da bilerek İslâm dininin ahlâkî kurallarına uygun bir şekilde kararlar alıp uygulamaktadır. Ahlâkî değerlerin bütünü olarak kabul gören İslâm dini, insanın önce ahlâkî bilgiye sahip olma, daha sonrasında bu bilgiyi hayatına aksettirerek, kendi vicdan ve değer süzgecinden geçirmesiyle bireyin yaşamında farklılıklar oluşturmaktadır. Böylece ekonomik ilişkilerde, hukuk, örf-adet ve ahlâkî değerler kadar dinin etkisine de bakılmaktadır. İslam’ın Kur’an ve hadis gibi temel kaynaklarda ekonomiden, sosyal hayata, sosyal hayattan aile hayatına ve bundan da ötesi ahiret hayatına, kısaca bütün bir hayata tavsiye verdiği görülmektedir. Bütün konularda yol gösterici olan İslam dini emek ile çalışmayı, üretmeyi, ticarette, iş hayatında, ev hayatında adil olmayı, paylaşmayı, hak yememeyi ibadet olarak kabul ederek, bireyin günlük hayatın parçası olan sorumluluklarının nasıl olmasını gerektiğini ayet ve hadislerde göstermiştir. İslâm’ın çalışma yaşamına getirdiği en önemli değer ahlak olmuştur. İslam üzerine kurulan ekonomik kuruluşlarında dinin ve tasavvuf inancının etkisi inkâr edilemeyeceği gibi, çalışma ve iş ahlakının da temellerini İslam dininden aldığı da yadsınamaz bir gerçektir. 3

İslâm’da 3 temel iktisadî düşünce

Allah inancı

İslâm, iktisadî ve ekonomik hayatı 3 temel prensip üzerine bina etmiştir. Bunlardan birincisi “Allah inancı”dır. “Göklerde ve yerde olanların hepsi mülkün sahibi olan Allah’a aittir.” (Cuma Sûresi, 62/1) âyetinde Allah’ın kâinattaki kaynakların hakikî ve gerçek sahibi olduğunu İslâm’da özel mülkiyetin var gibi gözükse de aslında olmadığını göstermektedir. Fakat bu durum insanın kazanıp elde ettiklerinin üzerinde tasarruf hakkının olmadığı manasına gelmemektedir. Bu kâinattaki her insan kaynaklardan yararlanma hürriyetine, servetin ve kaynakların gerçek sahibi Allah’ın birer ihsanı olduğu düşüncesinden bağımsız olmamak kaydıyla, sahiptir. Yani kaynakların dağıtım, paylaşım ve kullanım biçimine getirilen sınırlamalar dahilinde, dinî ve sosyal gerekleri yerine getirildiği sürece ve meşrû sınırlar içinde davrandığında kişi mülkünde dilediği tasarrufu yapabilir.

Ahiret inancı

İkinci prensip ise ahiret hayatına olan inançtır. Çalışma hayatında aldatma ve yapılan yanlışlar hukukî düzenlemelerde kontrol edilebildiği ölçüde engellenebilir. Burada ahlaki sorumluluk devreye girmektedir. İnsanın yapacağı her davranıştan ötürü ahirette sorumlu olacağı inancı bu dünyanın ötesine işaret etmektedir. “İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, kendileri dışındakilere vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun. Onlar düşünmezler mi ki, büyük bir günde diriltilecekler” (Mutaffifin Sûresi, 83/6) âyeti ekonomik ilişkilerdeki ahiret bilincine ve sorumluluğuna dikkat çekmektedir. Müslüman bir birey çalışma hayatında ve ekonomik ilişkilerdeki hareketlerinde ahirete yönelik boyutunu düşünerek iktisadî fiilerinde uhrevi sorumluluk ile davranmaktadır. Anlaşılacağı üzere çalışma hayatında ahiret inancının yerleşmesi önemli bir yer tutmaktadır.

Adalet

Ekonomi hayatının en temel esasını oluşturan diğer terim ise adalettir.

Üstad Hazretleri’nin de dediği gibi, “Kur’ân’daki anasır-ı esasiye ve Kur’ân’ın takip ettiği maksatlar tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadet olmak üzere dörttür” 4 Kur’ân-ı Kerîm’in de esaslarından biri olan adalet iki dünya dengesini sağlamak için önemli bir kavramdır. Adalet kavramının tanımı çok iyi anlaşılmalıdır. Herkese eşit değil, herkese hak ettiğini vermektir asıl adalet olan. Konu açısından adalet kavramına bakıldığında üretimde, tüketimde ve dağıtımda, çalışma ortamında adalete uygun davranma toplumsal barışın, huzurun ve refahın teminatı olarak görülmektedir. İslâm inancına göre çalışmak ve üretmekteki asıl gaye Allah rızasını kazanmak olduğunda, üretimde verimli olmayı ve tembellikle mücadeleyi, hak üzere paylaşımı ve sosyal adaleti sağlamayı ve toplumsal hayatın düzenin zekât ve sadâka ile yürütülmesini, tüketimde ve üretimde israfa yol açmayacak şekilde ölçülü olmayı gerektirmektedir. Yine Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetlere bakıldığında, “Onlar zekât verirler” (Mu’minun Sûresi, 23/4), “Ey inananlar, kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardığımız nimetlerin iyilerinden Allah için verin” (Bakara, 2/267) vb. hem çalışmayı, hem paylaşmayı emretmektedir. Çalışma ortamında ve ekonomide adalet kavramı İslâm ahlâkında geçen şekilde yerleşirse bu kavramlardaki düzelme de kaçınılmaz olacaktır.

İşçi-işveren için ‘Adalet’ kavramı

Adalet kavramına işçi-işveren açısından bakıldığında, İslâmî çalışma hayatında, ekonomik bakımdan çalışma ilişkileri hem işverene hem de işçiye yüklenen sorumluluk ile âdil şekilde yapılan bir sözleşme öne sürülerek yapılmaktadır.

“Ey iman sahipleri! Akitlerinize sahip olunuz” (Maide Sûresi 1.) âyetinde sözleşme uygulamasının gerekliliğine işaret etmektedir. Âyette geçen akitler kelimesi ise insanın bütün hayatının manevî ve maddî boyutunu içine alan bir “dürüstlük belgesi” olarak tanımlanabilir. İslâm’ın çalışma ahlâkının temelini, bütün insan faaliyetlerinin kaçınılmaz manevî karakteri ve kişinin, faaliyetlerinden ötürü sadece işe veya işverene karşı değil, işin kendisine karşı da taşıdığı sorumluluk oluşturur. Kısacası bu sorumluluk iş etiği ve meslek etiğine de yön vermektedir.

İslâm ahlâkında bahsettiğimiz 3 prensipten ayrı olarak karşımıza ‘helâl lokma yemek’ tabiri çıkmaktadır. Bu tabir çalışma fikrinin faaliyete geçmesiyle ortaya çıkan kazancı göstermektedir. Yüksek ahlâkî değer olan ‘helâl lokma yemek’ kişinin işini hakkıyla ve süresi içinde yapmasını izah etmektedir. Bahsedilen prensiplerde genelde işçiden, insandan bahsedilse de işverenin de önce Allah’a ve sonra çalıştırdığı, emeğini sarf eden kişiye karşı sorumlulukları vardır. İşveren de aktin öngördüğü kuralları dikkate alıp, uygulamak, kendisi ve kurumu için çalışıp, emek sarf eden fertlere karşı korumacı olup ve en mühimi de ücretlerini herkese adalet kavramı ışığında ödemek zorundadır. “Çalışanın ücretini alnının teri kurumadan ödemelidir.” (İbn Mâce, Ruhun. 4.) hadisinde çalışan-işveren ilişkisinin bütün yönlerini maddî ve manevî olarak ele almıştır. İslâmî bakış açısında her zaman iç içe bulunan ahlâkî, iç dünyaya dönük ve somut olarak da iktisadî temele dayanmaktadır.

Sonuç olarak İslâm ahlâkına göre çalışma hayatında, iktisadî ve ekonomik faaliyetlerde adalet kavramını en doğru şekilde uygulayarak, kişilerin haklarını gözeterek, yapılan akitlere uyarak, ahiret sorumluluğunun her zaman bilincinde olarak yaşandığında hem ahirette kul hakkının hesabını vermekten muaf olacaktır, hem de içinde yaşadığı topluma doğrudan ve dolaylı olarak katkıda bulunmuş olacaktır. “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” (Hanbel, Müsned, II, 400) hadis-i şerifini kendisine rehber tutan her insan, emek vererek meşrû yollarla elde ettiği kazancının dünyada topluma, ahirette de kendisine fayda vermesi için malını toplum yararına Allah rızası için vakfetmeyi tercih ederek ideal bir toplumun inşasını gerçekleştirmiş olacaktır. Kısaca her ekonomi ve çalışma hayatı İslâm ahlâkıyla ahlâklanmalıdır.

Dipnotlar:

1- Takiyettin Mengüşoğlu, Felsefî Antropoloji, İnsanın Varlık Yapısı ve Nitelikleri, Sosyoloji Konferansları, 1971, İstanbul.
2- Tevhid Ayengin, “Çalışmanın Dini Temelleri”, Kalvinizm ve İslâm Örneği, İslâm Araştırmaları Dergisi, Cilt:18, Sayı:4, 2005, s.463-472.
3- Berrak Kurtuluş, “İş Ahlâkı: Geçmişte ve Günümüzde”, İstanbul Üniversitesi s. 750
4. Bediüzzaman Said Nursî, İşaratü’l-İcaz, s. 2, İstanbul, Yeni Asya Neşriyat 2015.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*