İslâmiyet, hem Avrupa’nın ve hem de Almanya’nın parçasıdır

Image
Başlığımızın haber verdiği tartışmaya Avrupa dışından bakanlar, zihnî müşevveşiyeti görürler. Kendi içinde ikiye ayrılmış entelektüel ve politikacıların bir kısmı İslâmiyeti Avrupa’nın gerçeği kabul ederken, Samuel Huntington ile Francis Fukuyama’dan etkilenenler İslâma karşı mücadeleyi esas alıyorlar.

Bediüzzaman Hazretlerinin “İkinci Avrupa” nitelemesine uyan İslâm karşıtı hareketin mahiyetini, şimal cereyanı olarak da isimlendirilen dinsiz felsefî cereyanın özelliklerini, coğrafya ve tarihçesini geçmiş yazılarımızda belirtmiştik. 19. yüzyıldan itibaren dünyanın hakim cereyanı olmaya başlayan dünkü şimal cereyanının zamanımızdaki yansımalarını bilemediğimiz takdirde, İsevî ve insanî Avrupa’yı da, İslâmiyeti Avrupa dışına atmaya kalkışan maceracıların günahlarına ortak etmiş oluruz.
Avrupalı ilim adamları, tarihçi ve akademisyenler, medenî Avrupa’nın inşasında İslâmın aslî rolünü belki de bizden iyi biliyorlar. Bu husustaki kitap ve makaleler, farklı adreslerden de olsa bize bilgi verebilir. Gerçi Avrupa’nın bu önemli tarihî hakikati yeterince kamuoyuna sunduğunu söyleyemeyiz. Temennîmiz o ki, Avrupa üniversitelerinin bünyesinde açılmaya başlayan “İslâm  kürsüleri” söz konusu eksiği tamamlasınlar.
Avrupa aydınlanmasının Sicilya, Endülüs, İngiltere ve Viking ayaklarına üstünkörü bakan her araştırmacı, İslâmın bu coğrafyada semaya ser çekmiş gölgesiyle karşılaşacaktır. 7. yüzyıldan itibaren Avrupa’yı ısıtmaya ve ışıtmaya başlayan Kur’ân medeniyetinin tarihî boyutlarını, teknolojik keşiflerini ve faziletli sosyal yapıları, geriye bıraktığı kitaplardan rahatlıkla müşahede edebiliyoruz. Bu alanda, ömrünü tarih boyunca İslâmın medeniyete ve teknolojiye yaptığı katkıların tesbitine vakfeden Prof. Fuad Sezgin Hocanın çalışmaları başlı başına ilmî bir abide sayılır. Alman ve Suudi gibi önemli devletlerden üstün başarı ve teşekkür madalyaları alan Sezgin’in Frankfurt’ta Goethe Üniversitesindeki “Bilim Müzesi”ni gezenler, Avrupa aydınlanmasının sebeplerini daha yakından göreceklerdir.
İslâmın Avrupa’nın bir parçası olmadığı iddiasının, neocon ve neoliberal denilen modern dinsizliğin çıkardığı global fitnenin bir parçası olduğunu; Avrupa ve Amerika medyasına dikkat edenler de anlıyor. Bu konu ile alâkalı bazı bilgilere www.saidnursi.de adresindeki sitemize girenler ulaşabilirler. Kimisi Türk, bazıları Avrupalı, kimisi Arap ve bir kısmı da Musevî olan ve  çeşitli kültür ve ırklardan oluşan “İslâm karşıtı lobilerin” yanlış bilgilendirme ve propagandalarını doğru zannederek beyanatlarda bulunan siyasetçilerin, ülkelerine zarar verdiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Otuz milyona yakın Müslüman Avrupalıyı tedirgin ederek toplumsal barışı tehlikeye sokanların üslûplarının, 1900’lerdeki yoldaş dinsizlerle örtüşmesi de önemli bir noktadır.
Ülke idaresine geldikleri halde sorumsuzca, yanlış ve popülist konuşan politikacıların, zamanındaki neocon ve neoliberal etkilerle yetiştiklerini tahmin ediyoruz. Barış, düzen, refah,  adalet ve insanî değerler endişesini taşımayan politikacıların tribünlere yönelik beyanatlarını, milletleri için talihsizlik kabul etmek gerekiyor. Çiçeği burnunda ve bir şans eseri olarak İçişleri Bakanlığına getirilen Hans-Peter Friedrich’in “İslâmın Almanya’nın bir parçası olduğunu hiç kimse ispat edemez” cümlesindeki mantık, gerçekçilik ve tarih fukaralığını bizden başkaları da söylemiştir. Başta Cumhurbaşkanı Christian Wulf olmak üzere bugüne kadar gelmiş idareci, bakan ve başbakanların onlarca defa tekrarladıkları “İslâm Almanya’nın da, Avrupa’nın da bir gerçeğidir, parçasıdır” cümleleriyle bu denli çelişkiye düşmesini biz yalnızca “ideolojik davranışla” izah edebiliriz.
Friedrich—fitnekâr karikatüriste ödül veren Merkel ile aileden sorumlu Bakan Kristine Schröder gibi—insanî, tarihe ve bilime saygılı tavrı, neoconların ideolojik davranışlarına feda ediyor. Daha önceki  yazılarımızda belirttiğimiz gibi, neoliberal ve neoconların global ve lokal olarak hazırladıkları İslamofobi programlarıyla esas hücumu kiliseye yapıyorlar ve yapacaklar.
Dinsiz felsefenin hayatta oluşturmak istediği kaosa karşı düzen, barış ve adaleti pratik örneklerle müdafaa eden İslâmiyeti devredışı bırakarak kiliseye saldıracak olan bu “saldırgan ateistler”in de, Avrupa’nın Rönesans ve Reformu İslâmın yardımıyla gerçekleştirdiğini bildiklerini zannediyoruz. Kilise’nin önde gelen Schönburn, Huber ve Zöllitsch gibi temsilcilerine rağmen doğru olmayan beyanlarda bulunan siyasetçileri, zaman mutlaka cezalandıracaktır,  kanaatindeyiz.
Ümit ediyoruz ki, Avrupa, tarihin tekerrürü olan “semavî din düşmanlığına” artık müsaade  etmez. Seksen milyon evlâdını yakmış dinsiz fitne ateşini alevlendirmek isteyenlere fırsat vermez. Tarihin büyük gerçekleriyle günümüzün sosyal hayata oturmuş pratiklerini inkâr eden siyasetçiler; ülkelerinde halka ancak sıkıntı yaşatırlar. Hürriyet ve demokrasinin artık Afrika ve Latin Amerika’ya da yayıldığı bir zamanda, 19. yüzyılı tekrar yaşama arzusuyla işi ideolojiye dökmenin tam bir gericilik, vahşet ve bedevilik olduğunu da hatırlatmak isteriz. İleriye, güzele, adalet ve medeniyete yürümek isteyen insanlığı tekrar kaos, anarşi ve fukaralığa  sürüklemenin kime faydası olabilir ki…

 

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*