İslâmiyetin tarifi ve mahiyeti

Art niyetli karanlık güçlerin İslâmiyet, Kur’ân üstünde oynadıkları oyunların mahiyetine dikkat çekmek, gerçek manada İslâmiyetin, Kur’ân’ın tarifleri, mahiyetleri, insanlığa getirdiği mukaddes değer ve hükümleri anlayabilmek için bu iki kavramın mahiyetinin anlaşılması çok lüzumlu hâle gelmiştir.

Bundan ayrı bir kategori olarak da “Müslüman” kimliğinin ve tanımının net olarak yapılması gerekiyor.

Her şeyden önce “İslâmiyet ve Kur’ân” ile “Müslümanları” ayrı kategoride tutmak gerekiyor. Çünkü İslâmiyet ve Kur’ân; İlâhîdir, semavîdir, mukaddestir, lekesizdir, sadedir, özdür, hükümdür, ahkâmdır, hatasızdır, kusursuzdur, mükemmeldir, değişmez, değiştirilemez, inkâr edilemez, Kâinatın yaratıcısı, hakikî maliki olan Allah’ın emir ve nehiyleridir, kıyamete kadar da öyle kalacaktır. “Müslüman” ise neticede bir “insan” olarak arzîdir, hatalıdır, kusurludur, bu dünya değerleriyle karışıktır.

Onun için bu üç değeri kendi makamlarında ve konumlarında mütalâa edip değerlendirmek lâzımdır.

Hem ülkemizde, hem İslâm âleminde, hem de insanlık âleminde cahillik, hakikatlere uzak kalma, gerçeğe nüfuz edememekten gelen bu kudsî değerler hakkında noksan ve yanlışlıklar vardır. Bunlara karşı ehl-i hamiyet ve ehl-i hizmet gerçekleri ve doğruları anlatması lâzım.

Fakat asıl önemli olan; İslâmiyet, Kur’ân ve Müslümanlar hakkında acımasız, kasıtlı, art niyetli, zındıka ve karanlık güçler adına menfî propagandalar vardır ve bu menfî, karanlık faaliyetler aralıksız devam ediyor.

Bütün bunlara karşı; hakikî imanlı zatlara düşen; gerçek İslâmiyeti, İlâhî emir ve nehiyler manzumesi olan Kur’ân’ın tarifini, mahiyetini, maksadını, kıymetini, insanlığa getirdiği İlâhî mesajları en tesirli, en özlü, en güzel ve herkesin anlayacağı seviyede, meşrû her yolu deneyerek, insanlara sevdirerek, nefret ettirmeden anlatılması ve izah edilmesidir. Bu konuda varlık, tanım ve kavramların manalarının yerli yerinde ve öz değerlerinde kullanılması çok büyük önem arz ediyor.

Son din olan İslâmiyet hakkında Risale-i Nur Külliyatının çeşitli yerlerinde geçen “İslâmiyet”le ilgili kısa ve özlü ifadelerden bir demet sunarak, son günlerde ülkemizde yaşanan, “cemaat, din, iman” konularındaki kargaşa ve karmaşa ortamındaki ufunetli havada manevî değerlerin gerçek konumunda anlaşılmasına biraz olsun yardımcı olmaya çalışalım. Çevremizdeki insanların bu konularda müsbet düşünmelerine yardımcı olup, onları insafa sevk edebilecek yol ve tarzlara yönelelim.

İşte İslâmiyetin tarifiyle ilgili Risale-i Nur Külliyatından bazı örnekler:

 “Ümmî bir zâtın (asm) ef’âl ve akvâl ve ahvâlinden (fiil, söz ve hallerinden) çıkan İslâmiyet, her asırda, üç yüz milyon insanın rehberi ve mercîi (kaynağı) ve akıllarının muallimi ve mürşidi ve kalblerinin münevviri ve musaffîsi (nurlandırıcısı ve safileştiricisi) ve nefislerinin mürebbîsi ve müzekkîsi (terbiyecisi ve temizleyicisi) ve ruhlarının medâr-ı inkişafı (gelişmesinin kaynağı) ve maden-i terakkiyatı (gelişiminin ana kaynağı) olması cihetiyle, misli olamaz ve olamamış.” (Şuâlar, 7. Şuâ, Âyetü’l-Kübra, sh: 119, yeni: 207)

 “Bu Şeriat, ulum-u esasiyenin (esas ilimlerin) hayatî noktalarını tamamıyla tazammun etmiş (içine almış, kapsamış) olan ulum ve fünundan mülâhhasdır (ilim ve fenlerden meydana gelmiştir.) Evet, tehzibü’r-ruh (ruh temizliği), riyazetü’l-kalb (kalbi kötülüklerden arındırma), terbiyetü’l-vicdan, tedbirü’l-cesed (beden idaresi), tedvirü’l-menzil (mahal idaresi), siyasetü’l-medeniye (medeni siyaset), nizamatü’l-âlem (âlemdeki nizam ve düzen), hukuk, muamelat, adab-ı içtimaiye (toplum ahlâkı) vesaire gibi ulum ve fünunun ihtiva ettikleri esasatın fihristesi, şeriat-ı İslâmiyedir.” (İşaratü’l-İ’câz, sh: 166-167)

 “Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselâmın getirdiği şeriatın hakaiki, fıtratın kanunlarındaki muvazeneyi muhafaza etmiştir. İçtimaiyatın rabıtalarına (toplumun temel bağları) lâzım gelen münasebetleri ihlâl etmemiştir. Zaman uzadıkça, aralarında ittisal (bağlantı) peyda olmuştur. Bundan anlaşılır ki, İslâmiyet, nev-i beşer için fıtrî bir dindir ve içtimaiyatı tezelzülden (parçalanmaktan, sarsılmaktan) vikaye eden (koruyan) yegâne bir amildir (esastır).” (İşaratü’l-İ’caz, Sh: 165, Sh: 166-167)

 “İslâmiyet iltizamdır; iman iz’andır. Tabir-i diğerle, İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise, hakkı kabul ve tasdiktir.” (Mektubat, Dokuzuncu Mektub, sh: 38)

 “İslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünkü, İslâmiyetin telkinatiyle küfr-i mutlak, inkâr-ı mutlak, şek ve tereddüde inkılâp etmiştir.” (M. Nuriye, Katre-Zeyl, sh. 70)

 “İslâmiyet, tevhid-i hakikî dinidir ki, vasıtaları, esbabları ıskat ediyor (hükümden düşürüyor), enâniyeti kırıyor, ubudiyet-i hâlisa (halis ibadet, kulluk) tesis ediyor. Nefsin rububiyetinden tut, tâ her nevî rububiyet-i bâtılayı kat ediyor, reddediyor.” (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektub, s. 422)

 “Âyetlerin sonunda zikredilen ‘Hiç düşünmüyorlar mı? (Yasin Sûresi: 68.) Düşünmezler mi? (Nisa Sûresi: 82.) Düşünmez misiniz? (En’am Sûresi: 80.)’ gibi cümlelerle, İslâmiyetin akıl, hikmet ve mantık üzerine müesses (kurulmuş) olduğuna işaret etmiştir ki, İslâmiyeti herbir akl-ı selimin kabul etmesi, İslâmiyetin şanındandır.” (İşârâtü’l-İ’câz, s. 102)

 “Kur’ân, bütün kütüb-ü salifenin (geçmiş İlâhî kitapların) güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini (ana esaslarını) cem etmiş olduğundan usûlde muadil (adaletli) ve mükemmeldir. Yani, tadil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekânın tagayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir cihet yoktur.” (İşaratü’l-İ’câz, Sh: 52-53)

 “Maddî ve mânevî bütün nimetlerin envâına (çeşitlerine) fihriste ve kaynak olan İslâmiyet ve Kur’ân” (Şuâlar, 8. Şuâ, sh: 654, 7. Nokta, yeni: 1157)

 “Mecmâü’l-mesakin (kimsesizlerin toplanma, sığıma yeri), melceü’l-fukara (fakirlerin kurtuluş yeri), hakkı himaye, hakikatı muhafaza, gururu men, tekebbürü (kibiri) def eden, yegâne İslâmiyet’tir. Evet, kemal ve şerefin mikyası İslâmiyet’tir.” (İşaratü’l-İ’câz, sh:101)

 “Nasârâyı (Hıristiyanları) ve emsalini havalandırarak dalâlet derelerine atan, yalnız aklı azil ve bürhanı tard ve ruhbanı taklit etmektir. Hem de İslâmiyeti daima tecellî ve inbisat-ı efkâr  (fikirlerin genişleyip, gelişmesi) nisbetinde hakaiki inkişaf ettiren, yalnız İslâmiyetin hakikat üzerinde olan teessüs ve bürhanla (delille) takallüdü (kuşanması) ve akılla meşvereti ve taht-ı hakikat üstünde bulunması ve ezelden ebede müteselsil olan hikmetin desâtirine mutabakat (uygunluk) ve muhakâtıdır (taklididir).“ (Muhakemat, 1. Makale, 8. Mukaddeme, sh: 43)

 “İslâmiyet vasıtayı red, delili kabul ve vesileyi nefiy, imamı ispat eder. Başka din vasıtayı kabul eder. Bu sırra binaendir ki, Hıristiyanda servet ve rütbece yüksek olanlar, ziyade dindardır. İslâmiyette avam ise, servet ve rütbece yüksek olanlardan ziyade dine merbuttur.” (Sünûhat, sh: 37-38)

 “Suud (yükselmek) ve terakki, Müslüman için ancak İslâmiyet’te ve imanlı olmakta olduğuna işaret etmektir.” (Kastamonu Lâhikası, sh. 18, 12. Mektub)

 “Zaman-ı Saadette Kur’ân’dan neş’et eden İslâmiyet, sanki bir şeceredir (ağaçtır). Kökü Zaman-ı Saadette sabit olmakla, damarları o zamanın âb-ı hayat menbalarından kuvvet ve hayat alarak her tarafa intişar ettikleri gibi, dal ve budakları da istikbal semasına kadar uzanarak âlem-i beşere maddî ve manevî semereleri yetiştiriyor. Evet, İslâmiyet, mazi ile istikbali kanatları altına almış, gölgelendirerek, istirahat-i umumiyeyi temin ediyor.” (İşaratü’l-İ’câz, s. 52)

Gerçek İslâmiyeti anlayıp, kavrayıp ruhuna uygun tatbik edebilmek, Kur’ân’a uygun bir yaşamayı kalp ve gönüllerimizde yerleştirmek, Müslüman kimliğini şerefle taşıyıp İslâm’a, Kur’ân’a ve mukaddes değerlere gölge ve perde olmadan ayna olmak dilek ve temennisiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*