İslâmizm, İslâmofobia ve doğru İslâm

Bediüzzaman Hazretleri 31 Mart 1909 mahkemesindeki müdafaasında mealen Türkiye’nin Avrupa ile mukayese edilemeyeceğini, şartlarının çok farklı olduğunu belirtiyor. Divan-ı Harbî Örfî isimli eserinde, İstanbul gazetelerini bu yanlış karşılaştırmadan dolayı ikaz ediyor.

11 Eylül süreciyle birlikte semavî dinlere karşı cereyanlarca başlatılan İslâm düşmanlığının etkileri zaman içinde genel kültüre, günlük hayata ve sokağa yansıdı. Bu çabada katkısı bulunan meşhur yazarların isimlerini geçmiş yazılarımızda arz ettiğimizden tekrara gerek görmüyoruz. “İslâmist, cihadist veya şeriat taraftarı…” Bu kelimeler son yılların ürünü. Tıpkı 12 Eylül’den önce komünizm, komünist, mason, sosyalizm, sosyalist, bolşevik veya devrimci kelimelerini kullandığımız gibi. Doğrusu biz de düşünmüyor değiliz: İslâmist, cihadist, fundamentalist yaftaları bolşevizm ve komünizme karşı geçmişte aldığımız tedbirlere mukabil, materyalistlerin bir intikamı olamaz mı? İsterseniz önce kendimizden başlayalım… Hatalarımızı tahlille mevzuya girelim.

Tahlillerimizin daha anlaşılır olması için Avrupa’da mevzumuzla alâkalı yapılmış bir iki araştırmadan kısaca bahsetmek istiyoruz. Almanya merkezli Bertelsmann Araştırma Grubunu çoğumuz tanır. Yaptığı son kamuoyu araştırmasında, Batılıların İslâmı bir “tehdit!” olarak hissettiklerini ortaya koymuş. En düşüğü ABD’de % 42 ve en yükseği İsrail’de % 76 olan bu tehdit telakkisinde; İspanya % 60, Almanya % 51 ve İsviçre % 58 imiş. İşin ilginci % 88 civarındaki katılımcıların idarecilerin hiçbir dine bağlı olmamalarını savunması (gazeteler dinsiz diye yazıyor!) ve % 81’in de ister istemez sair dinlerle çatışma olabileceğini zannetmesi. % 64’ü ise dinleri “çatışmaya sebep” olarak gösteriyor. Genel olarak dinlere ve hassaten İslâmiyete Avrupa sokaklarından baktığımız zaman bu manzara görülüyormuş. Yukarıda arz ettiğimiz üzere; Avrupa ve Asya bu hususta mukayeseye hiç, ama hiç gelmiyor ve gelemez deniyor. Sokaktaki Batılıya, Hıristiyan orijinli Avrupalıya “dini” sorduğumuzda, onun dünyasına skolastik Avrupa’nın dine dayalı zulüm ve istibdatları, 300-400 sene devam etmiş mezhep savaşları, dehşetli Fransız ihtilâli ve ihtilâlden sonra dizginleri eline almış fen ve felsefe manzaraları hücum edecektir. Bilime, hürriyetlere, adalet ve paylaşıma müsaade etmemiş bir ortaçağ kilisesinin hataları dine mal ediliyor orada.

Burada Bediüzzaman’ın “Ekser Peygamberlerin Asya’da, feylesofların ise Avrupa’da gelmiş olmaları gösteriyor ki, Asya’yı ayağa kaldıracak din olduğu gibi, Avrupa’yı ayağa kaldıracak fen ve felsefedir” tesbitine atıfta bulunmak isteriz. Peygamberimizin (asm) vefatından doksan sene sonra Ganj ile Atlas arasında kurulan medeniyete Avrupa’nın ancak bin senede kavuşabilmiş olması, Bediüzzaman’ın sözünü teyid ediyor. İşin en ilginci, Batıda İslâmiyet ve diğer semavî dinlere hücum kapsamında proje geliştiren materyalistler; yanlış resim, yalan bilgi ve cerbeze ile çalışıyorlar. Asya ve Afrika’da cehaletin ürettiği mevziî bir manzarayı “İslâm dünyası” olarak takdim ediyorlar. Avrupa ve Amerikan kamuoyunu ellerindeki imkânlarla manipüle ederken, Asya’da da cehalette kıvrananları “ölçü” olarak manşet ve ekranlarına taşıyorlar. Hedefi savaş, kaos ve semavî dinlerle mücadele olanları Avrupa doğru tanımak zorundadır..

YABANCI DÜŞMANLIĞINDAN İSLÂM DÜŞMANLIĞINA…

Bildiğiniz gibi 11 Eylül’den önce, mesele daha çok yabancı düşmanlığı ve Türk karşıtlığı olarak medyaya yansırdı. Kanaatimizce, semavî dinleri ve insanî değerleri müdafaada ileri çıkan İslâma karşı, modern bolşevikler strateji geliştirerek toptan hücuma geçtiler. Eski Marksist, yeni muhafazakâr ve liberal,  fakat özde din düşmanı global yazarların satır aralarını inceleyenler, bu meseleyi daha açık ve somut bir şekilde görecekler, kanaatindeyiz.

Batı kamuoyunu İslâma karşı bir noktaya getirmek zor birşey olmasa gerek… Bir taraftan geri kalmış ve cehaletle malûl İslâm dünyasındaki “İslâm dışı” resimler, diğer taraftan bolşeviklerin bilhassa Avrupa’da istihbarat örgütleri ve STK’larla ortaya koydukları çalışmalar gibi… 11 Eylül’den önceki Humeyni, Rüşdi veya Kaplan olaylarının senaryolarını hazırlayanların, günümüzde “Selefîler” hadisesini gündeme getirenlerden farklı olmadıklarını herkes biliyor. Avrupa ve Amerika’da “şahs-ı manevîye” bürünmüş İslâmiyet ve insaniyet karşıtlarındaki slogan, figüran ve kalıp değişikliklerini diğer Müslümanlar ıskalasalar da Risale-i Nur Talebeleri süreçleri bir film şeridi halinde dikkatlice izliyorlar. Zira Bediüzzaman Hazretleri bu yanıltmalara karşı hakikatin kodlarını eserlerinde detaylıca vermiştir.

İğneyi kendimize batırmadan önce, yine Avrupa kamuoyunun İslâm veya Müslümanlar hakkındaki kanaatlerini dışa vuran Bielefeld Sosyoloji Enstitüsünün neticelerini arz etmek istiyoruz. Wilhelm Heitmeyer’in başında bulunduğu enstitü, Avrupalıların Asya’daki Hıristiyan azınlıklara zulmedildiğini, dinî hayatlarının yasaklandığını, İslâmın insanı öldürmek isteyen bir din olarak algılandığını ve artık Almanya’da Türk yerine “Müslüman düşmanlığının” yapıldığını açıklıyor. Bilinçli veya bilinçsiz konuşturulan birkaç “nefret vaizini” de resme dahil ettiğimizde, Heitmeyer araştırmasının işinin ne kadar kolay olduğu ortada… Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afrika’daki bazı cehalet tablolarını “İslâm” olarak genelleştiren bir kısım medyanın yardımıyla oluşan imajı düzeltmek mümkün değil mi?

Bediüzzaman, bir dane-i hakikatin binlerce yalanı yok edeceğini söylüyor. Avrupa ve Amerika medyasını dikkatlice inceleyen insaniyet, barış ve İslâmiyet taraftarı gazetecilerin, aktivist veya araştırmacıların yapacakları çalışmalarla, bolşeviklerin balonları kısa sürede sönebilir. Zira çatışmacı Marksistlerin iddialarını hem Kur’ân ve Sünnet ve hem de İslâmiyeti doğru yaşamaya çalışan Müslümanlar zaten tekzip ediyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*