İşleyen kalp ışıldar

Atalarımız ne güzel söylemişler: “İşleyen demir ışıldar”. Yani işlediği müddetçe parlak olur. Ne zaman hareketi sona erer, âtıl duruma gelir, o zaman paslanmaya ve çürümeye başlar. Bu atasözü ile çalışmanın önemi belirtilmiş, atâletin de çürümeyi ve bozulmayı netice verdiği ifade edilmiştir.

Çalışan bir makinenin bakımı yapıldığı müddetçe uzun süre verimli olarak hizmet verdiği bilinen bir gerçektir. Ambarlarda veya depolarda bekletilen veya bir köşede âtıl vaziyette bırakılan son teknoloji makine ve cihazların ise, bir süre sonra kullanılmaz hale geldiğini hepimiz biliyoruz. İnsan da çalıştığı müddetçe daha sağlıklı ve daha verimli olarak hayatına devam eden, Cenâb-ı Hakk’ın bir makinesidir. Bu makinenin motoru ise, kalp dediğimiz “lâtîfe-i Rabbaniye”dir.

Bediüzzaman Hazretleri, insanın kalbini şu şekilde tarif eder: “Kalbden maksat, sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir lâtîfe-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyâtı vicdan, mâkes-i efkârı dimağdır. Kezalik, o lâtîfe-i Rabbaniye a’mâl ve ahvâl ve mâneviyatın hey’et-i mecmuâsını hakikî bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesiyle, mahiyeti, meyyit-i gayr-ı müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır.” (İşârâtü’l-İ’câz).

Yunus Emre’nin “Bir ben vardır bende, benden içeri” dediği gibi, “Bir kalp vardır kalpte, kalpten içeri”. İşte bu ikinci kalp ki, ruhun hücrelerine hayat verir. Bu kalbin duyguları vicdandan, fikir ve düşünceleri ise akıldan gelir. İnsanın manevî cihetinin tamamını hakikî bir hayat nuru ile canlandırır, ışıklandırır. Bu ışığın kaynağı ise, kalpteki imandır. İman nurunun sönmesiyle insanın manevî hayatı söner, beden de hareketsiz bir heykel hâline gelir. Öyleyse, duyguları ve düşünceleri canlı tutması için, bu kalp içindeki kalbin manevî maksada yönelik olarak da durmadan çalışması lâzım.     

Kalbin bedene yönelik verimliliğini arttırmak için düzenli egzersizler yaparak sağlıklı bir şekilde çalıştırmak mümkündür. Çeşitli spor hareketleri, yürüyüşler ve düzenli nefes alıp vermek sûretiyle bu egzersiz ihtiyacı karşılanır. Ama ruha hayat veren ve duygulara canlılık pompalayan cihetini çalıştırmak için bu fizikî egzersizler kâfi gelmez. Kalbin bedene hizmet veren çam kozalağı şeklinde olan et parçası sürekli çalıştırılıp en iyi gıdalarla beslenirken, ruha hayat veren kalp içindeki kalp gıdasız ve hareketsiz bırakılırsa, insanın manevî ciheti paslanmaya ve çürümeye başlar. Bu durgunluk vicdana yansır, duygu ve düşünceler de kurur. İnsan maddeten yaşasa bile manen ölür. Canlı bir cenazeden farksız olur. Netice itibariyle, Üstâd Hazretlerinin dediği gibi, “meyyit-i gayr-ı müteharrik bir heykel”den ibaret kalır.

Kalp içindeki kalbin egzersizi, zikirdir, tesbihdir, Allah’ın adını bolca anmaktır.

Rad Sûresi 28. âyette Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur.” İnsan ne kadar Allah’ı anar, O’nun adını zikrederse, kalbi o kadar egzersiz yapmış olur. Böylece hem sağlıklı olur, hem huzur bulur. O insanın kalbi, çalışan bir demir gibi ışıl ışıl, gönlü berrak bir su gibi pırıl pırıl olur.

İnsanlar vücudunun formunu korumak, genç ve dinç kalmak için yüksek bedeller ödemek sûretiyle spor salonlarına, plates merkezlerine gidiyorlar. Oralarda egzersizler yaparak bedenlerini çalıştırıyorlar. Ama kalplerinin egzersizlerini ihmal ettikleri için zamanla kalpler paslanıyor, kararıyor, içlerinde bulunan iman nurları da sönüp gidiyor. Halbuki kalp egzersizleri için bir zaman ve bütçe ayırmaya, bir bedel ödemeye gerek yoktur. İnsan işini yaparken, yolda yürürken, evinde otururken, hatta yatarken bile Allah’ı anabilir. Birkaç kelimelik bir zikirle, kalbini çalıştırabilir, böylece kalbinin ışıl ışıl, gönlünün pırıl pırıl olmasını sağlayabilir.

Bugün toplumda yaşanan sevgi noksanlığı, merhamet kıtlığı, huzursuzluk, mutsuzluk gibi menfî haller, hep kalplerin tembellik ve ihmalden dolayı kararmasından ve paslanmasından meydana gelmektedir.

Muhabbetin, huzurun, barışın, kardeşliğin, merhametin, nezaketin, medeniyetin ve faziletin aramıza geri dönmesi için, kalplere saykal vurmak gerekiyor. Onun için de zikir ve tesbihâtı hem bedel dilinden, hem de kalp dilinden eksik etmemeye çalışmalıyız. İçinde bulunduğumuz şu mübarek üç aylar dediğimiz “şuhur-u selâse”de yapacağımız ibadet ve zikirler, en güzel kalp egzersizlerimiz olacaktır.

Not:
Değerli okuyucularımızın ve bütün İslâm Âleminin Leyle-i Mi’racını  tebrik ediyor, kalplere huzur, gönüllere sürur getirmesini diliyorum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*