Ne kadar zormuş damlaya ummanı sığıştırabilmek. Tek bir çiçekle baharı, baharları anlatabilmek.
Bir mum ışığının titrek alevinde bütün karanlıkları delebilmek, ikbale uzanan yolları aydınlatabilmek. Nur’a sevdalıları, meftunları, dostları, kardeşleri, talebeleri ve fedaileri aynı satırda buluşturup sunabilmek… Şehirlerden bir şehri, Nur şehrini, gül şehrini, Isparta’yı yazabilmek, yansıtabilmek. Zormuş…
Risale-i Nur bu şehirde, bu vatan toprağında yazılmaya başlandı. Bu şehrin sevdalıları aynı zamanda Risale-i Nur’a da sevdalandı. Nurları kendi eserleri gibi benimseyip bağırlarına basarken, Üstad’ı da aldılar, sindirdiler içlerine. “Bizden” dediler. Yağmurlu bir günde Barla’da yağmura yakalanan Üstad’ın lastik ayakkabısı çamura batınca, onu eline alıp çamurların içinde çorabıyla yürümesine razı olmamıştı Süleyman’ın yüreği. Ne olursa olsun deyip yardımına koşmuştu Üstad’ının. “Sıddık” demişti Üstad ona. Korku duvarını yıkan bu cesur adım, ona “sıddıkiyet” mertebesi kazandırmıştı. Bu adım geriye koskoca bir vatan toprağı bırakacaktı. Nur’a sevdalı milyonlar geçecekti bu yoldan. Hulusi’ler, Asım’lar, Şamlı Hafız’lar, Çaycı Emin’ler, Bayram’lar, Sungur’lar, Zübeyir’ler yürüyecekti.
Korku vardı o zaman yüreklerde. En soğuk kış gecelerinin yanında sıcak kaldığı bir kış vardı gönüllerde. En vicdansızların bile yanında merhametli kaldığı vicdansızlar ve vicdansızlıklar vardı. Nahif düşüncelerin, yorgun duvarların kaldıramadığı insaniyet dışı bir anafor vardı benliklere sinen. Böyle bir devirdi o devir, böyle bir vicdansızlıktı o zamanda yapılanlar. Isparta korku perdesini yırtan ilk şehir oldu. Üstadın aleyhine atılan iftiralara kanmadan, vicdanını kaybetmeden Üstad’ına koşan, kavuşan, kazanan ilk şehir…
Nasıl bir serencamdı ki bu, en koyu atmosferi elindeki Nur’la yıkadı, temizledi? Nasıl bir aşktı ki, kilometrelerce yolları heybesindeki Nurlarla aştı, onları adreslerine ulaştırdı? Nasıl bir sevdaydı ki, 600.000 nüshayı o kadar kısa sürede tekniğe meydan okurcasına elleriyle yazdırdı, neşrettirdi? İnsan bir mefkûreye gönlünü kaptırınca neler yapabilirmiş, onlarda görüyoruz heyecanla.
Üniversiteden bir hocamızın şöyle bir sözü vardı: “Gönlüne girilmiş bir insanın yapamayacağı fedakârlık yoktur.”
Bu söz onlarda şekillenmiş, hayat bulmuş, temerküz etmiş adeta. Ruhlarının onayladığı sevdayı, yürekleri kaldırmış, ayakları taşımış, kendilerini aşmış.
Isparta’nın taşı toprağı Nur’dur, gül’dür, Nur Talebeleridir, böyle hikâyelerdir. Sevdasını mürekkep, ruhunu kâğıt yaparak aşklarını yazan insanların şahididir bu şehir. İnsan bu şehrin dağlarına, ağaçlarına, kuşlarına baktığında “acaba Üstad bu dağlardan geçmiş midir, bu yollarda yürümüş müdür, bu ağacı tefekkür etmiş midir, bu kuş Üstadı görmüş müdür?” diye bakıyor. Nefesini alıp içine çektiğinde Üstad’la doluyor, Nur’la yükseliyor gibi hissediyor. Bütün zerrelerinin yeniden oluştuğunu, bütün hücrelerinin tazelendiğini fark ediyor. Ağzından, dilinden gayr-i ihtiyari “Isparta taşıyla toprağıyla mübarektir” nidaları dökülüyor Üstadın dediği gibi. Hiçbir şey yapmasan bile öylece bakıp seyredesin, sadece nefes alasın geliyor. Isparta kendini bu maneviyatıyla ve gül kokusuyla sunuyor gelenlerine. Ve bir de Üstad’ın ardından döktüğü gözyaşlarıyla…
Üstad Isparta’dan ayrılırken kendi memleketinden ayrılıyor gibi ayrılmış, bu ayrılığın acısını yıllarca yüreğinde taşımıştı. Çınar Ağacı dalları ve yapraklarıyla, Eğirdir Denizi haşmetli dalgalarıyla uğurlamıştı Üstadı. Isparta’nın kalbi Barla’da atıyor gibi… Isparta bütün nefesini, ruhunu Barla’dan alıyor gibi… Nefesini, enerjisini, gücünü Barla’dan alıyor ve bütün şehre dağıtıyor gibi… Kalbin kirli kanı alıp temiz kanı vücuda dağıttığı gibi… Bu el sallayış, mahzun duruş, Barla’nın gözü yaşlı Üstad’ı bekleyen gözleri, gözyaşları hâlâ duruyor gibi…
Isparta’dan geçen, Isparta’ya gözü değen, gönlü eğilen her insanın bu farkındalığa şahit olacağına eminim. Gönlünüzdeki me’yusiyet sevince kalboluyor, içinizdeki hüzün dalgası ümide, şevke ve heyecana dönüşüyor. Üstad’ın manevî ruhaniyetine belki de hâlâ ev sahipliği yapan bu şehir, mümbit iklimiyle insanın içini coşturuyor, gözlerinin yaşını siliyor adeta.
Ne kadar da ihtiyacımız var böyle bir ruha. Hadiselerin müz’iç ve dağlarvâri tehacümü, bazen bize benliğimizi unutturuyor. Durmadan me’yus edici hadiselere maruz kalmak istikbâle dair ümidin zarar görmesine sebep oluyor bazen. İnsan bedeni bunalınca nasıl nefes almaya ihtiyaç duyuyorsa, ruh da böyle manevî menfezlerle nefes alıyor.
Bediüzzaman Barla’dan ayrılırken “bir” idi, şimdi milyonlar oldu! Bediüzzaman Barla’ya geldiğinde Barla “bir”di, şimdi Risale-i Nur’un okunduğu her yer Barla oldu, olacak! Isparta, Üstad’a sahip çıktı, Nurları, okudu, yazdı, Üstad’ın duâsını aldı. Şimdi bütün vatan toprakları Üstad’a sahip çıktı, Onun duâsını aldı, alacak ve himmetine sahip çıkacak inşallah.
Isparta’nın taşına toprağına sinen Üstad’ın, dâvâsının verdiği aşkın, şevkin, cehdin, gayretin, ümidin bütün vatan sathına yayılması, me’yus çehrelerin artık gülmesi, gülebilmesi duâsı ve niyazıyla…
Havva Küçük Konur
Benzer konuda makaleler:
- Herşey başka Barla´da
- Ermenek’ten Barla’ya nurlu bir yolculuk
- Bedüzzaman Isparta’da
- Bediüzzaman’da Isparta’nın sırrı
- Nurlu simalar Barla’da buluştu
- Isparta Mevlidi
- Gençler Barla´yı ziyaret etti
- Isparta kahramanlarına arkadaş olmak
- Isparta’nın gülleri
- Bediüzzaman Isparta’nın şerefidir
İlk yorum yapan olun