İsraf ve iflâs

Dünya, umumî bir kriz rüzgârına kapılmış görünüyor. Dünün ‘en zengin’leri, bugün ‘batmama/ iflâs etmeme’ mücadelesi veriyor. Bu, hem şirketler arasında hem de ülkeler arasında yaşanan bir durum. Amerika merkezli bazı firmaların “batamayacak kadar büyük olduğu” söyleniyordu ve krizde en önce onlar battı. Tıpkı, “Titanik yolcu gemisi” gibi… Onun hakkında da sahipleri “batmaz, batamaz” derlermiş…

 

Zengin ve gösterişli ülkelerin iflas noktasına gelmesine sadece vatandaş da anlam veremiyor. “Nasıl olur da komşumuz Yunanistan bu hale düşer? Nasıl olur da Fransa ya da Almanya kriz rüzgârlarına tutulur?” diye soruyorlar. Doğrudur, ilk bakışta böyle ülkelerin uçurumun kenarına gelmesi pek mümkün görülmezdi. Ama gelip dayandıkları nokta çok feci. Meselâ komşumuz Yunanistan ‘namerde bile muhtaç’ hâle geldi. Avrupa Birliği ülkeleri yardım etse de, düştükleri kötü durumdan kurtulmaları zor görünüyor.
Peki bu ülkeler ne etti de bu hallere düştü? Elbette yüzlerce sebep sayılabilir, ama temelde “kazanmadığını harcama” hastalığı var. Bunu kısaca “israf” olarak da isimlendirebiliriz. İsraf öyle bir hastalık ki hem şahısları, hem de devletleri iflâsa sürüklüyor.
Komşu ülkeler ve başka bazı devletler iflâsa sürükleniyor da biz çok mu rahatız? Görece bir rahatlık var, ama bu rahatlığa aldanmamak gerekir. “Kazanmadan harcama” hastalığımız ve ilâve olarak israf alışkanlığımız devam ederse, Allah muhafaza etsin biz de ‘iflâs’a sürüklenebiliriz. “Bize bir şey olmaz” anlayışı hepimizi çıkmaz sokaklara sürükleyebilir. Hem şahıs hem de devlet olarak mutlak surette ‘israf’a karşı koymalıyız.
“Geliyorum” diyen tehlike şudur: Türkiye’de yaşayanlar olarak, kazanmadığımız halde toplamda 213 milyar TL’yi harcamış durumdayız! (Posta, 4 Ekim 2011) Bu rakam her halde hafife alınacak bir rakam değil. Düşünün ki devlet bile zaman zaman 3 ya da 5 milyar TL’ye muhtaç olabiliyor. Yani, bir iş yapılması istendiğinde “Yapardık, ama 10 milyar lâzım. O halde bu işi erteleyelim” denebiliyor. Tamam, bu borç ‘bir kişi’nin değil ‘70 milyon kişi’nindir; ama yine de tehlike zillerini duymak durumundayız. Kredi kartları vasıtasıyla, “kazanmadığımız ‘hayalî para’ları harcama” alışkanlığından vazgeçmesini bilmeliyiz. İsrafla harmanlanmış bu yanlış yolda yürümeye devam edersek, “Bu hallere nasıl düştüler?” diye şaştığımız kişi ve ülkelerin durumuna biz de düşebiliriz.
Aslında ülkelerin iflasa sürüklenmesinde, yaptıkları haksızlıkların da payı vardır. Maalesef, bugünün zengin ülkeleri bu zenginliklerini büyük ölçüde yaptıkları haksızlıklara, adaletsizliklere ve gasplara borçludurlar. Dünyada bir ‘sömürme’ hadisesi varsa, ‘sömüren’ler de vardır. En çarpıcı misâli, Afrika ülkelerinde yaşananlardır. Zengin madenlere sahip olan bu ülkeler nedense ‘en fakir’ler arasında yer alıyor. Niçin? “Avrupa’nın dessas zalimleri” bu ülkelerin elindeki “mal”ları ya çalıp ya da gaspediyorlar. Yıllardan beri devam eden bu haksızlık, “ah”ların birikmesine sebep oldu. Ve nihayetinde “ah”lar “Arş-ı Alâ”ya yükseldi ve krizler patlak verdi.
“Ekonomik krizler böyle açıklanmaz” diyen “uzman”lar olabilir. Elbette tek sebep bu değildir, ama ilgisiz olduğu da düşünülmesin.
Unutmamamız gereken nokta, “israf”ta ısrarın neticesinin “iflâs” olduğudur. Mutlaka bir sebep doğar ve “batması mümkün olmayan”lar da iflâs edebilir. En iyisi, “Onda var, bende de olsun” anlayışıyla israf tuzağına sürüklenmemize hep beraber itiraz edelim…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*