İstanbul Sözleşmesi veya deli saçması

Peki, bu deli saçması parlamentomuzdan nasıl geçmiş, diyeceksiniz. Kimseyi kızdırmamak için AKP’li vekillerin dediklerini diyelim: Cehalet…
Londra üzerinden Avrupa Konseyi’nin ve daha sonra AB’nin kanalları kullanılarak getirilen bu anti demokratik, insan fıtratına zıt ve Avrupa ülkelerinin hukuklarında anarşi doğuracak anlaşmanın, bir boşluktan istifade ile getirildiğini sonradan öğreniyoruz. Bu projenin diğer birçok projeler gibi uluslar arası organizasyonlardaki neoliberal elemanlarca hazırlandığını öğrendiğimizde, birçok millî meclisin bu tetikçilerle noter derekesine indirgendiğine şahit olursunuz.

Tıpkı Kemalistlerin “medeni kanunları” boşluktan yararlanarak ithal ettikleri gibi. Evvelâ, bir başka milletin kendisi için hazırladığı kalıbı; halka orijinal, yeni ve millî diyerek sunmanın hem insanlığa, hem demokrasiye ve hem de mağdur millete zulüm olduğunu biliyoruz. Osmanlıdan sonra aydınıyla-milletiyle oturup kendi “millî bedenine” uygun kanun hazırlayamayanların cehaleti, tembellik ve beceriksizlikleri, elbette bir ilk değildi. AKP hükümetinin; meşhur fon sahiplerince finanse edilen ve feminist geçinen bazı çevrelerin hazırladıkları 12 bölüm ve 75 maddeden oluşan “aile yasasını” çıkarmakla; hem Türk ailesini bozma, iç barışı parçalama ve hem de Türk neslini bitirmede, geçmiş hükümetlerdeki Kemalistlerden daha dehşetli bir kaos ortamı hazırladıklarını kendileri bilmese de bizim bilmemiz lâzım.

Bu hadiseyi anlayabilmek için 12 Eylül ihtilâlini kavramak gerekiyor. Neoliberaller bu tahribata, merhum Özallar, Tanerler ve Çelebiler zamanında başlamışlardı. Bilhassa Londra’daki fonlar üzerinden finanse edilen bu çalışmanın raporunu çıkarmak, uzmanlar için elbette zor değildir. Bu cereyanın ANAP’ın muhafazakârlığıyla yetinmediğini, söz konusu gayr-ı meşrû çalışmaları için “siyasal İslâm’ın” bütün şartlarına haiz AKP’yi beklediğini de biliyoruz. Siyasetlerinde dini aşırı dozda kullanan bu iktidar döneminde milletin aldığı morfinin etkisi hâlâ yer yer devam ediyor. Vekilleri bile bu kaotik ve anarşi ihtiva eden kanunlardan haberdar olmadıklarını itiraf ediyorlar.

Yukarıda, bu sözleşmenin bir boşluktan içimize düştüğünü söyledim. İsviçre’den getirilmiş yasaları M. Kemal’den dolayı kutsayan bir anlayışın millet üzerindeki baskısı, bu korkunç boşluğu meydana getirdi. Hem ailede, hem eğlence dünyasında, hem işyerinde ve hem de sokakta kadına yapılan şiddeti durduracak kanunî düzenlemeyi meclisimiz bir türlü yapamamış. Sonra da; bütün eğitimini Amerika’da Chicagolu yoldaşlarıyla birlikte yapmış bir akademisyeni, söz konusu cereyan öne çıkarıyor. Ve hürriyet perdesi altında anarşiyi esas alan bu cereyan, dünya bankası kanalıyla işe koyuluyor ve bu yolda STK’lar, sinema dizileri ve üniversiteler yardımına koşuşturuluyorlar. Bu arada, senkronize bir şekilde ODTÜ’de, Boğaziçi, Bilgi ve daha birçok meşhur üniversitelerde Türk milletinin değerlerine, bilhassa kadının iffet ve tesettürüne karşı çalışmalar yürütmüş akademisyenlerin projelerini hatırlarsınız…

Modellemede bir değişiklik olmamış. Kemalistlerin Türk kadınının iffet ve tesettürüne karşı savaş başlattığı zamanlarda, emperyalist Avrupa’da güzellik yarışmalarını bizde düzenler ve güzelini bizim kızlarımızdan seçermiş… Hatta sinema, tiyatro ve müzikallerdeki birincilikler bize aitmiş. Bu defa da aynı oyunu oynadılar: Yer İslâm Âleminin bir merkezi, İstanbul. Hâmisi dindar bir Cumhurbaşkanı… Ve ilk imzayı atan, Müslüman bir Türkiye… Ve Türkiye’nin bilinçsizce girdiği bu delilik yolunda arkasına tam 46 ülke dizilmiş… İlginç olan yanı da, dindar siyasetçilerimizin İslâm ülkelerini bu tımarhanecilik oyununa dâvet etmeleri… Neoliberallerin İstanbul’a Dünya Bankası ve Avrupa Konseyi üzerinden yürüdüklerini, üye ülkeleri kabul ettikten sonra AB’nin gündemine geldiğini de AKP Kurmayları saklamaya çalışıyorlar…

Şapka inkılâbı yapanlar, devrimlerini kadrolarındaki en dindarların başına kepi giydirerek başlattılar. Bu çerçevede siyasal İslâmcı kadroların farkına varmadan, Kemalistlerin yaptıkları şu tahribatlardaki katkılarının araştırılmasıyla, tarihimizin önemli bir gerçeği ortaya çıkarılacaktır. Bilhassa ANAP ve AKP dönemleri… Her iki dönemin en belirgin ortak özelliği cehaletleri… Devleti tanımadıklarını, dünya siyasetini bilmediklerini ve ilmi inkişaflardan haberdar olmadıklarını iş işten geçtikten sonra öğreniyoruz.

“İstanbul Sözleşmesi”ni millet nezdinde haklı çıkarmak üzere yine neoliberallerce fonlanan dizileri de hatırlarsınız. Anadolu, Karadeniz ve Şark kültürlerinin ortak karakterlerini harmanlayarak cehaletle hasta milletin damarına zerkedilen morfinin tesiri ile bu gün hem iç ve hem de dış barışı tehdit eden bu kanunun nasıl sahaya indiğinden hiç kimsenin haberi olmamış. Meclislerin demokrasilerde milletin kalbi mesabesinde olduğunu söyler dururuz. Şu halimizle de demokrasiden ne kadar uzak yaşadığımızı dünyaya göstermiş oluyoruz. Tatbiki mümkün olmayan ve bir süre sonra-Macaristan’da olduğu gibi-aklı başındaki devletlerce ortadan kaldırılacak bu deli saçması altındaki imzasını çekmekten imtina eden AKP’nin esas korkusu neoliberallerin hışmına uğramak olmalı… Aydınlanmış Batı kamuoyu biliyor ki; dünyanın 50 devletinde kürtajı normalleştirmek, kadınları yuvalarından uçurmak ve eşcinsel nikâhını kanunlaştırmak gibi insanlık dışı çalışmalarının tamamını küresel boyutta organize edenler neoliberallerdir. Berlin’de ve Köln’de milyonlarca insanı toplayarak organize eden bu hareketin, Londra üzerinden AKP’ye baskısının küçümsenmeyecek boyutta olduğunu, parti kurmayları iyi bilirler.

Netice: Bizim gibi, diğer ülkeler de İstanbul Sözleşmesi ile ortaya çıkan kaosun farkına varacaklardır. Bu kanunu siyasal İslâm görünümlü bir parti değil de bir başka parti hazırlamış olsaydı, millet normal seçimleri bile beklemezdi. Fakat dinî ve millî değerlerin istismarıyla önce hipnoz edilmiş ve sonra da rüşvetlerle kamplara ayrılmış halkımızın vehametin farkına varması da zaman alacaktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*