İstibdâd-ı mutlaka ‘cumhuriyet’ nâmı vermek

İstibdâd-ı mutlaka “cumhuriyet” nâmı vermekle, irtidâd-ı mutlakı rejim altına almakla, sefâhet-i mutlaka “medeniyet” ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.

[Bu gelen kısım çok ehemmiyetlidir]Son sözün mühim bir parçası

Efendiler, Reis Bey, dikkat ediniz! Risâle-i Nur’u ve şakirtlerini mahkûm etmek, doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına, hakikat-i Kur’âniye ve hakâik-i imâniyeyi mahkûm etmek hükmüne geçmekle, bin üç yüz seneden beri her senede üç yüz milyon onda yürümüş ve üç yüz milyar Müslümanların hakikate ve saadet-i dâreyne giden cadde-i kübrâlarını kapatmaya çalışmaktır ve onların nefretlerini ve îtirazlarını kendinize celb etmektir. Çünkü o caddede gelip gidenler, gelmiş geçmişlere duâlar ve hasenâtlarıyla yardım ediyorlar. Hem bu mübarek vatanın başına bir kıyamet kopmaya vesile olmaktır. Acaba Mahkeme-i Kübrâ’da, bu üç yüz milyar dâvâcıların karşısında sizden sorulsa ki; “Doktor Duzi’nin, baştan nihayete kadar serâpâ İslâmiyetiniz ve vatanınız ve dininiz aleyhinde ve frenkçe Târih-i İslâm namındaki eseri ki, zındıkların kütüphanelerinizdeki eserlerine, kitaplarına ve serbest okumalarına ve o kitapların şakirtleri, kanununuzca cemiyet şeklini almalarıyla beraber, dinsizlik veya komünistlik veya anarşistlik veya pek eski ifsad komitecilik veya menfî Turancılık gibi siyasetinize muhalif cemiyetlerine ilişmiyordunuz? Neden hiçbir siyasetle alâkaları olmayan ve yalnız iman ve Kur’ân cadde-i kübrâsında giden ve kendilerini ve vatandaşlarını idam-ı ebedîden ve haps-i münferitten kurtarmak için Kur’ân’ın hakikî tefsiri olan Risâle-i Nur gibi gayet hak ve hakikat bir eseri okuyanlara ve hiçbir siyasî cemiyetle münasebeti olmayan o hâlis dindarların birbiriyle uhrevî dostluk ve uhuvvetlerine cemiyet nâmı verip ilişmişsiniz? Onları pek acip bir kanunla mahkûm ettiniz ve etmek istediniz?” dedikleri zaman ne cevap vereceksiniz? Biz de sizlerden soruyoruz.

Ve sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükümeti bizimle vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eyleyen muârızlarımız olan zındıklar ve münafıklar, istibdâd-ı mutlaka “cumhuriyet” nâmı vermekle, irtidâd-ı mutlakı rejim altına almakla, sefâhet-i mutlaka “medeniyet” ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.

Ey efendiler,
Dört senede dört defa dehşetli zelzeleler, tam tamına dört defa Risâle-i Nur şakirtlerine şiddetli bir surette taarruz ve zulüm zamanlarına tevâfuku ve herbir zelzele dahi tam taarruz zamanında gelmesi; ve hücumun durmasıyla zelzelenin durması işaretiyle, şimdiki mahkûmiyetimizle gelen semâvî ve arzî belâlardan siz mes’ulsünüz!

Denizli Hapishanesinde tecrid-i mutlak ve haps-i münferitte mevkuf Said Nursî

Târihçe-i Hayat, s. 363, (yeni tanzim, s. 637)

LÛGATÇE:
istibdâd-ı mutlak: Tam ve sınırsız bir baskı, mutlak diktatörlük, istibdat rejimi.
irtidâd-ı mutlak: Hiçbir kayıt ve şart tanımayan dinsizlik.
sefâhet-i mutlak: Nefsin kötü arzularına mutlak sûrette uyma.
cebr-i keyfî-i küfrî: Küfrün keyfî ve cebrî uygulamaları.
iğfal: Kandırma, aldatma, gaflette bırakma.
ecnebi: Yabancı.
küfr-ü mutlak: Kesin ve tam bir inkâr.
saadet-i dâreyn: Dünya ve âhiret saadeti.
cadde-i kübrâ: En büyük ve geniş cadde; Kur’ân’ın caddesi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*